Alev Alatlı, yakın dönemde verdiği röportajlarda, “paçozlaşma” diye bir tabirden bahseder oldu. Şöyle izah ediyor:
- “Entelektüel hayatta “philistinizm-filistinizm” diye bir kavram vardır, Schopenhauer bunu kullananların önde gelenidir. Buna çok yakın bir kavramı da Ruslar kullanır, puşlost (poshlost). Bu kavram Gogol’dan itibaren kullanılır, 1800’lerin ortasına denk gelir, Dostoyevski de kullanır. Bugün de dünya entelijansiyasının gündemindedir bu kavram. Filistinizm’i malum Filistin’den dolayı kullanmak istemiyorum, ikisi birbirine karışır diye ürküyorum. Bu kavramın en yakın tercümelerinden bir tanesi “bayağılaşma”dır. Ben “paçozlaşma”yı tercih ettim. Paçoz, bayağılaşmadan daha kolay anlaşılır diye düşündüm. İyi bir kavram ve hızlı anlaşılsın istiyorum. Tabi paçoz ayrı, paçozlaşma ayrı bir şeydir. (...) Muhtevasızlaşmak, maddîleşmek, düşünceyi maddî temellere oturtmak, küçük hesaplara bağlamak… Benim paçoz dediğim tipoloji, gündelik sıradanlığın ötesinde bir düşünce hayatı olmayan, sarih bir kültürden mahrum, ilgileri sıradan ve maddî olandır. “Twitter entelektüalizmi”dir. Habbeyi kubbe yapan sığlıktır.”
Öncelikle, “paçoz” argo bir kelime TDK’ya göre; “fahişe” demek. Halk arasında, “giyimine özen göstermeyen, saçı-başı dağınık, özensiz kadın” anlamında kullanılıyor. Alatlı her ne kadar, “bayağılaşma” anlamında bir mânâ karşılığında kullandığını söylese de, basına yansıyan tepkiler, onun kavramına itirazların, kelimenin ilk iki anlamından kaynaklandığını gösteriyor. Misâl, “paçozlaşmaya katkıda bulunanlar” cümlesinden saydığı isimlerden biri, Alatlı’ya cevab olarak, “yelloz”u tercih ediyor. (Alatlı sanki biraz da, Rusça “puşlost”un söylenişine uysun diye “paçoz” kelimesini tercih etmiş gibi duruyor.)
Alev Alatlı, Türkiye’de “paçozlaşma” olarak nitelediği süreci de şöyle izah ediyor:
- “Evveli de vardır ama 80’lerden itibaren baskısını artırmıştır. Tüketim kültürünün, hızlandırılmış kapitalizmin insanları sıradanlaştırmakta büyük etkisi vardır. Hızlandırılmış kapitalizmde amaç benzeş tüketiciler oluşturmaktır. Ümraniye’deki çocuk da Barbie bebekle oynayacak, Endonezya’nın bir adasındaki çocuk da. Biz bugün nasıl oluyor da Hollywood’la yatıp Hollywood’la kalkıyoruz? Nasıl oluyor da Şişli Belediye Başkanınız “yıldızlar geçidi konsepti”yle süslüyor Abdi İpekçi caddesini? Ne oluyor da “kırmızı halı”sız olmuyor? Niçin her üç kelimenizden biri İngilizce? Neden Angelina Jolie’nin her renkten yedi tane çocuğu var? “Ay ben de çocuk almak isterim Somali’den” diyen bir adet Ajda Pekkan falan? Bakın bunlar, kitleleri benzeştirmek için yapılan bir harekettir ve beraberinde getirdiği şey eblehleşmektir.”
