Sabahattin Zaim Üniversitesi'nde "Necip Fazıl'ın Eserlerinde İslâmî İlimler" panelinde konuşan Prof. Dr. Özcan Hıdır, Necip Fazıl Kısakürek'in İslam düşüncesine ve özellikle hadislere bakışını ele alıyor.
Prof. Hıdır'a göre Necip Fazıl, Cumhuriyet döneminde alimlerin yerine İslam'ı temsil eden şair ve edebiyatçıların önde gelen isimlerinden biriydi.
Prof. Hıdır’a göre Necip Fazıl sadece bir şair değil, aynı zamanda İslam ilimlerini özümsemiş bir "mütefekkir"dir.
Konuşmada vurgulanan noktalar şöyle özetlenebilir:
Necip Fazıl, hadisleri edebî bir üslupla ve şiirsel bir dille yorumlayarak topluma aktarmada başarılı olmuştur.
Onun fikriyatında Allah Resulü ve sahabe merkezi bir konumdadır.
Necip Fazıl, iman ve aksiyonu birleştirerek hadisleri pratiğe dökme amacı taşımıştır.
Onun hadis anlayışında hem zahiri hem de batıni yönleri bir arada görebiliriz.
Prof. Hıdır, konuşmasında Necip Fazıl'ın hadisleri nasıl estetik bir şekilde yorumladığına dair örnekler vererek, onun eserlerinin günümüzde de İslami ilimler öğrencileri için önemli bir kaynak olduğunu belirtiyor.
İşte konuşmanın tamamı:
Çok değerli hocalarım, değerli öğrenci arkadaşlarımız, hepiniz panelimize hoş geldiniz, sefalar getirdiniz. Bugün Üstad’ın vefatının 41. sene-i devriyesi... Dolayısıyla böyle bir programla, İslâmî İlimler Fakültesi'nde analım istedik. Bu anlamda böyle bir programın yapılmasına destek çıkan Kâzım Albayrak beyefendiye de teşekkür ediyoruz.
Üstad'ı anlamak her yönüyle önemli. Bugünkü nesil, Necip Fazıl Kısakürek’i anlamak noktasında biraz eksik durumda. Sezai Karakoç gibi, Necip Fazıl Kısakürek gibi zatlar din-i mübin-i İslâm’ı, ulemanın yokluğunda hakkıyla temsil etmiştirler. Biliyorsunuz Cumhuriyet’in belli bir döneminden sonra âlimler çok öne çıkmadı. İslâm’ı temsil için âlimlerin yerine şairler ve edebîyatçılar öne çıktılar. Bunların en önemli örneklerinden birisi tabii Mehmed Âkif Ersoy’dur. O bir nesil yetiştiriyordu. O nesil neydi? Âsım’ın nesli. Hepsinin bir nesil ideali var. Necip Fazıl Kısakürek’in neslinin ismi nedir? Büyük Doğu! Büyük Doğu ideali ve Büyük Doğu nesli! Bakın hepsinde bir nesil ideali var. Sezai Karakoç’un nesli nedir? Diriliş! Yine Nurettin Topçu’nun da benzer ideali var. Kısacası şairlerimizin, fikir adamlarımızın böyle bir nesil yetiştirme iddiası var. Bugünlerde biraz tavsamış olsa da bu nesil iddiaları üzerinden gençlik motive oldu, heyecana geldi, hamasetle yürüdü, okudu, belli bir kıvamda bu hareketi sırtladı. Buna öncülük edenler var, ama buna öncülük edenlerin en başında da Necip Fazıl Kısakürek merhum geliyor.
