Minber Gazetesi 1 Kasım 1918’de İstanbul’da yayın hayatına başlar. 22 Aralık 1918’e kadar her gün yayınlanır. M. Kemal, Ali Fethi (Okyar) ile birlikte 51 sayı yayınlanan gazetenin ortakları arasında yer alır. Gazetenin ismini de o koyar. Gazetenin “Hatib” takma adıyla çıkan başyazılarının da M. Kemal’e ait olduğu söylenir.  Yayın hayatına başlayışının 17. gününde “M. Kemal Paşa ile bir mülakat” yayınlanır ve “İngilizlerden daha hayırhâh (iyiliksever) bir dost olamaz.” manşetiyle verilir.* 

“- İngilizlere karşı perverdema ettiğiniz (beslediğiniz) hissiyat hakkında bazı malumatlar verir misiniz?” sorusuna:

“-Bu harbte İngilizlerle Arıburnu, Anafarta ve Filistin cephelerinde karşı karşıya birçok muharebeler verdim. Ben bu muharebelere ve suret-i umûmiyede bu saydığım cephelerden başka cephelerde başka mıntıkalarda diğer milletlerle dahi verdiğim muharebelerde daima vatanın müdafaasından ibaret olan bir vazife-i asliye ifa ve bunun için askerlik hizmetimi tahattur etmiyorum. Binaenaleyh kalbimde buğz ve adâvet hissiyat yer bulmamıştır. İngilizlerin, Osmanlı milletinin hürriyetine ve devletimizin istiklâline riayette gösterdikleri hürmet ve insaniyet karşısında, yalnız benim değil, bütün Osmanlı milletinin İngilizlerden daha hayırhah bir dost olmayacağı kanaatiyle mütehassis olmaları pek tabiîdir.” (1) cevabını verir.

İngilizleri “hayırhah bir dost!” olarak gören Mustafa Kamal, 1924 yılında gelecekte yapacaklarını şöyle anlatır:

“İlk beş yılda inkılapları yaparız, ikinci beş yılda kendimizi dünyaya tanıtırız, üçüncü beş yılda da İngiliz Kralına yurdumuzu ziyaret ettiririz.” (2) der. Bu beyanatından da anlaşılacağı üzere, İngiliz Kralının ziyaretine özenle hazırlanır.
***
Kesintisiz devrimler yapılır! 

Halk, devrim kalıpları içerisine alınır. O kalıba uymayanlar uyacak vaziyete gelinceye kadar yontulur. Düşünceler bile denetim altına alınır. Rüyalarımıza giren kelimeler, lügatlerden bir bir temizlenir. Bu temizliğin adına da “dil devrimi” denir.

Mustafa Kamal İsveç Veliaht Prensi Gustav Adolf’un şerefine Çankaya’da verdiği ziyafette “Öz Türkçe” bir konuşma yapar: “Altes Ruvayâl, bu gece ulu konuklarımıza, Türkiye’ye uğur getirdiklerini söylerken, duygum, tükel özgü bir kıvançtır. Burada kaldığınız uzca sizi sarmaktan hiç durmayacak ılık sevgi içinde, bu yurtta, yurduuz için beslenmiş duyguların bir yankusunu bulacaksınız. İsveç, Türk uluslarının kazanmış oldukları utkuların silinmez damgalarını tarih taşımaktadır. Süerdemliği, onu, bu iki ulus, ünlü, sanlı özlerinin derinliğinde sonsuz tutmaktadır. Ancak, daha başka bir alanda da onlar erdemlerini o denlü yaltırıklı yöndemle göstermişlerdir. Bu yolda kazandıkları utkular, gerçekten daha az özençe değer değildir. Avrupa’nın iki bitim ucunda yerlerini berkiten uluslarımız, ataç özlüklerinin tüm ıssıları olarak baysak, önürme, uygunluk kıldacıları olmuş bulunuyorlar. Onlar, bugün, en güzel utkuyu kazanmaya anıklanıyorlar: Baysal utkusu.” (3)

“Her gezdiği yerlerde ruhlara hayat, vicdanlara nur veren büyük halaskâr” (4) olarak takdim edilen Atatürk; “Türk devletinin bir devri kapayıp yeni bir devri açan, millete medeniyet ve hayatı yolunda yeni bir şehrâh (büyük cadde) gösteren büyük Gazi, bu son nutkuyla inkılabın bizi götüreceği mesut hedefleri işaret etmiştir. Cumhuriyet hükümeti bize yalnız siyasi bir inkılap değil, asırlarca süren efsaneleri yıkan, yerine necat (kurtuluş) getiren bir inkılabı beraber getirmiştir.” (5)
 
Kurtuluş getirdiği iddia edilen inkılabın sonuçları üzerinde düşünmek gerek. Bugün Diyarbakır’da evlatlarının yolunu gözleyen Kürt annelerin feryadının kaynağında bu inkılaplar vardır. Önce bunu görmek lazım. Kemalist düşüncenin yonttuğu putlar meydanlarda görülen heykellerden ibaret suret verilen şekiller değildir. Onların kendilerine bile faydası yok. Asıl tehlike, insanların içine sindire sindire enjekte ettikleri zehrin yapısındadır. Bu zehri İngiliz sarmasıyla yedirdiler, içirdiler. Amerikan dolmasıyla avuttular!
 
İnsanımızın ve insanlığın kurtuluşu için sistem çapında kurtuluş yolunu gösteren tek hareket İBDA’dır. Bunun aksini iddia edenler varsa, ortaya koydukları fikir ne onu açıklasınlar. Bir hasta, eczaneye dalıp nasıl olsa bu ilaçların bir faydası vardır hesabı, en iyi ilaçları alsa ve kullansa mustarip olduğu dertten kurtulabilir mi?

Doktor önce teşhis koyar, sonra tedaviye yönelik reçete yazar. O reçeteye uygun ilaçları dozajında kullanan hasta kurtulur! Bir hastalıkta bile böylesine hassas davranmak gerekirken Müslüman olması hesabıyla kurtuluş mücadelesi verdiğini söyleyenlerin reçetesi var mıdır? Yok. Yoksa, olmayan bir şeyin mücadelesi de verilmez. 

Sadece “miş” gibi yapılır! 


Dipnotlar
1-17 Kasım 1918 Minber Gazetesi
2-Genelkurmay Başkanlığı Deniz Kuvvetleri Komutanlığı yayını, İst. 1973 Raşit Mete
3-Haftalık Mecmua 28 Eylül 1925 (Kemal Salih’in yayınladığı mecmua)
4-Resimli Perşembe 12 Kasım 1925 (1 Kasım 1925’te “Gazi Paşa Mecliste tarihi nutuklarından altıncısını irad ediyor” haberi ile kapaktan verilen yorum.
5-Cumhuriyet Gazetesi 5 Ekim 1934



Baran Dergisi 661. Sayı