Kemalizm sayesinde türemiş ve Allah düşmanlığında Yahudi’nin bile yüzünü kızartacak kadar iğrençleşmiş olan düşman askerleri, Türk ismiyle aramızda dolaşmaktadır ve üstünde bunlar dolaştığı sürece Anadolu’nun sarsılmadan durması çok zordur.
Askerî stratejinin esaslarından biri şudur: “En iyi savunma saldırıdır!” O halde bu kuralın mefhûm-u muhalifi şu olmalıdır: “En kötü savunma savunmadır!” Yani, düşmandan gelen zararı def edebilmek için sürekli gard almak ve saldırıları savuşturmakla uğraşmak; bundan dolayı karşı tarafa zarar veremediği gibi, hareket avantajını tamamen düşmana kaptırmak hatası… Hata ile itham ettiğimiz kişi ise, başkanlık sistemine geçiş sonrası iç siyasette ortaya koyduğu bu tavırla kendisini ve milleti zora sokan Tayyip Erdoğan’ın ta kendisidir; eğer bizim bilmediğimiz bir maksadı ve planı yoksa.
“En iyi savunma saldırıdır!” ne demek, kısaca onu konuşalım önce: Karşı tarafa saldırmak suretiyle onu sürekli kendini korumaya mecbur bırakarak pasifleştirmek ve bu sayede hareket avantajı elde etmek... Böylece ez azından düşmanın aktif ve saldıran taraf olmasını engelleme imkânı elde ederek kendi tarafını rahatlatmak... Sonuçta düşman, saldırmak yerine gard almak ve zararı defetmek zorunda kalacağı için bu tarafa vuramaz ya da daha az salvo yapar. O halde taarruz eden taraf kendisini düşmandan savunuyor demek olur.
Askerî stratejide kanun olmayı gerçekten hak eden bu önermeye kaba şekilde yaklaşarak “bu durumda saldıran taraf mutlaka kazanır” demek doğru olmaz. Siyasetin başka aletlerle devamı olan savaş, kafa göz birbirine girme işi değil, manevra yapma sanatıdır; stratejik hedef çerçevesinde planlanmış hareketler bütününü ihtiva eder. Bu plana göre ileri, geri veya yana doğru her türlü hareket ihtimali vardır. Yeri gelir taarruz edilir, yeri gelir ric’at edilir ve yeri gelir sadece savunmada kalınır. Hepsinde esas olan, hedefi gözden kaçırmamaktır. Düşmanın zayıf olduğu anda hücum etmeyip beklemek, fırsatın kaçmasına ve kayba uğramaya sebep olacağı gibi, yine düşmanın gayet kavi olduğu noktada saldırmak yahut yeterince hazırlık yapmadan hücum etmek ağır zararlar getirecektir. Mesela Hitler’in Sovyetler Birliği’ne savaş ilan ederek Rus bozkırlarına yönelttiği amansız taarruz, Stalingrad’da duvara tosladığı halde geri çekilmemekte ısrar etmesi yüzünden yıkım getirdi. Siyasetten örnek vermek gerekirse, 2002 yılında hükümet olan Ecevit-Bahçeli koalisyonu, İsmail Cem, Kemal Derviş ve Hüsamettin Özkan tarafından başlatılan Ecevit karşıtı hareketi büyümeden yenmek için erken seçim kararı almıştı. Sonuçta bu hükümeti oluşturan üç parti Kasım 2002 seçimlerinde toplu halde sandığa gömüldü. Her ne kadar İsmail Cem ve diğerlerini yanlarında götürmüş olsalar da berbat bir sonuçla iktidardan düşmüş oldular. Ecevit bu durumu muhteşem (!) Türkçesiyle “Biz, kendi kendimize intihar ettik” diyerek özetlemişti. Görüldüğü gibi her hesapsız hareket gibi hesapsız saldırı da kayıptan başka bir şey getirmez, kaderin cilvesiyle vuku bulacak tecellîler hariç.
