Sizi böyle erken aradım ama saat 4’te bir ziyaretçim gelecek de ondan.
(Av. Güven Yılmaz, kendisi için herhangi bir problem teşkil etmediğini, müsait olduğunu söylüyor.)
Nasılsınız?
(Av. Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, teşekkür ediyor ve Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)
İyiyim, iyiyim. İyi haberlerin gelmesini bekliyorum. Böyle bazı haberler gelecek gibi görünüyor ama bekleyip göreceğiz en sonunda.
Her neyse...
Kumandan Mirzabeyoğlu nasıl?
(Av. Yılmaz, Kumandan Mirzabeyoğlu’nu “dün” Av. Ali Rıza Yaman’ın ziyaret ettiğini ve iyi olduğunu söylüyor.)
Av. Ali Rıza Yaman mı gitti? İyi, iyi.
(Av. Yılmaz, meslekdaşı Av. Ali Rıza Yaman’ın geçen hafta Sarp Kuray’ı da ziyaret ettiğini söylüyor ve Carlos’a Sarp Kuray’ı tanıyıp tanımadığını soruyor.)
Hayır, tanımıyorum.
(Av. Yılmaz, Carlos’a kısaca Sarp Kuray’ı tanıtıyor ve şimdi Ankara’da bir cezaevinde olduğunu söylüyor.)
Kendisini tanımıyorum. Peki ne kadar zamandır, kaç yıldır cezaevinde?
(Av. Yılmaz, Sarp Kuray’ın beş yıldır cezaevinde olduğunu, fakat muhtemelen bir o kadar daha hapis yatacağını söylüyor.)
Anlıyorum.
(Av. Yılmaz, Sarp Kuray’ın aynı zamanda Carlos’a devrimci selâmlarını gönderdiğini de söylüyor.)
Ben de kendisine herşeyin en iyisini diliyorum. İnşallah hepimiz, ister Türkiye’de ister Venezüella’da, ama hür bir ülkede buluşuruz bir gün.
[Wikipedia’da Sarp Kuray: 1945 Sinop Boyabat doğumludur. Babası eski Ankara valisi Enver Kuray, dayısı Yassıada savcısı Ömer Egesel'dir. Önce Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne, daha sonra da Deniz Harp Okulu'na girmiştir. 1965 yılında Deniz Harp Okulu'nu bitirir. Ancak ordudan ayrılır. Sonra, Dev-Genç örgütünün kurucuları arasında yer almıştır. Ama 12 Mart 1971 Muhtırası yaşanınca tutuklanır, idam talebiyle yargılanarak 4 yıl tutuklu kalır. Dava sonunda 24 yıl hapse mahkûm edilir, fakat 1975 yılında çıkan özel afla serbest bırakılır. Bu olayların ardından yurtdışına gider. Yurtdışında kurduğu “Partizan Yolu / 16 Haziran Hareketi” adlı örgütü 1988 yılında fesheder. Daha sonra Ankara Sanat Tiyatrosunun kuruculuğunu yapar. 30 Ekim 2008'de Eşber Yağmurdereli, Prof. Dr. Şener Üşümezsoy, Ömer Gürcan gibi isimlerin de aralarında bulunduğu "16 Haziran Hareketi" üyeleriyle SHP'ye katılır ve 24 Mayıs 2008'de düzenlenen SHP Kurultayında SHP Parti Meclisi üyeliğine seçilir. 4 Şubat 2009 yılında Sarp Kuray, “16 Haziran örgütünü kurup yönettiği ve örgüt adına öldürme, yaralama ve bombalama gibi çok sayıda eylemin talimatını verdiği” gerekçesiyle çarptırıldığı müebbet hapis cezasının infazı için teslim olur ve tutuklanarak cezaevine konulur.]
Bana soracağınız herhangi bir soru var mı?
(Av. Yılmaz, sorusu olmadığını, dilediği gibi konuşabileceğini söylüyor Carlos’a.)
Enteresan şeyler olur bazen. Bugün televizyonda, bir Fransız haber kanalında şöyle bir haber verildi:
Gazze’deki bazı balıkçılar kumsaldan ağlarını çekerken –ileriye denizin derin yerlerine gidemiyorlar, malûm- ağır bir şey takılıyor ağlarına. Çok ağır bir Apollon heykeli bu; öyle kırık falan da olmayan, mükemmel durumda ve orijinal bir Yunan heykeli. Normal insan boyunda bir heykel.
İşte bu heykel kendi ağına takılan balıkçı hemen diğer arkadaşlarını yahut balıkçı dostlarını yardıma çağırıyor ve heykeli evine götürüyor.
