Sabahattin Ali denilince, “Kürk Mantolu Madonna” isimli romanı akla gelir ama onun hayatını okuduğunuzda, bu romanının neden bu kadar “çok sattığına” siz de yayıncısı kadar anlam veremezsiniz.
Sabahattin Ali, 1907’de Gümülcine’de dünyaya gelir. Babası askerdir ve sık sık görev yerleri değiştiğinden, İstanbul, Çanakkale ve Edremit’te çeşitli okullarda okur. Yunan işgali sırasında babasının maaş alamaması sebebiyle aile büyük sıkıntılar çeker, Sabahattin Ali de Balıkesir’deki parasız yatılı bir Öğretmen Okulu’nda beş yıl okuduktan sonra 1926 yılında İstanbul Öğretmen Okulu’ndan mezun olur. Yozgat, Aydın ve Konya’da öğretmenlik yapan Sabahattin Ali, 1932 yılında Konya’da iken, bir arkadaş toplantısında Atatürk’ü eleştiren bir şiir okuduğu iddiasıyla tutuklanır, bir yıl Konya ve Sivas cezaevlerinde yatar. 1933 yılında Cumhuriyet’in 10. yılı münasebetiyle çıkarılan af ile serbest bırakılır. Hikâye burada ilginçleşir. Milli Eğitim Müdürlüğü’ne öğretmen olarak yeniden atanmak için başvurduğunda, kendisinden, düşüncelerinin değişip değişmediğini isbatlaması istenir. Sabahattin Ali de, bir işe olan ihtiyacı sebebiyle, Varlık Dergisi’nde “Benim Aşkım” başlıklı bir şiir yayınlar. Elbette şiirde Atatürk’e bağlılığını anlatmaktadır:
“Sensin kalbim değildir, böyle göğsüme vuran,
Sensin “ülkü” adıyla beynimde dimdik duran,
Sensin çeyrek asırlık günlerimi dolduran,
Seni çıkarsam ömrüm başlamadan bitiyor.”
Elbette şiir tesirini gösterir, Sabahattin Ali Ankara’da göreve başlar. Fakat kaleme aldığı “İçimizdeki Şeytan” isimli siyasî muhtevalı romanı sebebiyle yine şimşekleri üzerine çekmeyi başarır. Özellikle milliyetçi kesim kendisine büyük tepki gösterir, Nihal Atsız’ın açtığı bir dava nedeniyle de çok sıkıntılı günler geçirir. Davayı kazanmasına rağmen, olaylı duruşmalar sebebiyle bakanlık Sabahattin Ali’yi görevden alır. Bunun üzerine 1945 yılında İstanbul’a giderek, gazetecilik yapmaya başlar. Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz’la Marko Paşa, Malum Paşa, Merhum Paşa gibi isimlerle mizah dergileri çıkarmaya başlar, fakat Milli Şef, “Paşa” ifadesiyle kendisiyle alay edildiğini düşünerek dergiyi kapattırır. Yazdığı yazılar sebebiyle 3 ay hapis yatan Sabahattin Ali, bir başka dava nedeniyle 1948’de Paşakapısı cezaevinde yine 3 ay yatar. İşsiz kalıp, yazacak dergi de bulamayan Ali, yurtdışına çıkmaya karar verir. Fakat kanunî yollardan yurtdışına çıkamayınca, Bulgaristan’a kaçmaya karar verir. Ali Ertekin isimli bir kaçakçıyla anlaşır. Ancak aynı adam tarafından da öldürülür.
Neden öldürüldüğü hâlen bilinmiyor. Ali Ertekin isimli kaçakçının eski bir ordu mensubu olduğu; “Milli Emniyet Hizmeti Riyaseti” adına ajanlık yaptığı; cinayetten sonra yakalanan Ertekin’in, ifadesinde, “millî hislerini tahrik ettiği için Sabahattin Ali’yi öldürdüğünü söylediği” ortaya çıkmıştır. Üstelik adam aynı gerekçe ile 4 yıl hapse mahkum olmuş, onu da yatmadan afla çıkmıştır. Hâlihazırda, plânlı bir şekilde mi öldürüldüğü, yoksa, şaibelerle dolu bağlantılara sahib Ertekin’in ifadesine göre tesadüfen mi öldürüldüğü bilinmemektedir.
ESERLERİ
Edebî hayatına şiirle başlar Sabahattin Ali. Bu şiirlerini de bestelerinden dolayı herkes bilir. Meselâ, “Aldırma Gönül”, Edip Akbayram tarafından; “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz” ve “Leylim Ley”, Zülfü Livaneli tarafından; “Benim Meskenim Dağlardır”, Sezen Aksu tarafından; “Geçmiyor Günler” Ahmet Kaya tarafından bestelenmiş veya seslendirilmiştir.
Üç romanı vardır: “Kuyucaklı Yusuf”, “İçimizdeki Şeytan”, “Kürk Mantolu Madonna”… Romanlarında “halk” vurgusu göze çarpsa da, en çok okunan Kürk Mantolu Madonna, memuriyet hayatında kaybolmuş bir adamın, “bir aşk hatırasıyla” bütün ömrünü geçirmesini hikâye eder.
Sol görüşlüdür. Türkiye’de sol ne kadarsa, işte o da o kadar solcudur. Bir Aziz Nesin kadar, bir Nazım Hikmet kadar… Halkını “gerici” gören bir “entelektüel” solun temelleri böyle “kaybolmuş” edebiyatçılarla atılmıştır.
Almancadan Türkçeye tercümeler yapmıştır. Puşkin’in, Kleist’in, Lessing’in bazı eserlerini tercüme etmiştir. 9-10 hikâye, bir de tiyatro eseri yazmıştır. Belki öldürülmeseydi ve yurtdışına çıkabilseydi, sol edebiyatçıların bir “Nazım Hikmet” kadar piri olabilirdi. Ama olmadı, en verimli çağında, 41 yaşında, bir cinayete kurban edildi. Belki devlet öldürdü, belki katilin hisleri, netice değişmiyor… O zamanın gazetelerine şöyle haber oldu ölümü: “Solcu muharrir Sabahattin Ali hududu aşarken katledildi.” Hududu aşamadan…
Son not: Atatürk’e muhalefetten cezaevine düşmüş bir Sabahattin Ali’den, Atatürkçü bir Sabahattin Ali çıkaran solculara da helâl olsun… Baran Dergisi 478. Sayı