Romanda hem erkeğin hem kadının rolüne dikkat çekiliyor. Bir gencin idealleri ve temiz duyguları, hayatın zorlukları içinden ifade ediliyor. Kurguda güçlü bir dil ve sağlam bir fikrî altyapısı var. Roman baştan sona istikrarlı bir yapıda sürüyor, hiç sıradanlaşmıyor.
Faruk Hanoğlu'nun Selma “İçimizdeki Yara” isimli romanı Gölge Yayınları tarafından Aralık 2023 tarihinde yayımlandı. Roman, bir genç kızın günlükleri üzerinden hakikat arayışı üzerinedir. “Selma”, bir aşk romanı. Bir insanın karşı cinse aşkından başlıyor, ancak ondan sonra karşı cinsi aşarak müteal (aşkın) olana doğru yol alıyor.
Romanda bir insanın oluş ıstırabı olarak, “Ne olmalı, nasıl olmalı” sorularına cevap mahiyetinde yaşanmaya değer hayat meselesi irdeleniyor. Eserde, her kelime yerini bulmuş, her duygu yaşanmış izlenimi veriyor. Öyle ki fazla bir kelime, gereksiz bir tahlil yok gibi. Romanın dili sade ve anlaşılır, üslubu ise akıcı. Eserin ana teması ise erkek-kadın ilişkileri üzerinden kâinat muhasebesi yapmaktır.
Romanda aşkın, âleme bağlı ve özel oluşu (varoluş ferden yaşanan bir hakikattir ve kimse kimsenin yerine varolamaz), belli bir insandan daha büyük oluşu, güzelliğin güzel bakmakla ilgisi, bunun doğru fikir oluşu gibi meseleler inceleniyor. Bu mevzular yanında ilk görüşte aşk meselesine de bir açıklama getiriliyor. Bir gencin idealleri ve temiz duyguları, hayatın zorlukları içinden ifade ediliyor.
Aşk mevzu etrafında onu surete kurban etmemek ve suretin hakikati araştırılıyor. Aşka medar olan suret hangisi? Şekil ve kıyafet suret nedir? Bürünmemiz gereken suret mi? Suret ve gönül ilişkisi ne ve nasıldır? Bütün bu mevzular romanda tahlil ediliyor ve sevgi ve suretin hakikatinin ne ve nasıl olduğu, merkezinde kim olduğu da olay örgüsü içinde zikrediliyor.
Kitabın dilinde ümit ve aksiyon teması güzel örülmüş. Selma güneşi pırıl pırıl bir Müslüman genç hanım. Zaten eserde pencereye vuran güneş tasvirinden mecazi güneşe basamak yapılır. (s.25) Güneş sembolü sıkça kullanılır. Güneş sembolünü içimizdeki ışık ve nur olarak da okuyabiliriz. “İçimizdeki çocuk” cephesini de bu manada görebiliriz.
Eserde büyüklerin sevgiyi dışlayıcı düz mantıkla hadiselere bakışının eleştirilmesi ise bizde Küçük Prens romanını çağrıştırır.
Selma’nın kendine güveni de tam. Selma gururundan veya kibrinden değil, imanından dolayı başı dik. Her genç kız gibi hayalleri var, ancak hayalleri nefsi değil ulvi. Hayallerinin hepsi olacak diye bir şey yok, Selma bunun farkında. Misal kendi heyecanını kendi üretiyor o, içindeki çocuğu hiçbir zaman öldürmemiş. Hem çocuk sevgisi hem ruhunun safiyeti ve neşesi bunu gösteriyor. Ayrıca o nefretten de beslenmiyor. Selma, kesinlikle bencil biri de değil.
Romanda kadın üzerinden kâinat muhasebesi yapılırken “Erkek için aşk kadında biten bir mesele değildir.” (s.51) deniyor. Et tırnak gibi birbirine yapışık olan kadınlık ve annelik hakkında da güzel tasvirler var romanda. Selma, kadınlık ile annelik arasındaki nüansı da şöyle ifade ediyor: “Bu bir kadın serzenişi değil, anne hakkı!” (s.117) Selma'nın çocuk sevgisi ve eğitimci danışman olarak başkalarıyla ilgilenmekten nefsinde rahata ermesi ise kendinden zuhura bir misal olarak gösteriliyor.