Necip Fazıl Kısakürek, Mehmed Âkif, Sezai Karakoç gibi isimleri biz genelde şairliklerini biliyoruz. Mesela “Mehmed Âkif Ersoy’u şairliğinin dışında bilen var mı?” dersem çok az bir şey söyleniyor. Sezai Karakoç ve Necip Fazıl Kısakürek’le ilgili de aynısı... Halbuki bu insanların bir başka yönleri de var, interdisipliner diyoruz biz buna. Mesela şairdirler aynı zamanda mütefekkirdir bunlar. İslâmî ilimleri belli veçheleriyle özümsemişlerdir. Ben de bir İslâmî ilimler hocasıyım, bununla meşgul oluyorum. Âyetleri ve hadisleri bu insanlar bazen bizden, ilahiyatçılardan çok daha iyi anlamışlar. Bunu da iddia ederek söylüyorum. Ben edebiyatçıların hadis anlayışı üzerine bir kitap çalışması yapıyorum. Bu manada da inceliyorum bu nesli ve bu kişilikleri. Hakikaten dikkatimizi çekmeyen yöne vurgu yapmışlar, birçoğunda bu var. Hepsi de hadisle ilgili kitaplar tercüme etmiş. Kırk hadis kitapları şerh etmiş ve çalışmışlar üzerinde. Dolayısıyla bu insanların İslâmî ilimlere bakışları, yani bakışları derken İslâmî ilimleri eserlerinde kullanışını kastediyoruz. Şunu söyleyeyim, ben ilimlerde İslâmî, gayri İslâmî diye bir ayrım yapmıyorum. Fizik, kimya, matematik de bana göre İslâmî ilimdir. Eğer gayesi düzgün kurulursa. Böyle bir ayırım yapmıyoruz ama bildiğimiz anlamda, tefsir, hadis, kelâm, fıkıh gibi ilim dallarını kastediyoruz, bu ilim dallarını eserlerinde nasıl kullanmışlar? Bugün bu çok bilinen bir şey değil. Necip Fazıl, İslâmî ilimlerin en önemli branşlarından birisi olan hadis ve sîrete, tarihe, tarihi rivayetlere, hadislere nasıl bakıyordu? Bakış derken, eserlerinde hadislerinde nasıl kullanması. Bunu size takdim etmek istiyorum. Nasıl kullanmış hadisleri? Bu hususta çalışmalar yaptırıyorum, insanlar şaşırıyorlar. “Buradan tez olur mu?” diyen hocalar var. Halbuki sizi temin ederim, Necip Fazıl Kısakürek çalışmalarında bizim tesbitlerimize göre -ki bir master tezi yaptırdık bu konuda, üç bine yakın hadis kullanmış. Bu az bir sayı değildir. Buhari’nin kitabının içerisindeki tekrarları çıkarırsanız dört bin hadis vardır. Üstad, üç bine yakın hadis kullanmış. Ve bu hadislerin çoğunu, edebî bir üslupla tercüme etmiş, anlatmış. Bunlarla ilgili düşüncelerini söylemiş ve yorumlamış. Şimdi bunu nasıl ihmal edersiniz? Yepyeni bir bakış açısı getiriyor, perspektif getiriyor. Tabii bir âlim diyemiyoruz o anlamıyla. Necip Fazıl bir âlim midir? Değildir. Formel anlamda bir âlim diyemeyiz, ama mütefekkirdir. Kısakürek, bazı âyetleri ve hadisleri belki âlimlerden daha iyi şekilde yorumlamıştır. İslâmî ilimlerin belli branşlarını yorumlayarak, bulunduğu ortama bunu aktarmış en önemli mütefekkirlerimizden birisidir.
Müsaade ederseniz şuradan hareket etmek istiyorum. Biliyorsunuz, bizim tarihimizde karizmatik âlimler dediğimiz âlimlerin merkez teorileri vardır. O âlim geçmişe, kendinden önceki asra, bulunduğu döneme ve geleceğe o merkez teorisinden bakar. O merkezini belirleyen, ana mefkûresini ve düşüncesini belirleyen o fikre paradigma diyelim. Biraz Batılı bir dille kullanalım. Temel paradigması, merkez fikri vardır. Bütün âlimlerde vardır bu. Zaten karizmayı oluşturan şey de biliyorsunuz farklı unsurlardır. Yani Thomas Kuhn’un Karizmanın Oluşumu diye bir kitabı var Batı’da. Orada farklı unsurlardan bahsederiz. Karizma dediğiniz de sadece bir şey değildir. Giyimi olabilir, konuşması olabilir, bilgisi olur, derinliği olur, arka planı olur, aksiyonu olur. Birçok yön vardır; onların hepsi bir araya geldiğinde bir karizmatik şahsiyet, merkezi şahsiyet ortaya çıkmış olur. Bu yönüyle bakıldığında İslâm ümmetinin en merkezi şahsiyeti kimdir? Allah Resulü’dür. Yani onda hiç şüphe yok. Ondan sonra sahâbe nesli gelir. Bu âlimlerimizde de mütefekkirlerimizde de bu var. Siz eğer o karizmayı, o en temel fikrini oluşturan paradigmasını anlamazsanız o âlimi anlayamazsınız. Mesela Gazâlî’yi örnek verelim. Gazâlî’nin temel paradigmasını anlamadığınız zaman onun fikriyatını anlamanız mümkün değildir. Fahreddin Râzî de, Ebû Hanîfe de, İmam Şâfiî de öyledir. Peki o zaman, karizmatik bir şahsiyet olarak “Necip Fazıl’ın temel paradigmasının, karizmasının en temel unsur nedir?” dediğinizde ben size şu cevabı veririm: Bütün fikriyatını mihrak şahsiyet olarak gördüğü Allah Resulü. O’nun sevgisi etrafında yürümüştür hep. Hadislere bakışının da diğer ilimlere bakışının da temelini oluşturan şey budur.
