Mustafa Kemal’in kendi el yazılarından oluşan ve Afet İnan’ın derleyip kendi imzasıyla yayımladığı “Medeni Bilgiler” adlı kitabında şu ifadeler kaydediliyor:
“Gerçekte dinleri konusunda halkın hiçbir fikri yoktur; din dediği şey, bilinmeyen inanç dizgelerine ve gizle karışık emellere kör bağlılıktan başka bir şey değildir. Tarih bize öğretir ki, bütün dinler milletlerin cehaletlerin yardımıyla utanmaksızın tanrı tarafından gönderildiğini söyleyen adamlar tarafından tesis olunmuştur.”
“M......d’in bir melekle ve Allah’la hakikaten konuşmuş olduğu kanaatinde bulunanlar olduğu gibi, Muhammed’in isteyerek böyle söylediğini ileri sürenler de olmuştur. M......d, ilk önce “Allah’ın Resûlü’yüm” diyerek ortaya çıkmamıştır. Bu düşünce, senelerce mücadele ettikten ve fikirlerini neşreyledikten sonra kendisine hasıl olmuştur.”
Afet İnan, Cumhuriyet’in ilanından 6 yıl sonra verdiği Yurt Bilgisi derslerine M. Kemal’in yaptığı müdahaleler sonucu son halini alan bu kitabı M. Kemal’e beğendirememişti. Kitap, dikte edilen ilavelerle birlikte “Medeni Bilgiler” adıyla basılır ve 1931’de Afet İnan imzasıyla ortaokul ve liselerde okutulur.
Mustafa Kemal’in 1 Kasım 1937 tarihli yaptığı son meclis konuşmasından;
“Bizim devlet idaresindeki ana programımız CHP programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, idarede ve siyasette bizi aydınlatıcı ana hatlardır. Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.”
Paşaların Kavgası adlı İsmet Bozdağ imzasıyla Aralık 1991’de çıkan kitaptan;
“Evet Karabekir; Arapoğlunun yavelerini Türk oğullarına öğretmek için Kur’an’ı Türkçe’ye tercüme ettireceğim ve böylece de okutacağım. Ta ki budalalık edip aldanmakta devam etmesinler!” (s.159)
“Kemalizmin Amentü”sünü Yazan Kişi Moiz Kohen
Moiz Kohen (1833-1961), Selanik’te haham geleneği takipçisi bir ailenin çocuğu. M. Kemal’in kurduğu Türk Dil Kurumu üyesi. 1928’de, yine bir “yahudi” olan Nissim Masliyah ve Dr. Samuel Abrevaya ile birlikte “Milli Hars Birliği”ni (Ulusal Kültür Birliği) kurdu. 1934’de “yahudi” Hanri Soriano ve Marcel Franco ile birlikte “Türk Kültür Cemiyeti”nin kurucuları arasında yer aldı. Tekinalp Meşruiyet’ten sonra Yunus Nadi’nin çıkardığı Rumeli gazetesiyle İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin fikirlerini Selanik merkezli gazetelerde yazılarına devam etti. 1912’de İstanbul’a geldi. Yazılarında kendi adını kullanmıyor, “Tekinalp” imzasını atıyordu. Kohen, 1961’de Fransa’nın Nice şehrinde ölmüş ve kendi milletinin mezarlığına gömülmüştür. Tekinalp, 1944’te çıkan “Türk Ruhu” adlı 287 sayfalık eserinde, daima Ziya Gökalp’tan bahsetmekte ve ona: “Türkçülüğün hakiki peygamberi”, “Türkçülüğün mübeşşiri” gibi sıfatlar vermekte, “Üstad” diye anmaktadır.”
Kohen’in “Kahrolsun Şeriat Hükümeti” başlıklı yazısından:
“Lozan muahedesinden sonra, İstiklal mücadelesi (…) dahili (iç) düşmana tevcih edildiği zaman, kafası ezilecek olan bu düşmanın adı teokrasi idi. (…) Ve hep aynı muzır zihniyet yüzünden bütün Türk Milleti göze görünmez kafeslerin arkasında Garp kültüründen uzak, menbaı Arabistan çöllerinde bulunan ruhani ve şer’i kanunların tesiri altında yaşamaya mecbur bulunuyordu.
Kamal Atatürk, hasmın kuvvetini hiçbir zaman azımsamamıştır. Ona cepheden hücum etmenin cüretkarlık olacağını bilmiyor değildi.” (sayfa 94, 95)
“Sarığın festen çok daha tehlikeli olduğunu söylemek zaittir. Sarık bir remiz, bir tılsım değil, bir düşmandı, şeriatin ta kendisiydi.” (sayfa 104)
Niyazi Berkes
Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma adlı kitabında “Türk Ulusçuluğu” derken Kemalizm’in güdücülerinin kimlikleri şöyle sıralanıyor:
“Türk ulusçuluğu fikrini Batı’da ileri sürenler arasında tanınan Lumley Davids, Leon Cahun, Arminius Vambery gibi Musevi asıllı kişiler olduğu halde, İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni desteklemede de Emmanuel Carasso (Karasso) daha sonra Moses (Moiz) Cohen, Abraham Galanti gibi yerli Museviler olduğu halde, İttihatçıların iktidara geçişinden umutlanan Siyonistlerin Filistin’in Musevi yurdu olarak tanıtılması isteklerine İttihatçılar (…) olumsuz bir tepki göstermişlerdir.”
“Genel olarak “Jön” Türklerin, özel olarak İttihat ve Terakki önderlerinin Bektaşilik, Masonluk, Musevilik ve Siyonistlikle ilişkileri üzerine yazılan yazıların hemen hepsi kasıtlı olarak din, siyaset ya da ırk görüşleri ile yazıldığından bu ilişkilerin niteliğinin objektif olarak belirtilmesi dikenli bir sorun olmuştur. Garip olan, bu yönde en aşırı iddialarda bulunan Türkçü, Irkçı ve Turancı denen yazarların asıl Türkçülük ve Turancılık akım ve fikirlerinde 19. ve 20. yüzyıllarda Avrupalı ve yerli Musevilerin oynadığı büyük rolü bilmemeleri ya da bilmezlikten gelmeleridir.”