Suriye’de 2011 yılında başlayan iç savaş, modern tarihin en büyük insani krizlerinden biriydi. Yüz binlerce insan hayatını kaybetmiş, milyonlarcası ise mülteci durumuna düşmüştü. Türkiye merkezli medya organları ve sivil toplum kuruşları, Esed rejiminin savaş sırasında gerçekleştirdiği ağır insan hakları ihlallerini defalarca belgeledi. Anadolu Ajansı sistematik işkence ve katliam görüntülerini dünya kamuoyuna duyuran ilk haber ajansıydı.  

Bu verilerden istifade eden Amnesty International’ın 2017 yılında yayınladığı raporda, sadece Sednaya hapishanesinde 13 bin kişinin yargısız infazlarla öldürüldüğü ifade ediliyor. Buna ek olarak, rejimin varil bombalarıyla düzenlediği saldırılarda on binlerce sivil hayatını kaybetti. Fakat bu acı gerçekler karşısında Batılı ülkeler ve medya organlarının tutumu, genellikle derin bir sessizlik veya yüzeysel cılız bir tepki olarak görüldü.

Adaletsizlik ve kuralsızlık, hayatı yaşanmaz hale getiriyor Adaletsizlik ve kuralsızlık, hayatı yaşanmaz hale getiriyor

Kutup ayıları için ortalığı ayağa kaldırıp, “ama Taliban da Buda heykellerini tahrip etti” avuntusuyla Amerika’nın Afganistan’ı işgaline alkış tutanlar, Esed rejiminin Suriye’deki katliamlarına gıkını çıkarmadı. Türkiye’nin “gelişmeleri takip ediyoruz” yaklaşımı sonrası zalim rejim devrilince, kutup ayıları “nerede kalmıştık” diyerek yine piyasaya çıktı. Sednaya cezaevinde ifşa olan korkunç işkence, cinayet ve tecavüzlere odaklanmayıp, ayı sever moduna girdiler yine..  

Mesela BBC’nin, Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) lideri Ebu Muhammed el-Colani ile yaptığı röportajda, ilk sorusu, “Suriye’de alkol serbest olacak mı?” oldu. Yüz binlerce insan öldürülmüş, bir o kadarı işkenceye maruz kalmış ve mülteci durumuna düşmüş; İngiliz haber kanalının derdi “sabahlara kadar içilebilecek mi?”, “millet zil zurna sarhoş olabilecek mi?” O insansı görüntünün altında aslında nasıl bir hayvanlığın gizlendiği anlaşılıyor.

Uluslararası kuruluşların hazırladığı raporlara göre, Esed rejimi, sadece 2011-2015 yılları arasında 11 binden fazla insanı sistematik işkenceyle öldürmüştür (Caesar Report). Rejimin kullandığı kimyasal silah saldırıları ve varil bombaları ise Birleşmiş Milletler tarafından savaş suçu olarak tanımlanmıştır. Ancak Batı medyası, bu tür trajedilere karşı sesini yükseltmiyor.. Yeni yönetimin bu katliamların faillerini bulup, cezalandırmaya dönük adımları atmaya zorlamak yerine, odak noktasını Suriye’deki “içki serbestisine” taşıyor. Aslında medeni denilen kafaların nasıl da leş kokulu birer çöp tenekesi olduğunu ortaya koyuyor.  

Batı medyasının bu tür yüzeysel yaklaşımları, oryantalist bir dünya görüşünün izlerini taşıyor. Edward Said’in tanımladığı şekliyle oryantalizm, Doğu’yu egzotikleştiren, onu küçümseyen ve kendi çıkarları doğrultusunda araçsallaştıran bir bakış açısıdır. Suriye örneğinde bu, Batılıların savaşın insani boyutunu görmezden gelerek, kendi değer yargılarına uygun soruları gündeme taşıması şeklinde kendini gösteriyor. Bu hastalıklı bakış açısı sadece Batı medyasında hakim değil..

