Ne yazayım, neyi yazsam?.. “Şunu mu, yoksa bunu mu?” derken tereddütte kaldım. Bu tereddüt işine biraz değinmek lazım…

Tereddüt bir bakıma kararsızlık hâli... İnsanı pasife edici, zaman-mekan-bilgi-eylem arasındaki ilişkiyi koparıcı, tecrübe edip bilgilenme sürecini kırıcı, hastalıklı bir durum. Anadolu insanının -başta bende olmak üzere- içine sirayet etmiş bir şuur felci. Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun bir sözü geldi aklıma: “En kötü karar kararsızlıktan daha iyidir.” Evet, çok basit bir ifade içinde varlık ve oluş bahsine ışık tutucu bir söz. Varız ve hayat içinde çırpınarak zamanın ucunda mazi ve geleceği hatıra ve ümit halinde yaşayarak oluşumuzu sürdürme çabasındayız; kâh düşerek, kâh kalkarak... Her an karar vermeli ve kararımız çerçevesinde hareket etmeliyiz. Akmayan su kokar ya, kararsız insan da kendine olan itimadını kaybeder. Kararsız kalan insanlar başkalarının ağzına bakarak başkalarından direktif alma durumuna gelirler. “Ben neyim, ben kimim?” sorusunu kendilerine muhatap edip has ve hususî bir varolma cehdini sunmazlar. Evet, kararsızlık halini atmalı, karar vermeliyiz. Kararımızın sonucu menfi mi çıktı? Olsun tecrübelendik... “Bu yolun olmayacağını öğrendim, başka yollar denemeliyim” diyebilmeliyiz. En azından bir çıkmaz sokağı tanıdım. Kararımın sonucu müspet mi oldu? Ne güzel bilgilendim ve şuur seviyemi artırdım. Hayat karşısında tavır ve edama bir meleke kazandırdım. Bütün bilim adamları böyle yapmadılar mı? Binlerce defa, yılgınlığa kapılmadan deneyerek tüm insanlığı peşinden sürükleyici ve etkileyici icatlarını teşekkül ettirmediler mi? Karar verelim ve kararımızın ardında durup gerekli donanımlarımızı oluşturarak hareket edelim. Karar verirken elbette dik kafalı olup ben bilirim havasında da olmayalım. Karar verdiğimiz mevzu ile ilgili bilenlerin görüş ve nasihatlerini alalım. Onlardan aldığımız tavsiyeleri değerlendirerek fiilerimizi çerçevelendirelim. “En akıllı insanlar başkalarının akıllarına ve tecrübelerine yer veren insanlardır.” düsturunu hayat anlayışımıza katalım.

Nihayet karar verdim ve feraha erdim. Dost ve gönüldaşlarla mahrem planda yaptığım vatsap konuşmalarımı yazacağım...

Gülben Ergen-Erhan Çelik
Televizyonda Gülben Ergen ile Erhan Çelik arasında süren çekişmenin ve yargı sürecinin verilmesi... Erhan Çelik televizyon spikerliği ile meşhur olmuş düzgün duruşu ve efendi görünüşüyle kızların gönlünde yatan bir delikanlı havasındaydı. Spikerlik yaptığına göre, Akif Beki abisi, Ahmet Hakan büyüğü kadar olmasa da bilgisi vardır herhalde. Bilgi güçtür, bilgi kuvvettir. Bu bilgi ona kadınları cezbedecek artı bir değer de katmıştır herhalde. Gülben Ergen ise sanatçı kisvesiyle şarkıcı hüviyetinde temayüz etmiş biri. Pop türü şarkılarla kitleleri eğlendirip coşturarak gel-geç cinsinden müzikle kazanç elde etmekte. Arkasına pop müziğin etkili beste ve şarkı sözü yazarlarını da alıp reklamını da mahir insanlarla gerçekleştiren güçlü ve cesur kadın profili. Evlilik yapıp çocuğu olmuş. Daha sonra boşanıp ununu eteğini eleyecek bir duruma doğru yelken açmış. Her televizyon ekranına çıktığında şirin görünme pozisyonunda güçlü kadın imajı verme. Kendisi bu duruşuyla aslında “o kadar güçsüzüm, o kadar yalnızım ki” der gibi; lakin farkında değil. Bazen Mesnevi okuyup bazen Uzak Doğu felsefeleriyle hem hal olup yaşamlarına renk katıyorlar. Bunları zaman zaman toplumla paylaşarak okuyan ve araştıran kadın görüntüsü vermeyi de ihmal etmiyorlar. Ama yine de hayatlarında doldurulmaz bir boşluk var. Bu durum hazcılık ve faziletli yaşam sürecinde hazcılıktan yana olmanın kaçınılmaz ve bastırılmaz bir neticesi. Fazilete göre yaşamanın bir yolu varken ve o bir yolda nefes sayısı kadar hakikati derinliğine ve genişliğine yaşamak dururken hazcılığa giden yollar sonsuz. Rabbim kimseyi bu yola düşürmesin, düşse de kalkıp doğru yolu bulmasını nasip etsin. Hazcılık kola-fanta içmek gibi. Sıcakta bir anlık ferahlandım sanırsın bir süre sonra daha susuz bir halde yine sıcaklığı duyarsın. Hazcılığın sonu kandım derken, çareyi buldum sanırken daha büyük bir çaresizliğe gömülmektir. Hazcılıkta çare verdim sanılan şeye esir olmak vardır.

