1925 yılı, Türkiye’de devlet eliyle halkın inanç ve kültürel değerlerine karşı başlatılan bir saldırının zirveye ulaştığı yıl oldu. Şapka Devrimi adı altında dayatılan Batılı kıyafet düzenine Anadolu insanı tepkisiz kalmadı. Ancak bu tepkiler barışçıl gösterilerden öteye geçmezken, rejim bunu büyük bir ayaklanma olarak gösterip İstiklal Mahkemeleri’ni devreye soktu.
Tarihçi Said Alpsoy, İstiklal Mahkemeleri'nin resmi belgelerine dayanarak, Şapka Devrimi ile bağlantılı olarak idam edilenlerin sayısının 190'ın üzerinde olduğunu vurguluyor. Bu rakamın, gerçeklerin üzerini örtmeye yönelik bir çarpıtma olduğunu belirten Alpsoy, “Ulusalcıların kendi atalarının ortaya koyduğu resmi belgelere göre, bu inkılap bağlamında 190’dan fazla insan idam edilmiştir” diyor. Ancak asıl vahim olan, bu idam edilenlerin hiçbiri vatana ihanet suçuyla yargılanmamış olmasıdır.
Alpsoy, idam edilenler arasında bulunan Babıeski Müftüsü ile İskilipli Atıf Hoca’nın, şapka kanunundan çok daha farklı suçlamalarla itham edildiklerine ve çarpıtılmış iddialarla idam edildiklerine dikkat çekiyor:
"Meşhur Atıf Hoca'nın şapkayla ilgili değil de İstiklal Harbi'nde Yunan tarafına çalıştığı bahanesiyle idam edildiği iddiası, bir yalanın içine katmerlenmiş yeni bir yalandır. Bu tür çarpıtmalar, ulusalcı zihniyetin tarih yazımındaki utanmazlık örneklerinden biridir."
Ancak işin gerçeği çok daha acı… Şapka giymeyi reddeden, sadece halkı şapka giymemeye teşvik eden kişiler dahi idam edilmiştir. Nitekim dönemin CHP Edirne milletvekili Fahir Giritlioğlu’nun yazdığı ve CHP’nin yarı resmi tarihi olarak kabul edilen eserde yer alan şu satırlar bunu doğruluyor:
"Silifke'de şapka inkılabı karşısında hoşnutsuzluk gösterip halkı şapka giymemeye teşvik edenler, devlete karşı isyan ettikleri iddiasıyla idam olunmuşlardır."
İstiklal Mahkemeleri belgelerinde böyle bir yargı kararı olmamasına rağmen, Erzurum’da Şalcı Bacı ve en az 20 kişinin hiçbir mahkeme yüzü görmeden asıldığı biliniyor. Alpsoy’un ifadeleriyle:
"Erzurum’da ve birçok yerde insanlar, yerel idari ve askeri yetkililerin keyfi emirleriyle infaz edilmiştir. 190 kişi resmî belgelere geçmiş olsa da, gerçek rakamlar binlerle ifade edilmelidir."
Şeyh Said, Dersim, Ağrı ve Cumhuriyet’in Katliam Bilânçosu: 200 Bin
Şapka Devrimi, tek parti döneminde gerçekleştirilen zulmün yalnızca bir halkasıdır. Alpsoy, 1925-1950 arasındaki tek parti döneminde, doğrudan devlet eliyle katledilen insanların sayısının en az 100.000, ihtiyatlı bir tahminle 200.000 civarında olduğunu ifade ediyor.
Bu rakama nasıl ulaşıldığını ise şu şekilde açıklıyor:
- Devletin baş celladı Kara Ali'nin itirafları: 1931 yılında Vakit Gazetesi’ne verdiği röportajda, İzmir’in kurtuluşundan itibaren (9 Eylül 1922) 9 yıllık süreçte bizzat 5.500 kişinin idam edildiğini söylüyor.
- Şeyh Said İsyanı bahanesiyle Doğu Anadolu’da yapılan kıyımlar: Bu süreçte potansiyel İslami önder kabul edilen yaklaşık 15.000 kişinin öldürüldüğü tahmin ediliyor.
- 1937-1938 Dersim katliamı: Dersim’de öldürülen insan sayısının 40.000 ila 50.000 arasında olduğu belirtiliyor. Bu rakam, Dersim nüfusunun yaklaşık yarısına tekabül ediyor.
- Ağrı İsyanı’nda katliamlar: Cumhuriyet Gazetesi’ne göre Ağrı İsyanı’nda 15.000 kişi öldürülmüştür.
