Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana dönem dönem değişime uğratılan ve sanki varmış zannı verilmeye çalışılan, Kürt meselesi ismi altında sürekli oyalanan ve hedef saptırılan Kürt bir yana acep ne hâldedir şu bizim Türk?..
Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze gelene kadar özelde Türk’ün vaziyetine şöyle bir bakacak olursak: Öldürücü küfrün, yani yıkıcı kemalizmin mezalimi altında yarım asırdan fazla bir süre inleyen, 28 Şubat hadisesinden sonra ise; Müslümanlara cepheden toslamakla bir yere varamayacağını anlayan Batı, asıl gayesine ulaşmak için “gülen adam” maskesi takan maşaları vasıtasıyla ortalığı yumuşatma ve kendisine pürüz çıkaran insanları cezaevlerine hapsedip ademe mahkûm etme taktiğini uygulamaya başlamıştır. Pürüz çıkaran insanların deyince ilk akla gelen ve gelmesi gereken İbda Mimarı Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’dur. Bu insanı çok tehlikeli gördükleri için, tecrit altında tuttukları yetmiyormuş gibi bir de “telegram” yani “zihin kontrolü” işkencesi uygulanıyor. Niye? Çünkü insanlığın kurtuluşuna vesile olabilecek bu tipteki insanların bedenlerinden ziyade daha tehlikeli gördükleri fikirlerini gürültüye götürmek istedikleri için…
Böylece bir nevî “kıyıcı kemalizm”den, “reformcu ve yumuşak kemalizm”e bir kıvrılış olmuştur. Bu millete oynanan oyunun sadece figüranları değişmiş; asıl zihniyet aynen sabitliğini muhafaza etmiştir. Buradaki asıl olansa “İslâm olmasın da ne olursa olsun” anlayışıdır.
Bütün bunlar yaşanırken İslâm düşmanlarının en büyük kozlarından birisi ise; İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun “kemalizmin en çok buğz edilmesi gereken tarafı” olarak işaret ettiği “idraklerin iğdiş olması” meselesidir. Bu koz sebebiyledir ki, biz Müslümanlar hadiseleri yanlış veya eksik olarak değerlendiriyoruz. İbda Mimarı bu hususta dikkat edilmesi ve gerekli olanı: “(…) eşya ve hadiselerin her ân yeniliği içinde gelişen veya değişen insan faaliyetlerinin ürünü fikir ve sistemde, ‘Mutlak Fikir’ arasındaki farkı dikkate almak ve ‘Bütün Fikrin Gerekliliği’ hakikatinin idrâk edilmesi lâzım…”[1] şeklinde ifade ediyor.
Müslüman Kürt kardeşlerimiz haklarını aramak için gerek legal, gerekse illegal yapılanmalarıyla verdikleri mücadele, bizim Türklere, bu ülkenin topraklarında yaşadıklarını hatırlatıcı olsa gerek. Ama nerede?.. Ülkemizde en fazla nüfusa sahip Türk, kemiyette çok olabilir; ama aslolan “keyfiyet” olduğu için bugün ülkenin en az nüfusuna sahip azınlığı Türk diyebiliriz.
Bugünkü vaziyette zulüm gören Kürt ile zulüm gören Türk arasında hiçbir fark yok. Hatta meseleyi müşahhas plânda düşünürsek; zulüm gören Türk sayısı, zulüm gören Kürt sayısından kat kat fazla… Başta bu iki ırk olmak üzere Türkiye’de yaşayan insanların zulüm görmeleri ve şaşırtılmalarının tek sebebi ise daha öncede bahsettiğimiz gibi “İslâm’a ircaları ve uyanmaları” tehlikesine engel olunmak istenmesidir. Çünkü Batı insanı çok iyi biliyor ki, “eğer Anadolu’da düşen İslâm sancağı tekrar dalgalanmaya başlarsa” hâkimiyetlerini her sahada kaybedecekler…
O hâlde niçin ses çıkmıyor Türk’ten?.. Şayet böyle bir şey olmuyorsa ben “Türk’ün hâlinden gayet memnun” olduğunu düşünmekten kendimi alıkoyamam. Hâlbuki bugün gelinen noktada böyle bir şey söz konusu bile değil. Bütün müesseselerde tıpkı Kürt gibi, Lâz gibi, Çerkez gibi hâsılı İslâmlık bütün milletler gibi aynı çürümelere muhatap olunmaktadır. Vaziyetimizi gözler önüne serici misallerden birisi; ülkemizde 100’ün üzerinde NATO ve Amerikan işgal üssünün bulunmasıdır. Bunlar arasında en çok bilineni İncirlik’te yaşayan Amerikan askerlerinin ailelerinin yaşam standardı ve onlara sağlanan hizmet, bu ülkenin öz vatandaşı olan Türk’ten ve diğer unsurlardan esirgenmektedir. Üstelik kendi cebinden verdiği parasıyla kepaze olan bu ülkenin vatandaşıdır; ama ülkenin en güzel yerlerinde rahat bir şekilde hayatlarını sürdürense Amerikalı, İngiliz ve Fransız ve sairdir. Bu yapılanlara sessiz kalmak atalarımıza küfretmekten daha beter bir suçtur.
Türkiye’de ne kadar kavim varsa bugün yapılmak istenen onları birbirine düşürerek kardeş kavgası çıkarmak ve böylece asıl meselelerinden uzaklaştırmaktır. Her şeyden önce Kavmiyet meselesinin ne olduğunun anlaşılması ve olması gerekenim ne olduğunu bilinmesi gerekir: “Şu ölçü de O(Peygamber Efendimiz)’nun: ‘Kişi kavmini sevmekle kınanamaz!’ … Kavim, fikrin tecelli imkânıdır; buna nisbetle de, İslâm’ın hakikatine yaklaşıldığı kadar kavim hakikati ortaya çıkar… Yani Kürt, Türk veya Arab, ilkel bir psikoloji içinde kavmiyle kuru kuru böbürlenen değil, İslâm’ın hakikatini yaşatandır… İnsan veya kavim, bu hakikate yaklaştığı kadar azizleşir, uzaklaştıkça da süflileşir… Anlaşılıyor ki, değer keyfiyettedir; şu veya bu kavme mensub olmak kimsenin kendi elinde değildir ve ancak kendi emeği derecesinde şereflenir… Bizim Müslüman olarak Türk, Kürt veya Arab diye hiç kimseye sadece kavminden dolayı bir dalkavukluk tavrımız yoktur ve Müslüman hangi kavimden olursa olsun, kavim üstü ‘ümmet’ esasına nisbetle kardeşimizdir; Müslüman olmayan da düşmanımız…”[2]
İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun bu tespiti aynı zamanda günümüzün “birleşmeliyiz” tekerlemesi ile yapmalıyız, etmeliyiz şeklinde komiklikler yapanlara da yapılacak ve yeryüzündeki bütün kavimlerin bir araya geleceği tek ve ortak platformu da işaretlemektedir: İSLÂM!..
O hâlde soruyoruz: Bu vaziyette zulme karşı ve İslâm ahkâmının tesisi için mücadele edenlerin başında ve en önde diğer milletlerden kardeşleriyle omuz omuza, tıpkı geçmişte atalarımızın Malazgirt’te, İstanbul’un Fethi’nde, Cihan ve İstiklal harplerinde yaptığı gibi Türk milletinin olması gerekmez mi?   
Dipnotlar:
[1]: Adımlar-1984’den 1996’ya- Salih Mirzabeyoğlu / Bütün Yönleriyle Kürt Meselesi
[2]: Aynı eser…