Necip Fazıl’ın paradigmasında öne çıkan kavram nurdur. Biliyorsunuz Kur’an ve Sünnet’te nur kavramı çok önemlidir. Nur suresindeki “Allâhu nûr’u-s semâvâti ve’l-ard” (Nûr/35) ayeti vardır. Kısakürek, oradan hareketle kâinatın varoluşunun sebebi olarak Hz. Peygamber’i görür. Tabii burada bir tartışma var. Ona da hemen değinip geçeyim. Biliyorsunuz bilhassa tasavvufta öne çıkan, Nur-i Muhammedî kavramı vardır. Bir rivayet vardır bununla ilgili. Orada geçen Nur-i Muhammedî kavramına Necip Fazıl çok önem veren bir mütefekkir ve şairdir. O, Allah Resulünü, Hz. Âdem’den önce varlığı olan Hz. Âdem’in varlığını da kendisine borçlu olan şahsiyet olarak görür, hatta eserlerinde bu şekilde anlatır. Aslında kâinatın varlığı Hz. Peygamber’in hatırına yaratıldığı şeklinde bir anlayışı vardır. Bu rivayeti hadisçiler olarak zayıf hatta uydurma olarak biz kabul ederiz. “Levlâke levlâke ve mâ hâlâktul eflâk” diye bir rivayet var biliyorsunuz. Kelâm-ı kibar da diyelim. Necip Fazıl onu merkeze koyan bir mütefekkir. O yüzden bakıldığında Necip Fazıl’ı anlamak, İslâm ilimlerine bakışını anlamak kolay da değildir.
Bir yandan bakıyorsunuz eserlerinde âyetleri ve hadisleri anlamada işte geçmişimize bakışta çok zâhirci, zâhirî bir yönü öne çıkaran bir anlayışı var. Diğer yandan baktığınızda da biraz bâtına ve iş’ârî anlayışa yönelen bir tarafı var. Yani zâhir ile bâtın arasında gidip gelen bir anlayışı var Kısakürek’in. Merkez bir fikre sahip olmak anlamında bir âlim denebilse de “İslâmî ilimlerin bir bütün olarak usulü kendisinde yerleşmiş midir?” derseniz ona yerleşmiş diyemem. Biz İslâmî ilimlerde bir âlimi veya bir mütefekkiri usûlle belirleriz. Usûlü iyiyse, usûlde muhkemse, oradan bakarız. Yoksa meseleleri tek tek bilmesi yeterli değildir. “Usûlü nedir?” diye bakılır orada. Dolayısıyla o merkezi belirlemede usûl çok önemli bir yöndür. Necip Fazıl’ın dini anlamada usulü yani usûlü’d-dînî mutlaka var. Ancak bir fıkıh usûlü, bir hadis usûlü, bir tefsir usûlü anlamında biraz eksiğinin olduğunu söyleyebilirim. Çünkü eserlerine bakıldığında bunlar yok. Bu da normaldir, bir formel eğitimden geçmiş olduğunu görmüyoruz. Tabii okumaları var, işte üstadı Abdülhakîm Arvâsî gibi etkilendiği birçok şahsiyet var. Tasavvuf büyükleri var, İmâm-ı Rabbânî, Muhyiddin İbnü’l-Arabî, Ebû Hanîfe, Gazâlî gibi şahsiyetler var. Burada şunu da söyleyeyim ki ben, “fıkıh usulü”nü bildiğimiz fıkıh usulü olarak anlamıyorum. Yani âyet ve hadisleri, nasları anlama usulü olarak anlıyorum. Doğru olanın bu olduğunu düşünüyorum: onun dışında hadis usulü, fıkıh usulü, tefsir usulü diye sıralanır.
