AKP, 9 yıldır “çözdük, çözeceğiz” diyerek oyaladığı seçmenini şimdi de “Anayasayı bekleyin” diye oyalıyor. Hâlihazırda birçok üniversitede başörtülü öğrenciler fişlenmeye devam ediliyor, (Trakya, Akdeniz, Erciyes, Hacettepe, ODTÜ, Gazi, Ankara, Başkent, Atılım üniversiteleri mesela), değil ki kamu kurumları...
Tam bu tartışmaların üstüne Ali Bulaç’ın T24 sitesine verdiği röportajda söylediklerini ekleyince, iktidarın başörtüsüne yaklaşımının ipuçları da ortaya çıkıyor. Şöyle diyor Bulaç:
- “Edindiğim bilgilere göre kampanya AK Parti'yi zora sokmak için “derin devlet” tarafından planlanmıştı. Türkiye'de 3 oy deposu var: Muhafazakarlar-dindarlar-tarikatlar; şehir varoşları-yoksul kitleler ve Kürt seçmen. Bu 3 depoya ulaşabilirseniz, iktidar olursunuz. 2011 seçimlerinde AK Parti'yi muhafazakâr kesimde ne vurabilir diye düşündüler. AK Parti başörtüsü sorununu çözemedi. 2001 yılında teşebbüs etti, kapanmayla karşı karşıya geldi. Oradan “başörtülüleri AK Parti'ye karşı tavır almaya zorlarsak, oy oranını düşürecek” diye bir düşünce oluştu. Bunun içinde çok ilginç birimler ve isimler vardı. Anayasa değişene kadar bu sorunun çözülemeyeceği ortadaydı. 12 Haziran seçimlerinin tehlikeye girmemesi lazımdı, çünkü anayasa vadiyle seçime gitti AK Parti. Vaadini yerine getirecek imkânı bulmalıydı. Ben diyorum ki şahıslara, partilere güvenmeyin. Metne güvenin. Önce yasa çıksın, özgürlüğünüzü yasalar teminat altına alsın.”
O çok ilginç birimleri bir türlü açıklamayan Bulaç, başörtülü kadınların milletvekili girişimi sürecini bu şekilde baltalamış, zaten AKP başörtülü aday gösterme ihtiyacı bile duymamıştı. Gerek Ali Bulaç’ın açıklamaları, gerek Sırrı Süreyya Önder’in önergesi, gerekse AKP’nin tavrı hakkında, o kampanyayı destekleyen kadınlardan sert açıklamalar geldi.
Fatma Ünsal (AKP Kurucular Kurulu Üyesi):
- “28 Şubat’ta mağdur olan kadınlar hâlâ özlük haklarını almış değiller. Emeklilik haklarını dahi 25 milyar gibi bir para karşılığında alabiliyorlar. Erkeklerse tazminatlarını aldılar. Haksız hukuksuz işten atılan kadınlar içinse telafi edici hiçbir şey yapılmadı maalesef. Devletteki bu yasak özel alana da yayılmaya sahip. TESEV’in bu konuda bir araştırması var ve o araştırma da bunu söylüyor. Sırrı Süreyya Önder özelinde BDP’yi takdir ediyorum. Keşke önergeyi AKP verseydi. Bir AKP’li olarak iyi bir şey yapmalarını isterim. Oysa bu önerge AKP yetkililerince fırsatçılık olarak değerlendirildi. Buna katılmıyorum. Başörtüsü temel bir hak, seçim barajının indirilmesi gibi bir tartışma değil. Bu yüzden CHP’nin de uzlaşmasını beklemek gibi bir uzlaşma bekleyişini anlamlı bulmuyorum.”
Berrin Sönmez:
- “Mesele ülkemizdeki temel bir insan hakları problemidir. Üç nesil kadın başörtüsü yasakları nedeniyle mağduriyete uğradılar. Eşlerinin 28 Şubat mağduriyetleri giderilirken kadınlar için bir çaba sarf edilmiyor. Bunların hepsi bizim yaralarımız. İç tüzük meselesinde de tüm partilerin herhangi bir şekilde bu konuyu siyasi malzeme yapmak yerine insan hakları noktasından bakarak yasak zihniyeti kıracak şekilde hareket etmeleri gerekir. BDP’nin önergesini değil, AKP’nin önergeyi çekişini siyasi bir hamle olarak görüyorum ve yakıştıramıyorum.”Bu bir fırsattır” diyerek samimiyetle destekleyebilirlerdi.”
