50 günü aşkındır Gazze'de yaşanan insanlık dramı, tüm maskeleri düşürmüştür. Batı toplumları, aslında İsrail'in yaptığı soykırımı destekleyen veya sessiz kalan tüm toplumlar sadece ahlaki krizi değil, düşünsel etik krizi de birlikte yaşamaktadır...
İsrail kendi sonunu getirecek bir zulümkârlıkla insani değerlerin tamamını çiğniyor. Ve Batı medeniyeti, büründüğü o sanki demirden, tunçtan sessizlikle, Batı değer yargılarını pul pul döküyor... Misal, İsrail girdabında, Aydınlanma Çağı'nın ana tezleri olan sekülarizm, realizm ve hümanizm fikirleri de tamamen çökmüştür. Bunlar, modern düşüncenin, modern sanatın, modern hayat tarzının ana kristalleridir.
Şöyle bir göz atacak olursak:
Sekülarizm: Dinin tamamen pasifize edilerek toplum hayatından soyutlanması anlamındaki bu tez, diyordu ki; ''Biz Tanrı'yı göklere hapsettik''... Oysa bugün İsrail ve yandaşları, Göklere Hapsedilen Tanrı'nın yeryüzüne geri indirildiğinden ve üstelik bu Tanrı'nın sadece Yahudi kavmine ait olduğundan söz ediyorlar. Arzı Mevud ve Tevrat kehanetlerinin dünya siyasetini belirlediğini gördükçe, insan zaman tünelinde bir geriye düşüş yaşadığı izlenimine kapılıyor. Evanjelistler de Siyonistlerin kuyruğuna takılınca, dünyayı kan gölüne çevirecek bir düğmeye basılıyordu. 250 yıldır göklere hapsedilmiş o Tanrı, geri gelir miydi? Geri gelirse bile nasıl dönerdi? Dönen bir tanrı mıydı? Yoksa gözü dönmüş bir İsrail zombisi miydi? (Tanrı kelimesini bu şekilde kullandığım için özür dilerim) Tanrı, istediğimiz zaman göklere hapsedeceğimiz, istediğimizde de aşağı geri çağıracağımız bir şey miydi? Bu tersinden geri dönüş, büyük bir inanç kırılmasıydı aslında ve ruh denen özgün ve biricik, o latif varoluş izini sömüren, yok eden bir sürecin sökün etmesiydi...
Realizm: Batı medeniyetinin kurucu tezlerinden olan realizm, gerçeğin ve gerçekçiliğin en ziyade saygıya mazhar olduğunu söylüyordu. Oysa bugün medya, akademi ve dijitalizm aracılığıyla gerçeklerin imhası ve yeniden üretilmesi haliyle karşı karşıyayız. Chomsky'nin 'rızanın üretilmesi' dediği tam da budur: Kurgunun, hakikatin yerine geçmesi, gerçeğin geriye itilmesi, yok sayılmasıyla yüz yüzeyiz. Bugün insanlığı küresel anlamda yönlendiren her şey'dispozitif''dir. Yani, küresel akımlar, küresel modalar, kapitalizm, tüketim çılgınlığı, dispozitifin ta kendisidir. Bu acımasız mikserden sağ salim kurtulabilmek için çok ciddi bir şahsiyet, hatta inanç gerekir. Küresel sistemin bizi birbirimize el çabukluğuyla benzetirken, kaybettirdiği şey idi: Gerçek... Ve İsrail, gerçeği, şehri, kadını, erkeği, çocuğu, ihtiyarı, hepsini bir terminatör gibi yok edendi... Gazze ile birlikte gerçeği de yok eden bir 'istisna ülkesi'... Sivillerin bile silahla dolaştığı, canının istediğini rahatlıkla vurabildiği, hırsızlığın, gaspın, işkencenin normalmiş gibi sürdürüldüğü, Yahudi olmayanların bir esir kampında kıstırıldığı bir istisna ülkesi...
Hümanizm: Batı medeniyetinin kurucu tezlerinden hümanizm; İnsanın en ziyade saygıya ve onura layık olduğu fikridir. Oysa Batı medeniyetinin gerek köle edilen Afrikalılara ve gerekse botları parçalanarak ölüme yollanan göçmenlere ve son Gazze olaylarında feci şekilde öldürülen insanlara bakışının, hiç de insan onuruna layık bir bakış açısı olmadığını yüreğimiz sızlayarak fark ediyoruz... İsrail Savunma Bakanı vahşice öldürülen Filistinliler için, ''onlar insan değiller, insanımsı hayvanlar'' diyebiliyor...
Tüm bunların ışığında Batı medeniyetinin ciddi anlamda bir değerler krizi yaşadığını ve iddia ettiği tüm etik ve hukuki prensiplerin birer söylev, birer retorik, birer fiyasko olduğu ortaya çıkmıştır...
Batı dünyasındaki bu yıkıma karşı ciddi cevaplar üretmemiz gerekiyor. Hatta cevap belki yanlış bir kelimedir. Daha doğrusu kendi tezlerimizle yeni çağrıları üretebilmemizdir belki...
Yoksa hep birlikte insanlığın çölleşip kuruduğu, örselendiği bir yarınki sabaha uyanmak üzereyiz. Bilmiyorum. Belki de o çöldeyizdir.
Sibel Eraslan, Star Gazetesi