Selma, İstanbul'da bir iş yerinde çalışır. Daha sonra üniversiteyi bitirince Ankara'da bir kız öğrenci yurdunda danışmanlık yapar ve orada gençlerle birebir ilgilenmekten mutluluk duyar. Öyle ki onların yıldızı olur.
Eserde varlık meseleleri yanında bilgi meseleleri de inceleniyor. Ruh-akıl-sezgi-dil meseleleri. Ruh-akıl ve zekanın yeri ve fonksiyonları, zamanı kuşatan ruh gerçekliği ve bununla bağlantılı olarak zaman ve iş ölçüsü. Hayatı yakalamak ve onun dinamizmi karşısında yutulmamak meselesi…
Eserin aksiyon dilinin güçlü oluşu ve bununla hayatın meseleleri karşısında duruş sergileyebilmesi, İbda’nın aksiyon dilini idrak etmesi ile ilgili bir husustur. İdeoloji/dünya görüşü kazanımı da diyebiliriz. Selma’da gördüğümüz güçlü his ise (beş duyu değil, ruhun merkezinde yer alan duygu, müşterek idrak mekanizması) yazarın geniş bakış açısını yansıtır. Bunu sanatın bir dalı olan romanda tecelli ettirmek güzel bir faaliyet. Varlık ve idrak ilişkisi eserde şöyle işaretleniyor: “Ruhum kendisini dışarıda gösteriyor. Zaten his de dış dünyayı var eden duygularımızın bizdeki hissesi oluyor.” (s.129)
Romanda hem erkeğin hem kadının rolüne dikkat çekiliyor. Ne feminist ne maço erkek tipi çiziliyor. (s.90) “Kendisiyle birlikte kadını da kurtarmalı.” (s.89) deniyor. Romanda özetle “Kadında kadını kurtarın, öldürmeyin.” deniyor. Kadın kadın olarak erkek ise erkek olarak kurtarılmalı. Bunun “nasıl” ve “niçin”i ise bir ideolocya/dünya görüşü meselesi ve romanın son bölümlerinde bu husus açıkça ifade ediliyor. Ancak son bölüme gelmeden önce de ideolojinin zaruretini hissettiriyor, varlık, bilgi, değer, iş ve zaman ölçüleri ve hayatta müşahhas hedefler üzerinden ideolocyanın zarureti ustaca gösteriliyor. (s.121-122)
Eserde dışlayıcı bir dil yok. Kapsayıcı ve merhamet edici bir dil hâkim. Dikkat çekici bir çalışma olan kapak kompozisyonunda yan durmuş ve elinde ısırılmış elma olan Selma figürünün yanında ağuşunu açmış bir merhamet eli var. Esma İnci’nin hazırladığı kapak kompozisyonu, bu hüzne eşlik eden renkler ile bir bütünlük arz ediyor. El üstünde tutulması gereken Selma'nın fikirlerinin toplumda kabul görmediği, onun yan dönmüş oturuşundan da anlaşılıyor.
Eserin yazılış sebebini de izah eden ve dindar kesimdeki problemlere de işaret eden şu cümleleri Önsöz’den sizin için işaretledik:
“İslâmî anlayışın yok olmaya yüz tuttuğu son birkaç yüzyıldır ülkemizde kadına ve özellikle kadın olma yolunda ilerlemek isteyen, düşünen, araştıran, fert ve toplum meselelerinin hallinde sorumluluk üstlenmek isteyen kızlarımıza karşı anne, baba ve ailedeki diğer erkekler tarafından kontrolsüz, adaletsiz ve vicdanî mefhumlardan yoksun davranışlar peydah oldu. Kızlarımız manası boşaltılmış ve asıl gayeden yoksun geleneklerle kolaya kaçılarak içine hapsedilmemelidir. (...) Kızlarımızı vicdanî hassasiyetleri gözeterek fark etme, tanıma, anlama ve dünya gerçeklerine hazır hâle getirme mecburiyetindeyiz. Onlara güya kadın olmayı telkin ederken, içlerindeki kadından mahrum etmemeliyiz. (...) Duygu istismarcısı ve ucuz romantiklerden olmama adına bu eser kadından daha çok, aslıyla erkeğe yazılmıştır.”