“En iyi savunma saldırıdır!” önermesi hakkında yanlış anlamaya mahal vermemek için yaptığımız kısa tartışmadan sonra bunun doğrusu hakkında da örnek verelim: 1950 yılında seçimle iktidardan düşen CHP, Müslüman halkın tokadını yediğinin farkında olarak, “tek parti” döneminin hesabının sorulacağı korkusuyla bir süre titremişti. Demokrat Parti’nin derhal buna teşebbüs etmemesi sayesinde ilk şoktan sıyrılacak zaman bulan CHP, asla altından kalkamayacağı bir hesaplaşma başlamadan DP iktidarına karşı doğrudan taarruza geçti. Sanki bu milleti onca zulümle ezmemişler gibi gayet rahat ve pişkin tavırla saldırıyorlardı. Aslında kuru gürültüden ibaret olmalarına rağmen karşılarında aşırı derecede kibar ve sivil Menderes olduğu için saldırıları başarılı oldu. 1960 darbesine kadar sürekli iktidara saldıran, itham eden, söven ve tehdid eden CHP, önceleri kendisine gelecek olan saldırıyı savuşturmayı amaçlıyordu. Zaten pasif olan Menderes’i saldırgan tavırlarıyla korkutarak aktif hale gelmesini engellemekte başarılı oldular. Bunun tuttuğunu görerek sürekli saldıran CHP, bu stratejiyle DP iktidarını sürekli kendini savunmaya çalışan ve halk nazarında aciz görünmesine sebep olan bir pozisyona itti. Buna mukabil bir kere bile “hoşt” diyemeyen ve sanki kendisi iktidar değilmiş gibi savunmada kalan Menderes hem halkın umutlarını hem de kendi nefesini tüketip gitti.
CHP ve beraberindeki bilumum din, vatan ve millet düşmanı güruh, Menderes’e ve ona oy verenlere saldırıp küfür etmeyi çok sevdi. İktidardan düşmüş olsalar bile memleketin kabadayısı olmuş racon kesiyorlardı. Onlar böyle hırlarken aciz kalan DP hükümeti, “bu adamlar bizi CHP’den kurtarır” diye umutlanan halkı da acze ve korkaklığa sürüklüyordu. Mazlum Anadolu insanının ortak operasyonuyla suçüstü yakalanmış, işlediği cürümlere yer ve göğün şahit olduğu, her türlü din ve vatan hainliğinin merkezi ve kaynağı olan CHP karşısında, elinde devlet aygıtı ve imkânlarıyla hesap sorması gereken DP, tutuk ve mahkûm tavrıyla sanki suçluymuş gibi asıl suçlunun ithamlarına cevap vermeye çalışıyordu. Buna karşılık CHP, hasmının acizliği karşısında daha da küstahlaşıyordu. Bu durumda millet kendisi mi gidip CHP’nin kapısına dayanacaktı? Zaten tek parti döneminde korkunç şekilde ezilmiş olan Anadolu insanının gücü ancak oy vermeye yetmişti, bu da sandıkta bir ihtilale yol açarak demokratik yoldan CHP’yi devirmişti. Tekrar ayağa kalkmak için umutlanan milletin, iktidar verdiği liderin aciz çıkması karşısında ne hissetmesi beklenebilirdi ki? Bugün kimilerinin 1960 Darbesi’nde halkın Menderes’e sahip çıkmadığını ileri sürmesi boş laftır. Ne yazık ki Menderes, CHP karşısında sürekli savunmada kalarak, düşmanının cesaret bulmasına, sevenlerinin de korkmasına bizzat sebep oldu. Söz gelimi, millet Menderes’i askerin elinden alsa Menderes ne yapacaktı, elinde silah darbeci güruhla çarpışacak mıydı? Hiçbir direniş göstermeden tutuklanan, kendisini kaçırmayı teklif eden askerlere bile “hayır” cevabını veren Menderes’in o anda bile gösterdiği acziyete mukabil millet evine çekilip için için yanmaktan başka bir şey yapamadı.
O günden beri sürekli “en iyi savunma saldırıdır!” düsturuyla bütün sağ iktidarlara küstahça saldırmaya devam eden CHP, bunların daima savunmada kalması yüzünden hep başarılı oldu. CHP ve türevlerinin son kurbanı olan Erbakan da savunmada kaldığı için kaybetti. Halbuki halk sokaklara inmiş, liderinin davranmasını bekliyordu. Başbakanlık emrine tabî memur olan bir tümgeneralden bile hakaret işitip gereğini yapamayan Erbakan da Menderes gibi tutuk kaldı ve kendisine göz göre göre haksızlık edildiği halde harekete geçemedi. Kimileri ona “savunan adam” dese de o aslında sadece “savunamayan adam” olabildi. Halbuki Erbakan’ın altında bir memur olan Orgeneral Güven Erkaya, Erbakan’a saldırının başladığı 28 Şubat MGK toplantısında kendisine rakı isteyecek kadar ileri gittiği halde, daha sonra anlattığı hatıralarında Erbakan tarafından tutuklanma korkusuyla sabaha kadar uyuyamadığını itiraf etmişti. Maalesef Erbakan’ın korkusu daha fazlaydı ve bu yüzden kaybeden oldu.