 
DEMOKRASİ: SIRADAN İNSANLARIN İKTİDARI
“Kapitalizmin, yenidünya düzeninin tezahürüdür bu” dediği “paçozlaşma”nın sebebi de ona göre, “tefekkür kaybı”. Meseleyi “kadîm ölçülere” bağlıyor ama hangi kadîm ölçüler?:
“(Paçozlaşmanın) Bu kadar şiddetlenmesinde post modernciliğin büyük etkisi var, aşırı post moderncilik. Bu şuna varıyor: Senin düşüncen senin, benim düşüncem benim. Demokrasi meselesinde olan şey de bu zaten; “benim neyim eksik?”. Nerenden başlayayım senin neyinin eksik olduğuna, diye cevap vermek lazım. Ama böyle bir ortamınız da yok. Tehlikesi de burada, aşırı görecelilik. Bu ülkede ahlakın bile göreceli olduğunu konuşur olduk, göreceli ahlak, göreceli haklılık… Yani kadîm ölçüleri kaybediyorsunuz. Kadîm ölçüleri kaybetmek kolay geçiştirilecek bir şey değildir. Devletler, halklar ve insanlar bu dönemlerden geçtiler ve sonları hiç neşeli olmadı. Çünkü sadece dil ve iletişimi değil duyarlılığı kaybediyorsunuz konuşamaz olunca. Mesela hemfikir olmayabilirsiniz birinin çektiği ızdırabın nedeni konusunda. Hiç anlamadığınız bir şeyden dolayı üzülüyor olabilir. Önemli olan üzüntüsünün nedeni değildir. Onun orada üzülüyor olmasının, yetiyor olması gerekir. Ama işte böyle bir sistemde bunu yapamazsınız. Çünkü üzüntüyü piyasaya bırakıyorsunuz. Neyin üzüntü değeri olduğuna piyasa karar veriyor. Bir resim yapıyorsunuz, piyasa karar veriyor, resim güzel mi değil mi diye, “müşterisi varsa güzeldir”. Hayır, böyle bir şey yok. (...)
Öncelikle bütün dünyada dinlere ne oluyor, onu görmek lazım. Hiyerarşik örgütlü dinlerin hepsinde sallanma, yıkılma var. Peki bu hiyerarşik yapılanmalar ortadan kalkınca ne olacak? Onun yerine demokrasi diye yücelttikçe yücelttiğiniz, sıradan insanların iktidarı gelecek. Furedi'nin (Frank) 'Nereye Gitti Bu Entelektüeller?' kitabında anlattığı sıradan insanların entelektüelleri kaçırması 1980'lere denk düşüyor ve biz de oradan devraldık. Sistematik bilginin reddi, akademisyenlerin dünyanın her yerinde çaptan düşmesi, bunun yerini pazar ekonomisinin alması, öğrencilerin müşteri hâline gelmesi...”
Velhasıl Alatlı, “Paçozlaşma”nın demokrasi, kapitalizm, post-modernizmin ortak üretimi olduğunu ve “Yeni Dünya Düzeni”nin gereği olduğunu işaretliyor.
Alev Alatlı’dan, hemen hepsine katıldığımız bu tesbitlerinden sonra “ne yapılmalı?” sualine de cevab beklemeli miyiz? “Kadîm ölçüler”, “sistematik dinler” gibi asıl meseleye gelmişken, “geçiştiren” laflar ne ola ki? Sadece “hastalığı teşhis” eden değil, tedaviyi de gösteren bir doktor ihtiyacı ortadayken, “nereye gitti bu entelektüeller?” diye sormak hakkımız.
Biz sadece sormuyor, sadece eleştirmiyor, cevab adresini de gösteriyoruz. Şöyle ki, “sıradan insanların iktidarı olan” demokrasiyi bu vasfından dolayı eleştirdikten sonra, “en iyilerin, ehil olanların iktidarı” denmek isteniyorsa şayet, cevabı Büyük Doğu-İBDA anlayışının devlet ideali olan “Başyücelik Devleti”ndedir.
Bu vesileyle Alev hanıma bir soru sorarak bitirelim: Paçozlaşmanın bir diğer tezahürü de, eleştirirken çözüm göstermemek olabilir mi sizce?..