Star yazarı Sibel Eraslan bugünkü "Toplumsal cinsiyet teorisi doğuştan geleni niçin reddediyor?" başlıklı yazısında “toplumsal cinsiyet” konusuna değindi.

Eraslan, “toplumsal cinsiyet” mevzuunda toplumsal cinsiyet teorisinin “kadın doğulmaz, kadın olunur, cinsiyet dediğimiz şey eski bir hurafedir, aslında kadın veya erkek olmak diye bir şey yoktur, toplumun cahilce bir adlandırmasıdır bu sadece. Kadın veya erkek olmak gibi aslında olmayan ayrımları, kahrolası gelenekler, arkaik kültürler ve ataerkil yapılarıyla dinler ortaya çıkartmıştır...” sapkınlığına karşı doğal olanı beğenmeme, hilkati kabul etmeme, değiştirme, dönüştürme, yapı-bozum aracılığıyla meydan okuma esasına dayalı bu yeni inkar evriminin aslında sosyal barışı değil de onun yerine yalnızlığı, yeni maskeleri ve kederi getireceğini aktarıyor.

Eraslan şöyle devam ediyor:

“Dünya üzerindeki kavgalar, karşıtlıklar üzerinden yükselir. Irk, milliyet, din, ülke, siyaset, coğrafi koşullar arasındaki farklılıklar her zaman, savaş, kargaşa ve kaos sebebi olmuştur. Dünyayı güçlü ile zayıfın acıklı savaşımından ibaret olarak gördüğümüzde, kadın ile erkek de sürekli güç savaşımı içindeki varlıklardır. Savaşı, kargaşayı nasıl sonlandırabiliriz diye sorulduğundaysa feminizmin ve aslında post yapısalcıların verdiği cevap, farklılıkları iptal ederek olmuştur. Şayet cinsiyet denen şey olmazsa, kavga da olmayacaktır, güç dengesizliği de... Bu şartlarda, postmoderenist düşüncenin savaş açtığı üç kavram olan; insan, tarih ve Tanrı bozuma uğratılarak, 'doğuştan gelen' tanımı şiddetle reddedilir... Çünkü doğuştan gelen dediğinizde, bu insan doğuştan kadın veya doğuştan erkek dediğinizde, örtülü olarak Yaratıcıyı ve yazgıyı kabullenmiş oluyorsunuz.

Büyük şevk ve neş'e Büyük şevk ve neş'e

Kadına yönelik toplumsal şiddeti ekarte etmek için ilk bakışta gayet kullanışlı bir söylem olarak görülebilecek, ‘toplumsal cinsiyet’ teorisinin temelinde, doğuştan gelene savaş açmış bir söylemin ürünü olduğunu fark etmek, çoğumuz için büyük hayal kırıklığı olmuştur…”