Bu vesileyle haddim olmayarak bir ilâhî ölçüyü hatırlatayım: “Düşmanınız olan kavmi (birliği) arayıp takip etmekte gevşeklik göstermeyin. Siz yaralanıp acı duyuyorsanız, muhakkak ki onlar da sizin çektiğiniz acı gibi acı çekiyorlar. Halbuki siz, Allah'tan onların ümit etmedikleri (ahiret ve cennet gibi) şeyleri umuyorsunuz. Allah (yaptıklarını) hakkıyla bilendir, (emir ve yasaklarında) hikmet sahibidir.” (Nisa Suresi, 104. âyet.)
Gayet açık değil mi? Geçmişte Menderes ve Erbakan, aynı hain kesim tarafından aynı metodla alaşağı edildi, yani “en iyi savunma saldırıdır!” metoduyla. Sürekli bir gürültü içinde düşmanını savunma psikolojine itip hareketsiz kılmanın ve sonunda yıkmanın muhteşem örneklerini verdiler. Kurban olanlar ise kendi pratikleriyle “en kötü savunma savunmadır” diye yeni bir teorinin örnekleri oldular. İşte Allah tarafından bildirilmiş ki, düşmanlar da korku ve sıkıntı içindedir; esasında iki taraf da aksiyonda şart olan korkuyu yenebilme ve ileri atılma imtihanında eşittir. İşte 28 Şubat paşası korktuğu halde ileri doğru bir adım atabilmiş. Üstelik Allah’ın bildirdiği gibi, onun ahirette umduğu bir şey de yoktu.
Tayyip Erdoğan 20 yıllık iktidarı boyunca büyük işler yaptı; korkmadığı da herkes tarafından açıkça görüldü. Bu yaptıklarından biri de askerî vesayeti yıkmasıdır. Batıcı Kemalist rejimin sopası olarak sürekli millete darbe indirenler ilk defa Erdoğan karşısında tökezledi. Eskiden beri başarılı olan metodları bu defa tutmadı, çünkü onların saldırıları karşısında Erdoğan savunmada kalmak yerine karşı saldırıya geçerek dengelerini bozuyordu. Kısa zamanda Erdoğan karşısında apışıp kaldılar. Girdiği ilk seçimde milletten hesapsız kredi alarak iktidara gelmiş olan Erdoğan, Menderes ve Erbakan’ın savunma hatasına düşmedi. Tabii ki siyasetinin diğer yönleri de başarısında âmildir, ama eğer ki Erdoğan korksa ve savunmada kalsaydı çoktan silinip giderdi. Bu tavrıyla Erdoğan, karşısında horozlanan kodamanların maskesini düşürerek ne kadar kof olduklarını da ifşa etti. Böylece kendisine güvenen milletin umut ve cesaretinin artmasına da vesile oldu. Sonrasında vuku bulan 15 Temmuz ihaneti karşısında Erdoğan’ın ve halkın gösterdiği tavırdan anlıyoruz ki, artık bu ülkede her şeyi gerektiği gibi kökten değiştirmek, yani Kemalizm’in iptal ettiği Müslüman ve emperyal kimliğe geri dönmek mümkündür.
