Bir Başbakan şöyle bir lâf etmişti:
Makineyi yapacak makineyi yapmak... Hedefimiz budur!
«Makineyi yapacak makineyi yapmadıkça makinenin sömürücü ve öldürücü bir şey olduğu» tezi ve «makineyi yapan makine» tabiri, Büyük Doğu'nundur; ve doğrudan doğruya göstermemiş olmasına rağmen Kandıralı Nihat Beyin bu iktibası bizce memnuniyete şayandır. Keşke bütün Büyük Doğu ideolocyasını iktibas etse de kaynak göstermese...
Şu var ki, felsefi manada makineye ait bu kültüre ulaşmış olmak makinenin mahiyetini kuşatan büyük kültüre sahip bulunmak mânasına gelmez.
Makinenin nihayetini kuşatan ve kökünü Birinci Dünya Harbiyle atan büyük kültür şudur:
19'uncu Asrın ikinci yarısından sonra makine terakkileri gitgide insan tahakkümünden çıkacak ve aksine, insanı tahakkümü altına alacak bir mahiyet göstermeye başlamış; ve insanoğlunun azat kabul etmez kölesi makine, hususiyle Birinci Dünya Harbinin arkasından, çelikten o mankafa haliyle efendilik tahtına oturtulmuştur. Bu edebiyatı da, makineyi azizleştirme manasına (materyalist) Moskof dünyası körüklerken, makinenin getirdiği ruhî «dacret-sıkıntı» ve hafakanı dile getirme ve ilacını arama bakımından da (kapitalist) ve (spritüalist) âlem köpürtmüştür.
İşte Nâzım Hikmet:
Trum, trum, trum
Makineleşmek istiyorum!
Ve işte Fransız şairi (Süperviyel):
Binbir başlı ejderha, insan beyniyle doyan.
Hakikat şudur ki, makine, eski beşerî muvazeneleri silip süpürür, el işini ve sanat emeğini çürütür, sınıflar batırır ve sınıflar çıkarır, bilhassa «mâverâî-ötelere bağlı» itikatları pörsütürken, şaşkın insan ruhunda alabildiğine putlaşmış ve insan yapısı olduğunu unutturarak yeni bir insan sahibi zannedilmiştir.
İlâhî nur yoksunu cüce şair Tevfik Fikret'in, insanı anlatırken:
Putunu kendi yapar, kendi tapar.
Dediği şey, gerçekte makineden başka bir şey olamaz. Fakat o nasipsiz, bunu, Allah için söylemektedir.
Makinenin doğurduğu buhran ona haddini bildirecek, onu zapt ve teshir edecek, hükmü altına alacak bir iman hamlesini dâvet ettiği halde, bu hamle gösterilemedi; gösterilemeyince de putun şımarıklığı arttı ve Almanya'da filozof (Haydeger)e (Angst filozofi-buhran felsefesi) mektebini kurduran bu vaziyet Batı dünyasını bunalımdan bunalıma sürükleyerek İkinci Dünya Savaşı’na kadar geldi.
İkinci Dünya Savaşı, faşizma ve nazizmanın, Batı dünyasını yeni bir ruh müeyyidesine kavuşturma, (Greko-Latin) medeniyetini yeniden eserine hâkim kılma hamlesidir ve basit siyaset planında nasıl başlayıp nasıl bittiği malumdur.
Buhran ise, bir yanda, kafası güya, (antimateryalist), hayatı buz gibi (materyalist) Amerika, bir yanda da kafası (materyalist) ve hayatı (mistik) Rusya, her iki ülkenin hem içlerinde hem de birbirilerine karşı belirttikleri korkunç tezat ve sahte teselli arasında, aya kadar ayak basma zaferine rağmen en cılk bir müzminlik içinde bugüne kadar geldi.
İşte, en ince ve mahrem çizgisiyle, 20'nci Asrın kıymetler tablosu, istisnasız (teknoloji) ve makine; ve işte, (Greko-Latin) medeniyetinin son merhalesi, imanını arayan mustarip insanlık!..
Gök gürlerken yere kapanan vahşiler gibi önünde dize geldiğimiz ve bir buçuk asırdır balını kavanoz camından yalamaya çalıştığımız Batı dünyası, en halis teşhisiyle budur, ve ne hazindir ki, biz, başıboş (teknoloji) ve makine bakımından da onun hayatına ortak olmak mevkiinde değiliz.
Şu halde?..
- Evvela makineyi yapan makineyi yapalım, montaj sanayii maskaralığından kurtulalım ve gerisini sonra düşünelim!
Demeye getirdiğimizi mi sanıyorsunuz?
Hayır!
Böyle bir düşünce, alıştığımız soylardan bir başbakanın görüşü kadar sığ ve basit olur.
Bize düşen ilk iş, makineyi yapan makineyi ezbere yapmak değil, bütün mes'ut ve bedbaht macerasiyle çizgi çizgi ve nokta nokta Batıyı tanımak, onun makineyi ve her şeyi nasıl yaptığını ve sonra eserine nasıl mahkûm olduğunu bilmek, bugün içinde çırpındığı ruh buhranını anlamak ve mahrum olduğu iman müeyyidesine sahip ve ilacına malik olarak (teknoloji) ve makineye kucak açmaktır.
İslam’ın emrindeki (teknoloji) ve makine:
«-Ben insanı, eşya ve hâdiseleri zapt ve teshir etmesi için kendime halife olarak yarattım!»
Buyuran Allah'ın kuluna, azat kabul etmez köle diye verdiği terbiyeli bir hizmetçidir ve insanoğlunu burnundan yakalayıp ruhunda putlaşma ihtimaline muhal derecesinde uzaktır.
İslam’a nüfuz etmeden bu âlemde nüfuz edebileceğimiz hiçbir şey yoktur.
Necip Fazıl Kısakürek, Rapor 1/2, Büyük Doğu Yayınları, 2015, s. 99-102