Pazar arabasından çıkarttığı oyuncak bebekleri banyoya götürdü Fahriye. Dördünün de giysisini çıkarttı. Küçük kırmızı leğeni lavaboya yerleştirip sıcak su musluğunu açtı. Bebek elbiselerini sabunlamaya başladı. Üçüncü sudan sonra duruladı, sıkıp holdeki sobanın kapağına astı.
Masaya sıraladığı çıplak bebekleri incelemeye başladı.
Mutfaktan bulaşık deterjanını, çekmeceden ince tornavida ve yatak odasından da dikiş kutusunu alıp, koltuğun yanındaki parça kumaş sepetiyle birlikte bebeklerin yanına bıraktı. Yine en kolaydan başlayacaktı; sarışın saçlı örgülü olanı aldı. Beze, bulaşık deterjanı döküp yüzündeki tükenmez kalem çiziklerini temizlemeye başladı. İzlerini de silgiyle sildikten sonra ayırırken sol elinin olmadığını fark etti. Diğer eline baktı, başparmağı ayrıydı diğerlerinden. Sepeti karıştırmaya başladı. Bulduğu kırmızı çorap tekini ayırdı. Dikine ikiye katlayıp kesti. Dikiş bittiğinde bir çift tek parmaklı eldiven ortaya çıkıverdi. Birinin içine pamuk doldurup ellerine geçirdi.
Yine sarışın olanı aldı uzanıp. Bu kıvırcık saçlı mavi tek gözlüydü. Düğmeleri döktü masaya. Rengi uyanların hepsi büyük geldi. Ortası siyah, yeşil olan uydu sadece. Etrafına yapışkan sürüp yerleştirdi yuvasına. Hoşuna gitti uzaklaştırıp baktığında: Van kedilerine benzetti. Gülümsedi.
Üçüncüsü saçsızdı. Bacakları umutsuzdu, bıçakla delik deşik edilmişti. Başını kaşıyarak düşündü ne yapılabilir diye. Onarılacak gibi değildi çünkü. Aklına gelen fikri denemeye karar verdi. Sepetten bulduğu beyaz patiskayı kare şeklinde kesti. Köşelerinden birini içe katlayıp bebeği içine yerleştirdi. Kundakladı. İnce kırmızı kurdeleden fiyonk yaptı. İğneyi düğümünden geçirip nazar boncuğunu da taktıktan sonra omzuna iliştirdi bebeğin. Dökülmüş düğmelerin içinden kırmızıyı ayırdı. Ortasına yapışkan sürüp ağzına yapıştırınca emziği de tamam oldu.
Sonuncuya gelmişti sıra, Arap olana. Irkçı bir çocuğun eline düşmüşe benziyordu. Yağlı boyayla yüzü, el ve ayakları beyaza boyanmıştı. Mutfak balkonundaki dolaptan tineri alıp silmeye başladı. En fazla onunla uğraştı. Dudak, burun, göz kıvrımları oyalamıştı çok.
Yorulmuştu Fahriye. Sobaya odun attı. Fokurdayan güğümden aldığı kaynak suyla çay demledi. Kapağa astığı giysilere baktı, kurumuşlardı. Bebekleri giydirdi. Kundaklananinkileri parça kumaş sepetine koydu.
O gün sondu. Artık hayalini gerçekleştirecekti nihayet. Salonun kapısını açtı. Eşikte durup baktı içeriye. Yüzlerce oyuncak bebek, koltukların, sehpaların hatta halının üzerinden ona baktı.
Geç olmuştu, sabah erkenden asmaya karar verdi dut ağacına bebekleri. Ezgi’sinin düşüp öldüğü dal boş kalacaktı sadece. Öyle gelmişti içinden.
Tabelayı nereye koyduğunu düşündü. Koltuğun arkasına baktı; yoktu. Televizyon sehpasının yanında buldu. Onu da masaya bıraktı:
Ağaçtan bebek kopartmak serbesttir!
Ümran Düşünsel, Hâlname, s. 654-655