Öncelikle, gelecek haftaki doğum günü münasebetiyle büyük liderimiz, örnek gönüldaşımız Salih Mirzabeyoğlu’nu buradan sımsıkı kucaklamak istiyorum şimdiden. Kendisini düşüneceğim ve kendisini düşünerek dua edeceğim o gün. Allah O’nu ve O’nu destekleyenleri korusun. Allahü Ekber.

Hakkında konuşulacak çok şey var gerçi ama yarın Fransa’da ikinci turu gerçekleşecek olan cumhurbaşkanlığı seçimleri vesilesiyle başlayalım. Bu seçimde iki aday var yarışacak: Bayan Marine Le Pen ve Bay Emmanuel Macron.

Emmanuel Macron, Rotschild Bankası’nın eski bir çalışanı ve bundan beş-altı yıl önceki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde François Hollande’nin ekonomik vaatlerinin hazırlanmasından sorumlu kişi. Bundan dolayıdır ki, Başbakan Manuel Valls tarafından Ekonomi Bakanı yapıldı sonradan.

Ne var ki bu adam, Fransa halkını değil, çıkarları her zaman Fransız halkının çıkarlarıyla örtüşmeyen başka bazı kesimlerin ekonomik çıkarlarını temsil ediyor. Her neyse, sır olan da şeyler söylemiyorum zaten, açıkça bilinen şeyler bunlar.

Marine Le Pen’e gelince, o farklı bir mesele. Fırsatçı bir kadın en başta ve kendi öz babasına ihanet etmiş biri hattâ. Hasta ve bir takım adlî problemlerle karşı karşıya olan babası Jean-Marie Le Pen’den Fransız Ulusal Cebhe Partisi’nin liderliğini devralmış bir insan. Güçlü ve lider karakterli bir insan olan babası, partinin teklif ettiği ve bir Japonla evli, çok dürüst, çok yüksek seviyede entellektüel bir profesörün [Bruno Gollnisch] başkanlığı yerine, kızını başkan olarak Ulusal Cebhe’ye dayatmış, ama aynı kızı tarafından daha sonra ihanete uğramıştır.

Milliyetçi, homofobik, antisiyonist Ulusal Cebhe’de, kendisinden daha genç yaştaki yahudi kökenli sağcı bir adamla birlikte yaşayan -açıktan homoseksüel- bir adam, şimdi partinin ikinci adamı olmuştur. Dolayısıyla, bugünkü Ulusal Cebhe’nin, tarihî Ulusal Cebhe’yle herhangi bir alâkası kalmamıştır.

Buna rağmen, şu ân bir seçim var Fransa’da ve bu seçimde ya adaylara oy vereceksiniz ya programlara. Adaylar bakımından ifâde edersem, bunların hiçbiri “benim” adayım değil. Ne var ki, en iyisini olmasa bile diğerlerinden daha iyisini seçmek durumundasınız burada.

Programlara gelince, iki ayrı program yarışıyor bu seçimde. Uluslararası politika bahsinde, Ulusal Cebhe’den Marine Le Pen’in dış politika programı iyi bir program bence. Dış müdahaleye taraftar olmayan, tüm Fransız askerlerinin ülkeye dönmesini ve NATO’dan çıkılmasını savunan bir program bu. NATO’ya üye olmak, saldırgan emperyalist güçlere, ABD emperyalizminin bir uşağı olarak âit olmak demektir zira.

Gelmek istediğim nokta şu: Marine Le Pen’in dış politika bakımından programı, yâni Fransız ordusunun ülke dışına müdahalesinin sonlandırılıp askerlerin ülkeye geri döndürülmesini ve NATO’dan çıkmayı ihtiva etmesi; aynı şekilde, hem içinde bulunulan savaş ortamı ve hem de –illegal yollardan- Fransa’ya gelenlerin doğurduğu güvenlik problemi sebebiyle sınırların güçlendirilmesini savunması makûldür.

Zira Türkiye’den, Bulgaristan’dan, Romanya’dan, Sırbistan’dan gelenler dürüst insanlar değiller çoğunlukla. Türk, Bulgar, Romen, Sırb halkının yüzde 99’u dürüst tabiî ama bu ülkelerden Avrupa’ya gelenlerin çoğu böyle değil. Bunlar, hırsızlık, kaçakçılık, fuhuş gibi binbir türlü problem çıkartıyorlar Avrupa’da.
Bu bakımdan, en azından sınır kontrollerini güçlendirmeleri, tüm bunlara karşı yapabilecekleri asgari bir tedbir olacaktır ki, bu da iyidir kuşkusuz.
Ben, yabancı bir mahpus olarak; emperyalizmin ve siyonizmin Fransa’da iktidarda olan ve Genereal de Gaulle’den bugüne Fransa’yı kontrol eden ajanlarının kurbanı olarak konuşuyorum bunları.

Neyse, yarın neler olacak bekleyip görelim ama sanıyorum Emmanuel Macron olacaktır cumhurbaşkanı. Çünkü herkes, hattâ Komünist Parti bile destekliyor kendisini. Mélenchon dahi, sağ ve sol arasındaki o tarihî nefret yüzünden “Ulusal Cebhe için oy vermeliyiz” demeye cesaret edemiyor.

Maalesef insanlar, ki güya marksist, leninist, komünist, troçkist vesair partilerdekiler de buna dahil, bir takım komplekslerin ve sınırlamaların üstesinden gelemiyorlar. Şöyle ki, bir yanda taktik kararlar, diğer yanda stratejik kararlar diye bir şey vardır. Böyle bakıldığında, Ulusal Cebhe ve Bayan Marine Le Pen için “taktik” bakımdan oy verebilir bence bir insan. Çünkü Fransa’nın ve Fransız halkının çıkarına olacaktır bu tavır. Ortadoğu ve Afrika’daki emperyalist saldırganlıkları desteklemek için her yıl milyarlarca dolar harcamanın ne gereği var bir hiç uğruna, değil mi?