Bu arada, heykelin fotoğrafı çekilip de herkes heykelden haberdar olunca, polis geliyor ve heykele el koyuyor.
En az 2000 yıllık bir heykeldir bulunan. Üstelik mükemmel durumda... Denizdeki birtakım otlardan dolayı sanırım, heykelin bazı yerleri yeşil...
Burada ilginç olan, bendeki tedaisi bakımından şu: Tarih, halkların –çoğul olarak kulanıyorum bunu- kendi kökenlerini unutmaması gerektiğini hatırlatmalı bize. Saf ırklar yoktur aynı şekilde. Türk halkı, köken itibariyle Orta Asyalıdır ve elbette etnik bir grubtur. Ancak Türkler bile diğerleriyle büyük ölçüde karışmıştır. Herkes, meselâ biz Latin Amerikalılar da öyle. Siyahlar, Kızılderililer, Avrupalılar ve Arabların bir karışımıyız. İnsanlık işte böyle birşey.
Niçin bu Apollon meselesi hakkında konuşmak istediğime gelince...
Bulunan heykel, Yunan Mitolojisi’ndeki “tanrıların tanrısı” Zeus’un oğullarından biri olan Apollon’a aitti ve tamamen çıplaktı.
“Işığın tanrısı”ydı Apollon; dünyaya ışığı getiren oydu. Işık önemli tabiî, yoksa karanlığa gömülürdü dünya. Aynı şekilde, müziğin, müzisyenlerin ve dansçıların da tanrısıydı. Vesaire...
Şimdi ilginç olan nokta, bu heykelin Gazze’de, denizde, sahil kenarında bulunması... Ya Gazze sahilinden oraya fırlatıldı yahut oradan geçmekte olan bir gemi battı da bu yüzden bekliyor 2000 yıldır orada.
Peki Yunan Mitolojisi’yle Gazze’nin veya Filistin’in nasıl bir alâkası vardı?
Unutmayalım ki, tarihî bakımdan bir kavşak noktasıdır Filistin. Tüm dünyadan, işte tüm Akdeniz’den, Asya’dan, Ortadoğu’dan –diyelim-, Anadolu’dan insanlar gelir ve Filistin’den geçerlerdi. Gelip gider, gider gelirlerdi.
Şayet hatırlarsanız, Filistin ismi de, yine böyle deniz yoluyla –muhtemelen- şimdi bizim Yunan adaları dediğimiz bölgeden oraya gelen ve Sami olmayan bir dili konuşan insanlar tarafından verilmiştir. Bunlar gelmişler ve Filistin’in bir bölümüne yerleşmişlerdir. Beş de idarî birimleri vardı bu insanların ve güneydeki Gazze de bunlardan biriydi. Filistin idarî birimiydi burası.
Yine unutmayınız ki, Sami olmayan bir dil olarak Filistin dili unutulmuş ve geriye sadece bir kelime kalmıştır: “Seren”. Diller üzerinde bir uzmanlığım yok ama “idarî birim otoritesi” olmakla bir alâkası olmalı bunun. Hani beş idarî birimden, beş küçük krallıktan bahsetmiştim ya, onların her birinin “otorite”si... “Seren”, Filistin dahil, işte bu beş idarî birimden herhangi birini yöneten insan olmalı.
Şimdi hâlâ bile, “serrenissima” diye bir tâbir kullanılır. Kraliyet kökeni itibariyle değil de, idareci olmak bakımından “prens” olan yöneticiler için kullanılan bir ünvandır bu. “His Highness, His Serrenissima Highness” tarzında [ekselansları tâbiri karşılığı] kullanılır. Çoğu İtalya’da olmak üzere, Akdeniz’de kullanılan bir ünvandır hâlâ. Sanıyorum, o bahsettiğim dönemden geliyor bu tâbir.
Diğer yandan, maalesef, meselenin bir de “mahrem yerlerini örtmek”le ilgili bir yönü var. Erkek veya kadın, halk içinde çıplak görünemezsiniz. Doğru değildir bu. Bence böyle. Konunun bir uzmanı değilim, ancak İslâmî bakımdan kadınlar, göğüslerini ve mahrem yerlerini örtmekle, bu bölgelerini yabancı erkeklere göstermemekle, başkalarına bu bakımdan saygı göstermekle mükelleftirler.