Romanın temel temaları aşk, sevgi, güzel, çocuk, ümit ve aksiyondur. Her şeyin ambalajı, çerçevesi, tarz ve metodu demek olan güzel kavramı üzerinde biraz duralım. İnsan ruhu hep güzeli arar. Necip Fazıl, “Güzel için yaşıyoruz bir bakıma!..” diyor. Allah’ın en güzel eseri insan olduğuna göre güzeli aramamız aynı zamanda fıtrat işidir. Allah'ın yarattıkları ise çirkin damgasını yemiştir. Batı’nın bâtıl ve çirkin olanı güzelleştirme ve günahı meşru gösterme çabalarına karşı Salih Mirzabeyoğlu'nun getirdiği “Doğrunun olmadığı yerde güzel de yoktur.” (s.30-32) ölçüsü, romanın muhtelif mevzularında pırıldatılır. Bu ölçü müşahhas hadiseler zemininde gösterilir. İnsanın gerek iç gerek dış olsun, her türlü aksiyonu da içimizdeki güzelliğin dışa taşması demektir. Demek ki aksiyonu olmayanın içi de güzel değildir.
Roman tarzı olduğundan dolayı bu eserde doğrudan alıntılar azdır. Ancak yazarımız kurguladığı bu romanda bir bakış açısı sahibi olduğu gibi kültürel altyapının da kuvvetli olduğunu hissettirir. Bu açıdan romanda metinlerarasılık yani dolaylı alıntılar ustaca yapılmış, hâdiseler içinde tam zamanında ve kıvamında verilmiştir. Güzel, güzelin hakikati, yaşamayı deneme, kadında kâinat muhasebesi yapmak gibi kavram ve yaklaşımlar, BD-İBDA metinlerine dolaylı ve ustaca atıflar taşımaktadır.
Selma, hadiselerin özünü yakalayıcı ve kendi hal muhasebesine çevirici güçlü bir karakter. Annesini gözlemlerken söylediği şu söz, kısır ve sığ meselelerle dertli, ancak hakikatte dertsiz insanları yansıtıyor: “Kendisinden kaçmayı nasıl bu kadar ustalıkla başarıyor?” Romanda, “sevgisiz hayat ne kadar ruhsuz” deniyor, ancak sadece söylemde kalmayıp sevginin hakikati de araştırılıyor. Niçin ve nasıl sevmeliyiz? Bunu öğrensek bari! (s.40-41) deniyor. “Ruhsuzluktan dolayı eşya haline gelmiş.” (s.55) tesbitinde bulunuyor. Kendimizi iyi hissetmemenin ölü olmakla yakın alakalı olduğu söyleniyor. Menfiliklerin arkasına sığınmayan Selma’nın irade ve azmi ise şöyle ifade ediliyor: “İnsanın şartları bütün dünyayı değiştirmeye yetmiyorsa kendi şartları içinde dünyasını değiştirebildiğini bütün dünyaya gösterebilir. Fakat gayesi her zaman kendi inandığı şeyi bütün dünyaya hâkim kılmak olmalıdır. İnsanlık adına idealleri olmayan insanların yaşamak için ucuz teselliler peşinde olduğunu düşünüyorum.” (s.54) Bir başka te ise şöyle deniyor: “Sonuçta mutsuz hissedecek çok sebep olsa da mutlu olabileceğimiz çok daha fazla sebep vardır. Bunun için sadece kendi heyecanımızı üretebilmemiz gerekiyor.” (43)
Romanda, “İyi olmalıyız, kötülük yapmamalıyız!” derken bunun nasıl ve niçin’ine hiç yanaşmayan, üstelik geleneklere sımsıkı bağlılıkla işi yürüteceğini zanneden, eşya ve hâdiselere tasarruf cehdini de yitirmiş olan sözde Müslümanlar da eleştirilir. (s.57) Geleneğin tekrarı veya ecdadımızın övüncü ile yeni zaman ve mekân meselelerini çözemeyiz. Geleneğe de sahip çıkarak yeni şeyler söylemeli/yapmalıyız. Özetle bir tez savunulur.