Bu dört örnekte bile toplamda 75.000 kişinin öldürüldüğü açıkça görülmektedir. Alpsoy, "Bunlar sadece belgelenmiş bazı vakalardır. Oysa tek parti döneminde devletin eliyle öldürülenlerin sayısı 100 binin altına inmez. Hatta bu rakam 200 bine de ulaşmış olabilir" diyerek, dönemin kanlı bilançosunu gözler önüne seriyor.
Şapka Kanununa İtiraz Etmenin Bedeli: İdam ve Ağır Hapis Cezaları
Şapka giymeyi reddeden Anadolu halkına reva görülen zulüm, sadece idamlarla sınırlı kalmadı. Said Alpsoy’un verdiği örneklerden biri, Sivas’ta yaşanan bir hadisedir.
Şapka Kanunu’na itiraz eden bir bildiri, gecenin geç saatlerinde bir kahve duvarına asılmıştı. Polis hızla harekete geçerek sanıkları yakaladı ve Ankara İstiklal Mahkemesi tarafından şu cezalar verildi:
- Çil Mehmet idam edildi.
- 3 kişiye 15 yıl hapis.
- 4 kişiye 10 yıl hapis.
- 3 kişiye 7,5 yıl hapis.
- 2 kişiye 3 yıl sürgün cezası.
Alpsoy, dönemin hukuk anlayışını şu cümlelerle özetliyor:
"Şapka devrimini eleştiren bir bildiriyi bir kahvenin duvarına astığı için insanlar idam ediliyordu. Verilen hapis cezaları da o günün şartlarında tam olarak infaz ediliyordu. 15 yıl ceza alan bir kişi, 15 yıl boyunca cezaevinde tutuluyordu. Şapka giymeye zorlamak için, Anadolu’da gezici İstiklal Mahkemeleri kuruldu. Bir otomobilde mahkeme heyeti, diğerinde askerler, üçüncüde ise cellatlar vardı. Gittikleri her yerde infaz gerçekleştiriyorlardı."
İskilipli Atıf Hoca’nın İnfazı: Halkı Terörize Etmek İçin Yapılan Bir Gövde Gösterisi
Şapka Devrimi’nin en dramatik kurbanlarından biri de İskilipli Atıf Hoca’dır. 1924’te, yani Şapka Kanunu çıkmadan önce, “Frenk Mukallitliği ve Şapka” adlı bir eser kaleme alan İskilipli Atıf Hoca, bu eser nedeniyle idam edilmiştir.
İdamın gerçekleştirildiği yer ise oldukça manidardır:
"İskilipli Atıf Hoca, halkı terörize etmek amacıyla Ulus Meydanı’ndaki eski Millet Meclisi binasının bahçesinde idam edildi. Cesedi 3 gün boyunca ibret olsun diye asılı bırakıldı."
Bu olay, dönemin dehşet verici uygulamalarını gözler önüne sermektedir. Bir yıl önce Milli Eğitim Bakanlığı’nın onayıyla yayımlanan bir kitap, idam gerekçesi olarak kullanılmıştır. Ancak bu mantıkla, o kitaba izin veren bakan da aynı suçtan yargılanmalıydı.
Alpsoy’un ifadeleriyle:
"O günün Türkiye’sinde akıl, mantık, vicdan, hukuk yoktu. Topyekûn bir zulüm vardı. Müslüman halk, kendi topraklarında ‘gavurlaşmaya’ zorlanıyor, kabul etmeyenler idam ediliyordu."
Şalcı Bacı: Şapka Devrimi’nin Mahkemesiz İnfaz Edilen Kurbanı
Erzurum’da yaşanan olaylar da bu sürecin en kanlı sahnelerinden biri oldu. Erzurum halkı, şapka giymeye zorlanan memurların bulunduğu vilayet binası önünde toplanarak "Biz gavur memur istemeyiz" sloganlarıyla tepkisini gösterdi. Bunun üzerine askeri birliklerin başındaki Garnizon Komutanı Tatar Hasan Paşa, göstericilerin üzerine ateş açtırdı. Resmi kayıtlara göre 10, bazı kaynaklara göre ise 13 kişi bu saldırıda öldürüldü.
Ancak bu kanlı sürecin en vahşi kurbanı, Erzurum’un fakir bohçacı kadını olarak bilinen Şalcı Bacı oldu.
Şalcı Bacı Kimdi ve Neden İdam Edildi?
Gerçek adı Şöhret Bacı olan bu zavallı kadın, dul bir bohçacıydı. Sırtında kumaş ve örtüler taşıyarak ev ev dolaşır, geçimini sağlamaya çalışırdı. Olay günü, gösteriler sırasında oğlunun da gözaltına alındığını sanarak vilayet binasına gitti ve askerlerden çocuğunu bırakmalarını istedi. Ancak askerler, kendisini azarlayıp geri çevirdi. Bu sırada sinirlerine hâkim olamayan Şalcı Bacı, rejimin baskılarına tepki göstererek, Erzurum ağzıyla şu sözleri söyledi:
"Gavatlar! Kadın şapka giye ki asıla?"