Hadis ve sünnete yönelik anlayışının temelini, bu saydığım âlimlerin ve bunlara ilave edilecek başka âlimlerin anlayışı çerçevesinde oluşturmuş. Ve anlayışın da en önemli öne çıkan yönlerden birisi -ki bugün çok eksiğini duyduğumuz bir şey bu- iman ve aksiyon mesela. İman ve aksiyon ne demek? İman ve aksiyon şu demek: “Ey iman edenler, iman edin.” (Nisâ/136) buyuruyor Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de. İman bir iddiaysa, imanın ispatlandığı yer de aksiyondur, ameldir, pratiktir. Dolayısıyla pratiğin oluşması için de bir şuurun, bir bilincin oluşması gerekir. Bugün bence Müslümanlar olarak, İslâm dünyası olarak en önemli eksikliğimiz bu. Akademide de bu çok yerinde verilmiyor bence. Bilgiyi bir yığın olarak almamak, bilgiyi bilince, bilinci de aksiyona, amele dönüştürmektir mesele. İşte Necip Fazıl hadisleri, âyetleri ele alırken kesinlikle ve kesinlikle aksiyon bağlamında hep ele alıyor, pratik olarak düşünüyor. “Pratik hayatta bundan nasıl faydalanırım?” hesabını yapıyor. “Onu hayatımda nasıl faydalı hale getiririm, nasıl kullanabilirim, nasıl aksiyonuma dönüştürebilirim?” fikri var Necip Fazıl’da. Bu çok önemli bir şeydir. “Hadislerin, âyetlerin toplumsallaşması, topluma mal edilmesi, rafine bir dille, güzel bir dille, estetik bir dille, edebî bir dille topluma, insanlara, farklı kesimlere nasıl ulaştırabilirim?” bunun hesabında Necip Fazıl. Âyet ve hadisleri o kadar estetik bir dille anlatıyor ki, anlattığı şey kulağınızda takılı kalır. Çok kolay olarak da ezberlenebilir. Şiir bir dille bunu anlatıyor çoğunlukla. Dedik ya 2700 küsur hadis kullanmış, onların birçoğunu edebî bir dille tercüme etmiş. Bunu şiirsel bir dille yapmış. Baktığımızda şiirsel bir dille hadisleri, âyetleri tefsir eden, tercüme eden başka âlimler de var, başka şairler de var tarihte. Manzum hadis eserleri de yazılmış. Hatta bunu yapanlar var, ama Necip Fazıl’ın onların içerisinde çok belirgin olarak öne çıktığını söyleyebilirim.
Necip Fazıl’ın fikriyatda birinci olarak, Allah Resulü, çok merkezi bir şahsiyet dedik. İkincisi ise sahâbe çok önemlidir. Sahâbe kurucu nesil çünkü. Kurucu nesil sahâbeyi çok merkeze koyuyor. Bugün de şahsen aslında İslâm dünyasında ve Türkiye'de anlayışları, ayakları kaydıran Allah Resulü’ne bakış ve sahâbeye bakış olduğunu düşünüyorum. Resulü’ne bakışımız düzgünse veya onun kurucu nesli sahâbeye bakışımız düzgünse gerçekten bu anlamda ayağımızın kaymama ihtimali daha fazla. Mesela Şia’nın sahâbeye bakışında sakatlık vardır. Ehl-i sünnetin dışında ehl-i bid’at dediklerimiz sahâbeye bakışı problemli. Allah Resulü’ne bakışlarında da sakatlık olmuş oluyor böylece. Sahâbeyi holistik bir bütün olarak ele almayıp, sahâbenin kurucu nesil özelliğini ele almayıp onları parçacı, bazılarını kabul edip bazılarını kabul etmeme şeklinde ele almak, aslında ayağı kaydıran en önemli şeylerden birisidir. Kur’an’ı bize getiren, nakleden, aktaran nesil kimdir? Sahâbedir. Dolayısıyla o sahâbeyi o fonksiyonuyla ele almak ve aktarmak son derece önemli. Bugün de bizim için hâlâ çok önemli bir şey bu. O yüzden Necip Fazıl’da bu anlayışın çok belirgin olduğunu, sahâbeye bakışın çok belirgin olduğunu görüyoruz. Bugün de İslâm dünyasında sizin belki de okuduğunuz bazı kitaplarda da görüyoruz. Mesela şimdi karşımıza Şiî propagandaları çıkıyor, sahâbe düşmanlığına yönelik. Emevîler’i topyekûn düşman ilân eden bir anlayış var veya Emevi savunuculuğuyla Ehl-i beyt’i biraz ihmal eden yaklaşımlar karşımıza çıkıyor. Necip Fazıl’da bunu görmüyoruz. Merhum Necip Fazıl burada biraz daha dengeli bir bakış ortaya koyuyor. Dolayısıyla hakikaten önemli bir yöndür bu.