Ne var ki, şimdi –hani böyle denir ya- bir “tanrı”nın heykeliyle, hem de çok önemli bir tanrı olan Apollon’un heykeliyle karşı karşıyayız. Dediğim gibi, Yunan Mitolojisi’nde “tanrıların tanrısı” olan Zeus’un bir oğludur ve bunlar Olimpos’ta [mitolojide “tanrıların evi” olan dağ] yaşarlar. Olimpiyatlar ise, “ışığın tanrısı” Apollon’un himâyesi altında ve Yunanistan’daki diğer şehir devletlerinden gelen erkek atletlerin “çıplak” olarak yarışmasıyla –ki o zamanlar kötü görülmezdi atletlerin çıplaklığı- gerçekleştirilen oyunlardı o dönem. Olimpik oyunların sonunda da, tüm atletlerin katıldığı ve içinde yemek, müzik ve dans olan –kızlar ve oğlanlar da var mıydı bilemiyorum; çünkü orada değildim (Carlos gülüyor)- büyük bir ziyafet verilirdi ve bu da Apollon’un şerefineydi.
Belki BARAN okuyucuları, Apollon ve o çıplak heykel hakkında bu kadar çok konuşmamın sebebini merak edebilirler, ama tarihin birçok insanı “tesadüfî” denilen çerçevede nasıl birbirine bağladığını göstermektedir bu hâdise.
(Carlos, kendi bulunduğu cezaevine getirilen iki heykel kopyasından ve bu hâdise etrafında geçen yazdan bu yana yaşadıklarından örnekler vererek, bu “tarihî bağlantıları” örneklendiriyor.)
Korkarım, Gazze’deki bazı küçük fanatik çevreler, bu heykelin Gazze’deki bir müzeye konulmasındansa, onu saklamaya çalışabilirler. Oysa bu Apollon heykeli bir müzeye konulup, tüm dünya insanlarına sergilenmelidir. Üstelik İsrail devletinden turistler bile bunu görmeye gelebilirler; neden olmasın? Bu müzeye gelmelerine karşı çıkmanın da bir gereği yok. Bir heykeli görmelerinde kötü birşey yok. Aynı şekilde, İsraillilerin de bu müze binasını bombalamaya hakkı yoktur. Çünkü bu heykel, sadece Filistinlilere değil, tüm dünya halklarına ait olacaktır.
İşte tüm bunlar, bugün öğlen sözkonusu heykelin bulunuş haberini televizyondan izlerken hatırıma gelen şeylerdi. Kendi gençliğimde okuduğum dersler, kendi kültürel kimliğimle bağlantılı yönleri de geldi elbette hatırıma.
Ben hep “açık fikirli” bir insan olagelmişimdir. İnançlarım noktasında çok düz ve çok sert bir çizgim vardır benim ve bu inançlar uğruna ölmeye yahut öldürmeye hazırımdır her zaman. Buna rağmen, daima “açık fikirli” kalmaya ve bir karar alırken –şayet buna vaktim varsa- kendimi düşmanımın veya zıt tarafın yerine koymaya çalışmışımdır. Burası çok önemlidir. Çünkü sizi birçok hata yapmaktan korur; ikinci olarak da, başkalarına saygı duymanızı sağlar.
Herkese, öldüreceğiniz düşmana bile saygı duymalısınız. Öldürmek zorunda kalacaksanız bile, onu aşağılamadan öldürebilirsiniz ancak; gidin sadece öldürün, o kadar. İnsanları öldürmek acı birşeydir. İnsanları öldürmek, kendinizi savunmak zorunda kalmanız yahut cihad gibi âdil bir dava hariç, haramdır zaten.
Gazze halkına, Filistin halkına, hattâ -orada sadece Filistinli Arablar değil, yüzyıllar önce Kafkaslar’dan gelip yerleşenlerin yanısıra yahudiler de yaşadığına göre- Filistin halklarına verilen bu hediyenin, dünya halkları için kültürel bir zenginlik olarak değerlendirileceğini umalım.
Kültür, tüm insanlığa aittir. Kültüre saygı gösterilmeli ve korunmalıdır bu yüzden. Aynı şekilde, o balıkçının da değildir o heykel ve bir Amerikan müzesine konulmak üzere, satışa çıkartılıp 10, 20 veya 50 milyon dolara da satılmamalıdır. Gazze’de muhafaza edilmeli, Gazze halkının istifadesi noktasında ve yüzlerce yıl orada kalmak üzere değerlendirilmelidir.
İnsanoğlu, yüz yıldan az bir ömrü bulunduğunu unutmamalıdır hiç. Öyle uzun yaşamayacağız. Fakat kültür gibi, lisan gibi, Allaha inancımız gibi diğer şeyler, işte bunlar, tüm zamanlar boyu varolacaktır.
Allahü Ekber.
Baran Dergisi 371. Sayı