Osmanlının son dönemi ve cumhuriyet sonrası dönemdeki bir kısım sekülerlerimizde de aynı mantık hakim. Kendisini ülkenin sahibi, halkı da onlara hizmet etmekte işlevsel bir araç olarak gören batı özentisi bu kafa, Suriye’deki yaşananlara BBC mantığıyla bakıyor. Zorba bir rejim devrilmiş, bunun perde arkasındaki dramı anlamak ve adil bir düzen kurulmasına yardım etmek yerine..  

Aydın/yazar/çizer olduğunu söyleyen tiplerin aklındaki soru, “Lazkiye’de kadınlar bikiniyle plajda gezebilecek mi?” “Bu fotoğraflara iyi bakın, yakında çarşafla bile gezemeyeceksiniz” deniliyor. Önceki gün Birgün Gazetesinin birinci sayfasında bir haber vardı mesela.. “Cihatçı rejim gelmiş çam ağacı yakmış”, sonra halk tepki gösterince de Noel’i resmi tatil ilan etmiş. Hani Ahmet Kaya’nın bir şarkısı vardı, “nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan ahmakça…” Batı medyasına rahmet okutur bu herifler.  

Kafa kesen cihatçılar iki kişinin çıkıp, eylem yapmasına müsaade etmiş öyle mi!? Yetmemiş, o kafa kesen cihatçılar bir de Noel tatili ilan etmiş!!. Korkaklara bak!.. Nasıl kafa kesen adamlar ki bunlar, bu heriflerin gönüllü Şebbihası olduğu Esed’in yapmadığını yapıp, sokak eylemlerine müsaade etmiş.. Sadece medya değil, Batılı devletlerin mültecilere yönelik politikaları da bu ikiyüzlülüğü gözler önüne seriyor.  

Birleşmiş Milletler Mülteci Yüksek Komiserliği’nin (UNHCR) verilerine göre, 12 yılda Avrupa Birliği ülkeleri yalnızca 1.1 milyon Suriyeliyi kabul etmiştir. Buna karşın, Ukrayna’daki savaş sonrası sadece 7 ayda 7 milyondan fazla Ukraynalı mülteciye kapılarını açmıştır. Bu durum, Batı’nın mülteciler konusundaki ayrımcı yaklaşımını ortaya koymaktadır. Ne kadar vahim bir durum değil mi?  

Sarı saçlı mavi gözlü ise katledilen, bütün imkânlar seferber ediliyor. Yok, kavruk tenli ve gözleri kahve rengiyse… O zaman sadece rakamlardan ibaret bir durum olarak görülüyor. Yine dönüp bizim yerli Şebbihalara bakalım.. Onlar farklı mı düşünüyor? Elbette hayır.. Ukrayna’daki savaştan kaçanların bir kısmı Türkiye’ye, özellikle de CHP’li belediyelerin yönettiği şehirlere geldiklerinde çiçeklerle karşılandılar.

Suriyeliler için “Arap istemiyoruz, bedevi bunlar” diyenler, Ukraynalı mülteciler için, “ama bunlar çok medeni canım çöp bile atmıyorlar yerlere” ifadesiyle kendilerini aklamaya çalıştı. Suriye’de, Filistin’de ve özellikle Gazze’de yaşanan insani kriz ve soykırım, modern dünyanın en büyük vicdan sınavlarından biri. Ancak Batı medyası ve devletleri ile bizdeki işbirlikçilerinin bu krizlere yaklaşımı, oryantalist bir bağnazlık içinde debeleniyor. İnsan hakları ihlalleri, toplu infazlar, kimyasal silah saldırıları ve mülteci trajedileri gibi kritik meseleler göz ardı edilirken, yüzeysel ve tali konularla gündem saptırılmakta, hatta bu yolla katiller unutturulmaktadır. Bize düşen ise bu vahşetleri gündemde tutmak, faillerin hem yargı önünde hem de vicdanlarda yargılanıp, cezalandırılmasını sağlamak. Selametle..

Murat Alan, Yeni Akit