Şimdi ben bu kadarla yetinmek istiyorum. Diğer hadis meselelerine, hadis usulüne, hadis kitaplarına bakışı var tabii ki. Hadisleri epistemolojik bir temelde ele alması var ki bu da az önce vurgu yaptığım gibi bugün eksikliğini duyduğumuz bir şey.
Şunu kastediyorum arkadaşlar: Hadislerin senetleri, tarihi tabii ki önemli, onları bilmeden hadisleri anlamak zor, ama onlara takılıp kalmak kötü. Hadislerin bugün insanlığa mesajını nasıl ulaştırabiliriz? Bunun üzerinde daha ziyade kafa yormamız lâzım. Bu yüzden de Necip Fazıl'ın önemi de burada ortaya çıkıyor. Hadisleri farklı toplum kesimlerine, o epistemolojisini, o anlamını, manasını ulaştırmada kafa yormuş ve onları güzel bir estetik üslupla aktarmaya çalışmış. Bizim de bu manada bugün bu hadisleri insanlara, topluma ulaştırmada daha farklı yöntemleri kullanmamız gerekiyor. Bunun gayreti içerisinde olmamız lâzım. Bunun için de hadisleri, mirasımızı, geleneğimizi, ilimlerimizi bütüncül bir şekilde bileceğiz. Elbette bu yetmez. Konteks dediğimiz, bugün içinde yaşadığımız çağı çok iyi bileceğiz. Bunun için de âlim tanımı da değişmiştir aslında. Âlim klasiği çok iyi bilen insan değil, aynı zamanda vakıayı, içinde yaşadığı toplumu, onların değer yargılarını bilen, dünyayı bilen insandır, bu ikisini cem eden insandır. Sizlerin de inşallah böyle kişiler olarak yetişmenizi temenni ederek Necip Fazıl’dan bu anlamda ilhamlar alabileceğimizi düşünüyorum. Son olarak bitirmeden önce sizlere Necip Fazıl’ın hadisleri nasıl bir edebî bir şekilde dilimize aktardığını göstermek istiyorum. Şöyle manzum olarak çevirdiği bir iki hadis var, dikkatimi de çekmişti. Mesela şöyle diyor:
-Her güzel daha güzele yaver,-
Allah güzeldir güzeli sever.
Böyle bir hadis tercümesi de var:
-Güzel yüzlülerden devşir çiçeği,-
Güzel yüzlülerden iste gerçeği.
Başka bir misâl, iki hadisi şöyle tercüme etmiş:
Affediniz, affedilirsiniz,
-Yoksa rahmetten kesilirsiniz.-
-Bağlan sözüne candan,-
Ahde vefa imandan.
Bakın ne kadar hatırda kalıcı şeyler değil mi? Bu tür şeyler tercümede çok önemli. Mesela iki tane daha örnek vereyim:
O yüz her hattı tevhid kaleminden bir satır,
O yüz ki göz deyince Allah’ı hatırlatır…
Yani görüldüğünde Allah’ı hatırlatan kişiler vardır yani yüzler o manada.
Şu hadiste toplanmış tüm hikmet ve gerçek,
Hesaba çekilmeden kendini hesaba çek.
Müthiş gerçekten. Hakikaten çok tavsiye ederim. Sizlere de özellikle Nur Harmanı gibi belli hadisleri topladığı eserleri de var. Özellikle bir ilahiyat, İslâmî İlimler talebesinin okuması gereken eserler.
Sabırla dinlediğiniz için çok teşekkür ediyorum.
Konuşan: Prof. Dr. Özcan Hıdır
Hazırlayan: Aylık Baran Dergisi
Konferansın tamamını okumak için