Romanda kuvvetli çevre tasviri olmasa da psikolojik unsurlar iyi verilmiş, Selma’nın duygu dünyası canlı yansıtılmış, bazı güzel sahne tasvirleri de yapılmıştır. Romanda başkişinin iç konuşması tesirli verilmiş olup romanın yazılış amacına da uygundur. Çatışma ve anlatılar ise bu iç konuşma üzerinden yürümüştür. Zaten günlük tarzı buna yatkındır. Romanda Selma’nın şahsında ümit ve idealler iyi işlenmiş olup bir gencin böyle muhasebe yapması ve milyonların acısını içinde duyması saygı duyulacak bir haslettir. İşin aslında Selma, toplumun acısıdır. Bundan dolayı şöyle denir romanda: “O zaman içimizde kanayan yaranın adı Selma olsun, Selma hepimizin içindeki yara…” (s.51) Selma, yazdığı günlükler boyunca içimizde bir yara gibi akmıştır. Zaten eserin alt başlığında da bu husus ifade edilmiştir. “Yuva” kavramı da romanda işlenmiş, bu kavramın sıcaklığı verilmiş. Bu bahsi okurken aklıma Salih Mirzabeyoğlu’nun Münşeat eserindeki şu dizeler geldi: “Evimi özledim/gerçek! Ama o gerçek için zindandayım ben/Yuva olsun diye bütün evler!”
Eser, iki bölüm halinde sunulur. Birinci bölümde Caner’in şahsında aranılan bulunamazken, ikinci bölümde sevmeyi bilen, kadın ve erkek sevgisinin üstünde bir sevgiye bağlı olan Veysel Karan’ın şahsında mesele vuzuha kavuşur. Birinci bölümde kendini ve çevreyi tanıma ağırlıkta olurken, ikinci bölüm Selma’nın bir sene arayla başladığı günlüklerle devam eder. İkinci bölümde ruh değişikliğine paralel mekân değişikliği de yaşanır. Selma İstanbul’da kendini kaybolmuş hissediyordu, Ankara’ya taşınır ve orada kendi aksiyonunu ifade eden bir iş bulur.
Selma, toplumun ıstırabını da duyan biri, dedik. Zaten onu ayakta tutan asıl faktör, kendi sevgisi üstünde böyle bir idealinin olmasıdır. Selma’nın yurttaki faaliyetlerden mutluluk duyması da bu yüzden, onun kendini aşabilmesinden. Selma, kendi değişmeden çevresindekilerin değişmesini bekleyen safdil veya tembellerden de değil! Roman gerçekçi bir dil ile yazılmış, hayata mutabık. Eğitim mevzuu üzerinden insan olma/kendin olma danışman Selma tarafından şöyle ifade ediliyor: “Belli bir yönetmelik dahilinde gençlerin yaşadığı sorun ve tercihleriyle ilgili danışmanlık yapıyorum. Bu tercihleri aslında onlara izleyenler olarak bizler veriyoruz. Onlar tercih yapabilme konusunda henüz çok az bilgiye sahipler. Eğitim zannettikleri şey çocuklara güya hayatta kalmayı öğretmek fakat asıl olması gereken onlara hayatın kendisi olduklarını göstermek. Hayatı kendilerinden habersizce dışarıda arıyorlar. Onları hayatın en başında bu hatayla karşılıyoruz. İnsan bütün bir hayat kendisini arıyor. Onu nerede araması gerektiğini ise eğitimciler olarak biz öğretiyoruz. Burada duygusal bir meseleden bahsetmiyoruz. Yani böyle bilsek de gerçekten hayat insanın kendisidir. İster duygusal ister tamamen duygusuz bak, bunun cevabı budur.” (s.106)
Sevginin merkezinde kim olduğu da işaret ediliyor eserde. Allah’ın “Sevgilim” diye hitap ettiği Kâinatın Efendisi sevginin mihrakındadır. “Aslında bütün insanlar sadece bir insanı sever.” (s.140) denir. Allah Resulü’nün sevgisinden başka hiçbir sevginin onun kadar kalbi doldurup taşabilmesinin mümkün olmadığı ifade edilir. Peygamber Efendimizin Ayşe annemize söylediği, “Seni kördüğüm gibi seviyorum.” sözü de hatırlatılıp “meselenin kördüğümü çözmek değil, bir erkek tarafından kadının böyle sevilmesi olduğu” (s.64) da açıklanır. Bu hikmetler özlü bir şekilde verilir. Yani hikmet satıcılığı yapılmaz. Romanın usûl ve üslûbu içinde sanatçı bir dil ile ifade edilir.