İşte bu sözleri, onun idam kararını veren "suç" oldu. Oysa ortada ne bir mahkeme vardı ne de bir yargılama. Tatar Hasan Paşa, tamamen keyfi bir şekilde bu zavallı kadının asılmasını emretti.
Mahkemesiz, Yargısız, Sessiz Bir İnfaz
Alpsoy’un ifadelerine göre Şalcı Bacı ve beraberinde 7 kişi, taş ambarlar mevkiine götürüldü. Darağacı hazırlandı. Ancak burada dikkat çeken bir detay vardı: Yetkililer, idam edilenler arasında bir kadının olmasının halk üzerinde büyük infial oluşturacağını düşündüler. Bu yüzden darağacına çıkmadan önce Şalcı Bacı’nın kafasına bir un çuvalı geçirildi. Ama zavallı kadın, son anında bile susmadı:
"Ula kavat! Hem kadın kısmını asarsın hem de belli olmasın diye un çuvalı geçirirsin! Ödlek herif! Yüreğin varsa kadın astım desene!"
Şalcı Bacı’nın cesedi, diğer mazlumlarla birlikte 3 gün boyunca darağacında bırakıldı. Daha sonra hepsi bir at arabasına doldurularak Erzurum'un kenar mahallelerinden birinde kazılan hendeklere atıldı. Bugün dahi mezarlarının tam olarak nerede olduğu bilinmiyor.
İdamı Tescilleyen İtiraf: Çetin Altan’ın Dedesi Tatar Hasan Paşa
Olayın en dikkat çeken tarafı, inkâr edilemez bir şekilde kayıtlara geçen bir itiraftır. Sol kesimin ünlü isimlerinden olan gazeteci Çetin Altan, dedesi Tatar Hasan Paşa’nın bu vahşetin emrini verdiğini yıllar sonra açıkça itiraf etti. 1976’da yazdığı "Kahrolsun Komünizm Diye Diye" adlı kitabında dedesinin Erzurum'daki şapka isyanlarını bastırırken hızını alamayıp bir kadını da astığını kabul etti:
"Dedem Hasan Paşa, çok sert bir askerdi. Bir şapka isyanını bastırmakla görevlendirildiği bir kentte hızını alamayıp bir de kadın asmıştı. Sanırım siyasal suçtan ilk asılan kadın odur tarihimizde. O tarihte henüz doğmamıştım. Çok ama çok sonradan öğrendim bunları. Ve inanın, ince sızı gibi tatsız bir burukluk kaldı içimde."
Çetin Altan’ın oğlu Ahmet Altan da 1990’ların sonunda yazdığı bir kitapta, babasından duyduğu bu olayları teyit etmiştir.
Tarihî Gerçekler ve Resmî Tarihin Çarpıtması
Resmî tarihçilerin önemli bir kısmı, Şalcı Bacı’nın varlığını ve idamını inkâr etme çabasına girişmiştir. Ancak hem dönemin Erzurumlularının anlattıkları hem de Çetin Altan gibi doğrudan olayın faili olan bir paşanın torununun itirafları, bu inkârın mümkün olmadığını göstermektedir.
Tarihçi Said Alpsoy, bu inkârı sert bir dille eleştirerek şunları söylüyor:
"Bugün bazı resmî tarihçi çakalları, böyle bir olayın hiç yaşanmadığını iddia ediyor. Ama bunu söylerken Çetin Altan’ın ve Ahmet Altan’ın itiraflarını nereye koyacaklarını açıklayamıyorlar. Erzurum’un yerlisi olan onlarca kişi, bu olayı nesilden nesile anlatıyor. Bu halk anlatıları, tarih metodolojisinde çok önemli bir delildir. Ama inkârcılar için tek geçerli kaynak, devletin sansürlü belgeleridir."
Müslüman Anadolu bu zulmü unutmayacak!
Tarih boyunca zulümle ayakta kalan hiçbir rejim olmamıştır. Şapka Devrimi, halkın kılığına kıyafetine yönelik bir değişimden öte, İslâmî kimliği yok etmeye yönelik bir saldırıydı. Bu uğurda binlerce insan öldürüldü, sürgün edildi, işkenceye maruz kaldı. Ve bu insanların kanı, bugün resmî tarihin sayfalarında bile yer almaktan kaçınılan kara bir leke olarak durmaya devam ediyor.
Kemalist rejim eliyle katledilen Şalcı Bacı’nın ve binlerce Müslümanın ahı, resmi tarih yalanlarıyla ve Mustafa Kemal güzellemeleriyle unutturulmaya devam ediyor.
Baran Dergisi