Fazilete göre yaşamak ise öyle mi? Doyarsın ve huzura erersin. Her doyduğun şey “ilerisi vardır”ı işaret eder. Her doyduğun anda yolunu sabitler, başka yolları hatırına getirmeden huzur içinde yollarını katetme iradesi gösterirsin. Düştüğünde sabırla, çıktığında ise şükürle karşılık vererek ilahî ilham ve feyze gark olarak hayatın solmaz ve pörsümez renklerine şahitlik edersin.

Camialarından bir türlü kopamıyorlar. Kopamazlar yoksa ademe mahkum olacakları düşüncesindeler. Varlık cehdini taşıyan insanın yok olma endişesi en trajik duygu olsa gerek. Yokluğu şöhretlerinin bitmesinde, eğlendirdikleri insanların alkışlarının tükenmesinde görüyorlar. Oysa bu kaçınılmaz bir son. Öyle yahut böyle zamana yenilip tükenecek, ihtiyarlayıp şarkı söylemez ve dans edemez bir hale gelecekler. Cenazesine kimlerin, nasıl geleceği ise meçhul. Hakikate tam esir olma ve hakikati yaşama iradesi henüz yok. Akşam kafalarını yastığa koyduklarında bir kedinin mırıltısına eş bir sükûtu duyamadan sabahı ediyorlar. Sabaha dek baş koydukları yastık onları yerken üstünü örttükleri yorgan karabasan gibi çöküyor. Onları televizyon ekranlarında izleyen insanlar ise onların ekran önündeki pırıltılı ve şaşaalı hayatlarını görerek o hayatlara gıpta ediyorlar. Bu insanların gerçekte neler yaşadıklarını ve nasıl bir çaresizlik ve mutsuzluk içinde olduklarını idrak etmiyorlar. Bu insanlar sahte bir dünyanın imajını ve hayat tarzını sunarak, binlerce insanı yanlış yola yönlendirerek insanları da mutsuz ediyorlar. Bu onların günahlarını katmer katmer artırıyor. Nitelikli evlilik yapıp mutlu bir aile tablosu çizmeye çalışıyor. Karşısına kâh Mustafa Erdoğan kâh Fettöş’ün parlak delikanlısı görünümlü yakışıklı Erhan Çelik çıkıyor ve deniyor. Birçok zamane gencinin evlenmeyi istediği tipler bunlar. Biri yakışıklı ve bilgili iyi aile çocuğu görünümlü erkek, diğeri yaptığı sanatla takdir kazanmış, içinde birçok yakışıklı ve güzel bir de yetenekli insanlara önderlik eden karizmatik bir kadın.