Bununla beraber Erdoğan’ın son birkaç yıldır garip bir savunma hali sergilediğini görüyoruz. Özellikle salgın tantanasıyla başlayan ve doğrudan Türkiye’yi alt üst etmeye yönelik saldırılar karşısında görmeye alışmadığımız bir acziyet hali görür olduk. Marketlerin fiyat spekülasyonlarıyla alenen halkı soyması ve emlak piyasasının belli bir kesim tarafından balon gibi şişirilmesi karşısında hiç adım atmayan Erdoğan ve devlet eğer hesapları toptan kapatma peşindeyse ne âlâ, yoksa vaziyet son derece endişe verici. Marketlerle atışma noktasına gelerek halk nazarında “bu devlet ne işe yarar” dedirtmeye başlamak tehlike demektir. Nafaka mağdurlarından evlilik yaşı meselesine kadar hiç kılının kıpırdatmayan Erdoğan, sokak köpeklerine tanınan sınırsız hürriyete müdahale etmesi için yırtınanların sesini de duymuyor. Köpeğin öldürdüğü çocuk için “onlar köpeklerle iletişim kurmayı bilmiyor” diyen ve 10 yaşındaki çocuk kalbinin nelerden sebepsiz korkabileceği belliyken köpekle iletişim bilmem nesi zırvalayan fıtrat düşmanı zombiler etrafı kapladığı halde Erdoğan belki de sadece zombilerin gürültüsünden kendini savunmak için harekete geçmiyor.
Özellikle 6 Şubat Maraş Depremiyle gördük ki, karşımızda ve dahi Erdoğan’ın karşısında CHP önderliğinde saf tutan kesim, Üstad Necip Fazıl’ın “bizdeki muhalefet iktidarı düşürme pahasına vatanı düşürmeye razıdır” diye ifade ettiği din ve vatan düşmanlarıdır. Denize kıyısı olan ve bol miktarda Arap kökenli Ortodoks Hıristiyan’ın ve Nusayri Arabın yaşadığı Hatay’a koşan muhalefet ve türevleri “burda devlet yok” diyerek açıkça dış müdahale davetinin provasını yaptı. Afganistan’da darbeyle hâkim olan solcu iktidarın Müslüman Afgan halkına karşı Sovyet Kızılordusu’nu davet etmesi gibi bunlar da -Allah korusun- bir şekilde iktidara gelirler yahut bir boşluk bulurlarsa Amerikan ordusunu davet etmeye hazır olduklarını gösterdiler. Allah’ın işi, kendilerini aptalca ifşa eden bu Türkiye düşmanları, deprem olmasına sevineninden, “baraj patladı” yalanıyla müdahaleyi sabote edenine kadar apaçık meydanda olduğu halde devlet gene bir şey yapmıyor. Erdoğan basın önünde “namussuz, adi” diyerek bunların kimliğini ortaya koysa da, bunlar zaten “buyurun benim” demeye hazır ve zaten millet bunların yüzüne basın önünde dile getirilmeyen gerçek isim ve sıfatlarını haykırıyor da, yapılması gerekene gelince niye bunların namussuzluklarının karşılığı verilmiyor? Açıkça devlete meydan okuyan ve düşman askeri olarak en alçakça yollarla saldırı halinde olan bu kesime karşı ceza bir tarafa ne diye savunma pozisyonunda kalınıyor? Deprem sonrası müdahalede devlet seferber olmuş var gücüyle çalışırken, bunların yanında İHH, Beşir, vs., pek çok İslamî dernek ve vakıfların çabaları meydandayken, hiçbir şey yapmadan ağzından salya akıtan pisliklerin itham ve iddialarına cevap yetiştirmeye çalışan iktidar, bunların hak ettiğini vermek yerine acziyet göstergesi olan savunma haliyle neye hizmet ediyor belli değil.
Sonuç olarak, Erdoğan’ın korkmadığını biliyoruz, hele ki bu iğrenç leş kargalarından korktuğunu düşünmek abesten de öte olur; bilakis Erdoğan büyük bir sabırla işine bakıyor. Bununla beraber savunma pozisyonunda kalan görüntüsündeki maksadı anlayamıyoruz. Belki etrafındaki aklı evveller böyle olmasını istiyordur. Belki de Erdoğan, milletin iyice hırslanmasını ve toptan hesap görmeye hazır hale gelmesini bekliyor olabilir. Kesin olarak bildiğimiz bir şey var ki, Kemalizm sayesinde türemiş ve Allah düşmanlığında Yahudi’nin bile yüzünü kızartacak kadar iğrençleşmiş olan düşman askerleri, Türk ismiyle aramızda dolaşmaktadır ve üstünde bunlar dolaştığı sürece Anadolu’nun sarsılmadan durması çok zordur.
Aylık Baran Dergisi 13. Sayı Mart 2023