Emel Topçu (Has Parti Milletvekili adayı):
- “Bizi derin devletin engellediğini kamuya çıkartmadığını düşünürken, derin devletle itham edilmek Türkiye’nin çok sevdiği komplo teorilerinden biri. Müslüman kesim kendi içinden aykırı ses çıkarana “hain” demiyor da, “derin devlet” diyor. Başörtülüler genel seçmenin yüzde 35’i ve bu kesim mecliste yoksa bunun adı demokrasi olmaz. BDP’nin samimiyetine inanıyorum. Siyaset meselesini artık aşmamız gerekiyor. İnsanları kıyafetlerine göre yargılamamamız gerekiyor. Madem kıyafet konusunda bir düzenleme yapılıyor o zaman başörtüsü konusunda da yeni bir düzenlemenin ne sakıncası var? Ama AKP korkuyor. Korkak. Mağduru oynayıp milletten oy topladı ve hala bu işi düzeltmeyip “Başörtüsü yoksa oy da yok” kampanyasına “Yakışıksız” dedi. Ama birkaç gün sonra Strasbourg’ta kızı ve gelini üzerinden başörtüsü mağduriyetini oynadı. Bu işi çözmek istediklerine inanmıyorum. Prim yapmak istiyorlar.”
Yıldız Ramazanoğlu:
- “28 Şubat’ın etkileri düşünüldüğünde eşit mağduriyetten söz edilemez. Hangi erkek sınıftan çıkarıldı, hakaret edildi, ikna odasına alındı, daha ortaokul sıralarında öğretmen, doktor, avukat akademisyen ve daha birçok mesleği hayal bile etmesi yasaklandı, sokaklarda tacize uğradı. Hiçbirinin telafisi yok. BDP’yi yürekten kutluyorum. Bu kör noktaların, önyargıların başkasının acısını görmezden gelmenin sonuna geldiğimizin herkesin birbirine doğru adım atmasının önemli bir göstergesi. AKP panik olmamalı, tersine destekleyerek büyük bir olgunluğa imza atmalıydı. Sonucun alınmasının her şeyin üstünde olduğunu gösterme zamanı. Küçük hesaplar yerine büyük politikanın tezahürü olur destek verirlerse.”
Nihal Bengisu Karaca:
- "Bu kampanyayı derin devlet planladı" ifadesi ise, gelinen en sığ noktaydı. Özür dileneceğine, tekrarlanan ve egosantrik bir "ben öyle gördüysem öyledir" aymazlığına dönüştü. Sahiden ürkütücü, hiçbir pratik karşılığı ve gerçekliği olmayan tümüyle sansasyonel ve "politik", ayrıca bana fena halde "Siyonistlerin" adam yeme taktiklerini çağrıştırıyor. Madem etiketleme bu kadar trajikomik bir alışkanlık haline geldi, benim de bir katkım olsun. La havle, gerçekten...”
Madem başörtüsü yasağı, başörtülüleri Ergenekon gibi örgütlerin içine düşürüyor, koskoca (!) “Ergenekon Terör Örgütü”nü çökerten iktidar, başörtüsü problemini sürüncemede bırakmasını hangi gerekçeyle izah ediyor? Eh, hiçbir tarafın anlamadığı mesele de bu ya: Rejim meselesi...
Sırrı Süreyya Önder’i, verdiği önerge vesilesiyle tebrik ediyor, muhafazakar partinin, “Zerdüşt’ün neyine başörtüsü” şeklinde çok derin analizlerle eleştirdikleri Önder’i bir kenara bırakıp, “muhafazakâr” olarak artık neyi “muhafaza” ettiklerini tekrar düşünmelerini diliyoruz...