Bir gözü de Hülya Avşar’da aman onun maskarası olmayayım. Nefsinin esiri insan başkalarının mutsuzluğundan gizli bir haz alır ya, onun düşmesini kendisinin ise düşmemesini ve yükselmesini temenni edip durur. “O nasıl sosyete camiasınca tanıdık biriyle evlilik yaptı ve orda tutunmaya çalıştı. Benim evliliklerim de seviyeli insanlarla olsun.” deyip bu sabit fikri etrafında hareket ediyor. Hülya Avşar, Kaya Çilingiroğlu’ndan boşanınca nefsi kabarmış diğer taraf hak ettiğini buldu havalarına girmişti. Lakin kimseye sevinmeyecek ve kınamayacaksın. Kınayan küçümseyen aynı belaya duçar olur. Kendi de boşandı ve tekrar evlendi. Erhan Çelik ile anlaşmazlık sürecinde başlarına gelmedik menfilikler kalmadı. Anlayacağınız karizma çok sarsıldı. Ne oldum demeyecek asla büyüklenmeyeceksiniz. Hayat karşısında her an acizliğinizi idrak ederek mütevazi yaşamaya özen göstereceksiniz. Dilerim her insan için dilenmesi gereken hepimizin fazilete göre yaşaması. Gülben Ergen vakasına da bu hislerle bakıyoruz. Fazilete göre yaşayalım ki kendi kusurumuza bakmaktan ve onları düzeltmekten başkalarının kusurunu görmeye fırsat gelmesin. Başkalarının kusurundan mutlu olma anlayışı olmasın.

Gelelim Erhan Çelik kardeşimize. Erhan Çelik, Akif Beki, Ahmet Hakan her biri de Kanal 7’de görev yapmış kimseler. Kanal 7 kim bilir hangi Müslümanların paralarıyla toplanmış ve kurulmuş, yine kim bilir hangi tiplerin sahip gözüktüğü bir yayın kuruluşu... Kimler para verdi ve kimler duygu ve düşüncelerinin karşılığını alamadı? Kimler sahip olarak ne menfaat elde etti? Bu şahısların üçü de bunları gayet iyi bilirler. Millî Görüş tayfasının desteklediği ve kuruluşunu sağladığı bir medya organı. Kanal 7 etrafında başka başka isimlerle kurulan yayın kuruluşları da var. İslâm’a hizmet ve yayın yapma telaşı ve gayreti içindeler. Ne kadar başarılı oluyorlar, ne kadar samimiler bu ayrı bir . Milli görüş biliyorsunuz Necip Fazıl Üstadımızın kendilerini tenkid etmeleriyle Anadolu’nun yerli hareketi pürüzsüz Ehli Sünnet anlayışı Büyük Doğu külliyatına sırt çevirmiş bir hareket. Kapılarını ardına kadar Vahhabi tandanslı, Şii çıkışlı ve Mısır kökenli eserlere kucak açarak Anadolu’nun Ehli Sünnet anlayışını sabote gayretinde bir oluşum. Bu yapı şuurlu veya şuursuz buna vesile olmuş ve Anadolu topraklarını zehirlemiştir. Suudi topraklarına öğrenci gönderip tasavvuf düşmanı tiplerin türemesine, İran devrimini alkışlayarak Ali Şeriati ve nice yanlış tiplerin beslenmesine yataklık etmişlerdir. Yine Mısır’dan tercüme eserlerle entel görünümlü ağzı laf yapan küfür rejiminde partiye karşı gelirken makam ve mevkiî görünce inkâr ettiği arabaya binmekten kaçınmayan tipleri beslemişlerdir.