Romanın finali diyebileceğimiz Selma’nın Veysel Karan’la karşılaşma sahnesi, tasvir ve gerilim açısından finale yaraşır bir nitelikteydi. Hayatın sır ve karmaşıklığına karşı romanın sonu Türk filmleri gibi mutlu bitti. Hayatın acımasızlığına karşı (aslında bu teşhis de bakılan yere göre değişir) romanın sonu fazla mı iyimser bitti? Veya şöyle mi yorumlamalıyız? Yeni nizam-yeni insan idealine uygun bu sahne, hayal olmayıp parmaklarımızın ucunda yakalanacak bir realitedir. Yeni nesillere de bu hissettirilmeli, zevki duyulmalı! Ayrıca Selma’dan şunu anladık ki hayatın sıkıntılarına karşı yıkılmayan, kendisini yenilemesini bilen ve “üst dil-üst diyalektik” (Büyük Doğu-İbda) ile irtibatının kurabilen her kişinin onu bekleyen her sıkıntıyı “kader sırrı” ile karşılayacağı hususudur.
Selma’nın çocukluğunda bisikletten düşüş hadisesi ile uçurtma şenliğine gidemeyişindeki hüsranının, Caner’de yaşadığı hayal kırıklığına teşbih edilmesi bir sanatçı ustalığında verilmiş. Selma’nın bisiklete binişi ve onu rüzgâr gülü olarak niteleyişi ise rüzgârın Rahman’ın nefesi ve rahmeti oluşu ile ilgili görülebilir. Bu da romanda metinlerarası ilişkiye başka misaldir.
Eseri okuyup bitirince, kitabın sonuna isabetli bir seçimle konulmuş Üstad Necip Fazıl’ın “Kadın” şiiriyle karşılaşıyoruz. Bu şiirin bir mısraındaki gibi Selma, “Elmas sorguçlu fikir”dir. Asaleti, zarafeti ve kadınlığını korumasıyla. Yine Üstad’ın bu şiirindeki gibi, “Kalıp değil fikir”dir. Romanda kadındaki kâinatı fethe davet var, kolay yoldan erkekliğe değil!..
Kurguda sürükleyici bir macera olmasa bile güçlü bir dil ve sağlam bir fikrî altyapısı var. Roman baştan sona istikrarlı bir yapıda sürer, hiç sıradanlaşmaz. Selma’daki ışıltı hiç kaybolmaz, asıl ondaki bu ışıltıyı sevmek lazım. “Leyla’dan Mevla’ya” esprisini hatırlatan aşk romanının anahtar kelimesi “Selma’daki sevgi” olsa gerek. Selma’nın Veysel için söylediğini biz onun için söyleyebiliriz: “Ben onun sevgisine aşığım.” (s.218)
Son bir not olarak, bu aşk romanında aşkın semeresi de güzel ve faydalı bir yol ile bizlere sunulmuş: “Aşk insanı inanmaya, inanmak da insanı çok çalışmaya sevk ediyor.” (s.193) Demek ki içimizdeki atalet ve zorlukları aşamamamızın sebebi aşkımızı tazeleyememektir… Kitap okuma mevzuunda da ataleti bırakarak iyi okumalar dilerim!..
Aylık Baran Dergisi 24. Sayı, Şubat 2024