Evet, bekleyip görelim bakalım yarın neler olacak ama -az önce de söylediğim gibi- kazanan Macron olacaktır bence. Zira doğrudan veya dolaylı olarak Macron’u destekliyor herkes. Yine de normal vatandaşların ne yönde oy kullanacağını bilemeyiz şimdiden. Sürprizler her zaman olabilir ve umalım ki öyle olur. 
Ben 22,5 yıldır Fransa’da hapiste bulunduğum için, önce buradan başladım ama Fransa’daki seçimlerden başka şeyler de oluyor dünyada.

Bu aralar, Kazakistan’ın başşehri- Astana’da Türkiye, Rusya Federasyonu ve Suriye hükümeti arasında bazı görüşmeler gerçekleştiriliyor ve bu çerçevede, Suriye’nin belli bazı bölgelerinde çatışmasızlık mutabakatına varılmış bulunuyor. Bu yolla, isyancıların öbeklendiği söz konusu bölgelerde şiddetin olabildiğince durdurulması amaçlanıyor. Burada “İslâm Devleti”ni ilgilendiren bir karar yok tabiî, ona karşı yürütülen savaş aynen devam ediyor.

Yeri gelmişken, hem dünyadaki –El Cezire gibi- uluslararası haber kanallarında ve hem de Fransa’dakilerde “Musul haberlerini” izliyorum: ABD emperyalizmiyle İsrail’in ajanı Irak ordusu Musul’a ilerliyormuş! Oysa bunların Musul’un içlerine girmeleri bir yıl veya daha fazla sürelerini alacak, üstelik bu da aralarından binlercesinin hayatına mâlolacaktır.

Daha önce de ifâde ettiğim gibi, Musul’a başkası değil ABD ordusu saldırmalıdır. Bırakalım onlar saldırsın Musul’a! Ne Irak’ın güneyinden gelen Şii gerillalar ne de Irak’ın kuzeyindeki hükümette iktidarda olan sağcı veya solcu peşmergeler yâni milliyetçi Kürt savaşçılar yaklaşmalıdır Musul’a. Bırakalım emperyalistler ve ajanları ödesinler bunun bedelini.

Tamam, Musul’u işgal edecekler, Musul’u ele geçirecekler, Musul’u tahrib edeceklerdir ama –dediğim gibi- bir yıl veya daha fazla vakitlerini alacaktır bu süreç. Üstelik saldırgan tarafta binlercesinin ölmesine sebeb olacaktır yine bu. Elbette, çoğu sivil olmak üzere bunun yüzlerce katı insan da, topraklarını yabancı müdahaleye karşı savunan Musullular ve İslâmcı vatanseverler safında hayatını kaybedecektir.

Cihadçı tâbir edilen insanlardan biri değilim ben. Fakat şu da var ki, prensibleri uğruna kendilerini fedâ etmeye hazır olan, yâni başkaları gibi para için savaşmayan ve yabancı güçlerin ajanı olmayan bu insanlar, bizim tüm saygımızı hakediyorlar.

“İslâm Devleti”ne muhalif olan insanların çoğu da kötü insanlar değildir ayrıca. Çoğunlukla Şii olmak üzere dinî farklılıkları da olan ama yabancıların ajanı olmayan bu insanlar, mevcud Irak hükümetini kontrol ediyor değillerdir aynı şekilde. Irak hükümetindeki bazı bakanlar ve milletvekilleri de, öyle fena insanlar değildir yine. Fakat rejimin kendisi emperyalizmin ajanıdır bizzat.

İranlı kardeşlerimize gelince; bu müstesnâ İslâm cumhuriyeti, on yıllar boyunca en zor ekonomik, hattâ askerî saldırganlıklar altında bile kendisini korumayı ve her gün daha fazla geliştirmeyi başarmıştır. Bu süreçte güçlenmişler ama zayıflamamışlardır.

İran hakkında her işittiğim veya okuduğum şeye katılmıyorum kuşkusuz. Eski cumhurbaşkanı Ahmedinecat’ın yeniden aday olmasının yasaklanmış olmasını tasvib etmiyorum meselâ. Bunu anlayabilmem mümkün değil. Zira ülkenin sahib olduğu en iyi devlet başkanıydı kendisi. İyi safta yer alan iyi bir adamdı.

Düşmanla iş tutmayan ve ihanet etmeyen bu adamın halk tarafından seçilmesini engellemek –ki İran’daki seçimler tüm bir Arab dünyasına örnektir ve başka hiçbir Arab ülkesinde böyle seçimler yoktur- doğru değil. Neyse, mesele değil. Başka birisi seçilecektir sonuçta ve inşallah en iyi aday olur o da.

Gelmek istediğim nokta, İran ordusu unsurlarının da Musul savaşına dahil olmaması gereğidir. Musul’u almak için bırakalım ABD ordusuyla ajanları yapsın belki yarım milyon belki bir milyon insanın hayatını kaybedeceği o katliamı.

Sonuç olarak, bizimle aynı idealleri taşısınlar taşımasınlar, bizimle aynı mezhebten olsunlar olmasın, dürüst müslümanlar asla bulaşmamalıdır bu işe. Bırakalım hainler savaşsın “İslâm Devleti” müslümanlarına karşı.

Üç gün sonra doğum gününü idrâk edecek olan Kumandan Mirzabeyoğlu’na benden çok selâm söyleyin lütfen. O gün de tekrar aramaya çalışacağım inşallah.

Allahü Ekber.

6 Mayıs 2017
 
Baran Dergisi 539. Sayı