Kanal 7’de çalışan ve İslâm’a hizmet ediyorum görüntüsü veren Akif Beki ve Ahmet Hakan işte böylesi anlayışın evlatlarıdır. Bunlar Ali Şeriati’yi büyük entelektüel görerek sahabeyi tenkid eder. Mevdudi ve Seyyid Kutup’la haşır neşir olurken tasavvuf ve mezhep düşmanı olacak hale gelmişlerdir. Bu hale gelenlerin itikadı elbette bozuk olacaktır. İtikadı bozuk olanda eziklik hisseder ve oradan buraya savrulur gider. Benim gözümde Turgut Özal-Semra Özal, Süleyman Demirel-Nazmiye Demirel, Akif Beki-Zara ve nihayet Erhan Çelik-Gülben Ergen evliliklerinin özünde yatan sebeplerin hepsinde eziklik duygusu yatar. Eziklik duygusu ümitler besleyip yetiştirilen insanların senden görünümlü okumuşların devşirilerek karşı mahalle tarafından elde edilmesi sonucunu doğurur. Eziklik duygusu kendi medeniyet anlayışının hâkim olma mücadelesini berhava eder. Eziklik duygusu, karşı mahalleden biriyle bir olan ve kendi mahallesine uzaktan selam veren tipleri doğurur. Ezik tipleri karşı taraf gayet iyi bilir ve sana karşı hem de senden göstererek kullanır. Biri köyden çıkma, diğeri öğretmen çocuğu, bir diğeri ise ilahiyat mezunu diye sunulur. Ezik tipler köyde okumuş ve yükselmiş bayramdan bayrama köye gelip el öpen, altındaki arabayla ve maaşlarının dolgunluğuyla hava atan zavallılardır. Köyünün ıstırabını duymaz ve acısını yüklenmezler. Bir şehirli kız ile evlenmiş ve sırtını köyüne dönmüştür. Ve kitleler bunlar etrafında döndürülerek karşı mahallenin ekmeğine yağ sürülür. Ezik tipler Büyük Doğu-İbda külliyatından dolayısıyla Ehli Sünnetten haz duymazlar. Büyük Doğu-İbda külliyatına muhatap olmakla izzetli ve şerefli durmaları ve birçok engele karşı mücadele edeceklerinden bu işlerine gelmez. Devlete karşı medeniyet inşa etme yükümlülüğünü taşıyamazlar. Bu ezik tipler Sezai Karakoç, İsmet Özel ve Nurullah Pakdil’i gündemlerine alarak İslâmcılık oyununu oynarlar. İsmet Özel’de “kalın Türk” , Sezai Karakoç’ta “yenilgi yenilgi büyüyen zaferler vardır” diyerek melankolik bir hal alır. Nuri Pakdil’de ise sokaklarda saatlerce dolaşmayı büyük eylem olarak addederler. Necip Fazıl’ın “Türk Müslüman olduktan sonra Türk’tür ve Müslüman olması sebebiyle aleme nizam verme ve doğunun gerçek manada temsilciliğine yapmakla mükelleftir.” idealini söyleyip İsmet Özel’in bu “kalın Türk” abesliklerini ve ilginç söz söyleme garipliklerini yüzüne vurmazlar. Necip Fazıl’ın “Ya ol, ya öl” ihtarıyla Anadolu insanının gerçek kurtuluş reçetesini verdiği çareyi yenilgi yenilgi büyüyen melankoliğine yuttururlar. “Her dil bir dünya görüşüdür ve her dünya görüşü bir dil doğurur” anlayışı ile hareket etmeyip Nuri Pakdil gibi Anadolu insanının tarihine inancına düşman devletlilerin uydurukçularına teslim olup evlerde put kırmakla eylem yaptıklarını sanırlar. Evet, genç adam Erhan Çelik, böylesi bir ortamdan çıktın. Gülben Ergen’i duruşunla yakışıklılığınla mest edip gönlünü fethettin. Lakin şunu düşünemedin... Kadın senin dünyanı merak ediyor, senin dünyanla bir nebze arınacağını zannediyordu. Bir süre bu duyguları belki de tattı ve senle de mutlu oldu. Ancak kadın uyanık ve zeki, ezik insanlardan nefret ediyor, her insan gibi bunu keşfetti ve gardını aldı. Ezik olmasaydın kadını fetheder yola getirir veya efendi bir şekilde yol verir insan gibi ayrılırdın. Ezik olmasan bu dünyaya ilgi duymaz kendi dünyanın insanlarını baş tacı ederdin. Evet, genç adam Rabbim nasip ederse daha çok yollar gideceksin. Seni izzet ve şerefin otağı Büyük Doğu-İbda külliyatına çağırıyor, zillet ve düşüklüğün dünyasından men edici otağımıza davet ediyorum.

“Hatadan dönene altından köprüler kurulmalı.” Bizim fikrimiz herkes için, bizim fikrimiz insanın insanca yaşayacağı düzen için...


Baran Dergisi 654. Sayı