Yaratılışı değiştirmek, İblisin vadidir. İnsanlar, peygamberler aracılığıyla indirilen ilahî mesajı büyük ölçüde kulak ardı ettikleri, hatta bazı dönemlerde tamamen terk ettikleri halde, varlığa egemen olan tabiat kanunları doğrultusunda bir hayat sürdürürlerdi. Bu durum, batı medeniyetinin dizginleri ele almasına kadar bir şekilde devam etti. Ama batı medeniyeti, "insanlığa önderlik etme" konumuna geldikten sonra, İblisin vadini yerine getirircesine, insanlığın varlık yasasına göre süregelen hayat tarzını tamamen yok edip yeni bir hayat tarzı empoze etmeye başladı.
Edward Said'in "Oryantalizm" adlı eserinde yaptığı uzun değerlendirmeleri özetleyecek olursak, hayatı, eşyayı, insanı, medeniyeti, kültürü adeta "sıfırladı". Batı, ekonomik kalkınmışlığının cazibesine kapılan milletleri, bu "sıfırlama" işini kendi elleriyle yapmaları için yönlendirdi, teşvik etti. Direnenleri de türlü şekillerde yola getirdi. Mesela aç bıraktı, terörize etti, ambargolarla terbiye etti. Bitmez tükenmez anlamsız savaşlarla dize getirdi. Türlü aşağılayıcı yaftalarla damgalayarak, sistem dışına iterek mahrum bıraktı. Doğal olarak batının vadettiği yeryüzü cennetine kavuşmak için milletler, kendi elleriyle eğitimden dine, kültürden geleneğe bütün hayatlarını "sıfırlama" yarışına girdiler.
Okulların açıldığı bu günlerde, ülkemiz açısından, eğitim sisteminin, sözünü ettiğimiz "sıfırlama" işleminin yapıldığı bir deney laboratuvarı olduğunu söyleyebiliriz. Eğitim süresinin uzunluğu ve okullaşmanın fazlalığı ile övünüyoruz biz de. Nitekim her vatandaş en az on iki sene zorunlu eğitimden geçiyor. Üniversiteyi, mastırı, doktorayı eklerseniz yirmi küsur yıl tutar çoğu kişi için. Son yıllarda bir de "okul öncesi eğitim" modası başladı. Çocuklar, bebeklikten çıkıp konuşmaya başladıkları gün, tam bir aile terbiyesi, eğitimi almadan, kültürünü anne babasından alma fırsatını bulamadan çağdaşlık, gelişme adına aile ortamından koparılıyorlar. Buna müthiş bir gelişme, medenî bir atılım, çağdaşlaşma yolunda ışık hızıyla ilerleme gözüyle bakıyorlar ne yazık ki. Hükümetlerin de bu hususta attıkları adımlarla övündüklerini bilmeyen yok. Ekranlarda eğitimciler, sosyologlar, antropologlar, uzmanlar bunun, çağdaşlığın bir göstergesi olduğunu ballandıra ballandıra anlatıyorlar.
Allame İbn Haldun öyle demiyor ama. Ona göre bir yerde eğitim süresinin uzunluğu, o yerde umranın (medeniyetin) geriliğinin, yerleşik hayatın (hadarîliğin) tam oturmamış olmasının, bedeviliğin göstergesidir. Mesela "günümüzde (kendi döneminde) Mağrip'te eğitim süresi on altı senedir. Çünkü orada umran gerilemiş, yerleşik hayat da çözülmeye başlamış. Zaten Mağripliler, Bedevîlikten hadarîliğe çok kısa bir süre önce geçmişlerdi. Buna karşılık Tunus'ta eğitim süresi beş senedir. Çünkü orada gelişen bir umran ve köklü bir yerleşik hayat, dolayısıyla kesintiye uğramamış sağlam bir eğitim sistemi var. Ayrıca doğu Endülüs'ten göç edenler özellikle buralara yerleşerek umranın daha bir gelişmesini, ilim pazarının dinamikleşmesini sağlamışlar. Öte yandan bir öğrencinin ilim melekesini kazanıp kazanmadığı beş yılda belli olur" diyor. Yani eğitimin süresinin uzun olması, her şehirde üniversitelerin açılması, adım başı bir okulun olması, öyle sanıldığı gibi medeniliğin, çağdaşlığın değil, bedeviliğin, gericiliğin göstergesidir.
Türkiye örneğinde ise, İslam medeniyetinin bir devamı olan Osmanlının yıkılmasından sonra, batıdan devşirilen bir eğitim sistemi benimsendi. Köksüz, geleneksiz olduğu için de ideolojik bir beyin yıkama aygıtından öte bir işe yaramadığı, bu sistemde yetişen nesillerin köksüzlüğünden, yıkanmış beyinlerinden, "sıfırlanmış" kültür ve medeniyetlerinden anlaşılıyor.
O halde bu sistemi değiştiremiyorsanız, bari uzatmayın.
Vahdettin İnce - Star Gazetesi