Dünya çapında yeni bir savaş kuşağına girildi. Adalet başta olmak üzere bütün değerler altüst. Güç esaslı “adalet” dayatmasına merkez teşkil eden kurum ve kuruluşların yüzyıldır takındığı maskeler parçalanıyor. Bugüne kadar dünyada hükmünü sürdüren aklın diktatörlüğü sorgulanıyor, yeni bir akıl arayışıyla birlikte yeni güç çatışmaları ivme kazanıyor. Türkiye’nin de bu çatışmaya girmesi kaçınılmazdı ve girdi.

Yakın tarihe kadar “dışarıda düşmana mağlup, içeride halkına galip” kesilen kurmay kadroların yuvalandığı ordumuz, 15 Temmuz’la birlikte milletine hain ve zorba zihniyetten arınma krizi yaşamaya başladı; arınma derinleşiyor. Nitekim 15 Temmuz akabinde gerçekleşen Fırat Kalkanı operasyonunda Cerablus’a giren birliklerimiz “M.....d’in ordusu” nidasıyla karşılanırken, Afrin’de, “niyet ettim Allah rızası için cihada!” mesajları veren Mehmetçikleriyle tutunuyor.

Düne kadar bünyesinde barınan general taslaklarının “macera” dediği dışa dönük askeri operasyonlar, şimdi milletçe seferberlik ruhuyla destek topluyor.

Bekâ misyonuyla yüzleşirken dünyanın en kahpe saldırılarına hedef olan Anadolu, yaşadığı darbelerin en hazin sonuçlarını ordusunda gördü. İncinmiş bir onurun ne demek olduğunu, orducu milletiyle ancak Anadolu insanı bilebilir.

Şimdi Afrin harekâtıyla birlikte Türkiye, muazzam tesirlere gebe bölgesine adamakıllı girdi ve bu girişin çıkışı yok! Ya kalıp “gönül coğrafyası”nı birleştirmeyi başaracağız veya mağlup olmamızı bekleyenlere can evimizden vurma fırsatı tanıyacağız. Öyle kritik bir safha ki, en küçük ihanete fırsat tanımamak için hiçbir fırsatı kaçırmamalıyız.

Savaş kültürü yüksek, ordu tarihi köklü, silahlı kuvvetleri tarih boyu İslâmî motiflerle ilerlemiş bir ordunun, tek üstün ve biricik moral değeri İslâm maneviyatı olabilir. Bu coğrafyaya adaletle hükmetmiş, gücünü adaleti gerçekleştirmek için kullanmış ne kadar kurmay zekâ varsa tam tekmil kademesini almalı, neslini ilköğretimden itibaren Allah’ın adını yüceltmeye hazırlamalıdır. Siyonist İsrail ordusu bu noktada çarpıcı bir örnektir.

Düşmanlarının bugün de karşısına dikildiğini görmekten korkmayan her subay, ruhsuz emir-komuta zincirine sirayet yollarını tam kapatıcı saf Anadolu iman/ferasetiyle kurumlaşmalı, harp akademilerini marş klişelerinden öte iman ve aksiyon heybetinde erginleştirmelidir.

“Galip et, çünkü bu son ordusudur İslâm’ın”... mısraının ilham ettiği gibi, İslâm aksiyonu bu orduyu bugünlere taşımıştır. Türkiye son kale, bölgenin gözünde de son ümit bu orduysa, coğrafyasında ilerlemesi belki yıllar alacak savaş sürecinde merhum Fahreddin Paşa’nın kesintisiz cihad şuurunu tüm birimleriyle kadrolaştırmalıdır. Nitekim, İsrail’in “din adına savaş” verdiği bir bölgede, ‘Büyük İsrail’ hayaline hamal ve hadım olmuş PYD-PKK kahpe devşirmesi, bu stratejinin ürünü olarak yolumuzu kesmiştir.

Bu savaşla birlikte bütün kötülerden ve kötülüklerden arınmaya mecburuz. Yeni sahteliklere, ucuz tesellilere, adi ve yarım oluşlara fırsat vermeden bıçak gibi bir ordu fikrini sistemleştirmeliyiz.
Dünyada sayıları sınırlı güçler arasından sıyrılma noktasında büyük ve kusursuz bir akla ihtiyaç olduğu açık. “Biz ve onlar” ayırımı giderek keskinleşiyorken cephe derinliğinde tüm yönleriyle görünen oyun, yarın bizi daha büyük çaplı oyun kurmaya zorlayacak; çok uzun soluklu olacak.

Bu safhada tüm kurumlarıyla şehadet şuuru vermeyen korkak hocadan, Ulu Hakan’ı lafta anıp okul safında anlatamayan öğretmenden, İslâm siyasetinin şuurunu gösteremeyen siyasetçiden, köyüne kadar yoluna kurban kesilirken küfür ordusuna karşı kompleksli “uzman”lardan, “stratejist”lerden, “sırmalı”lardan arınmalıyız. Allah’ın yardımı bizimle olsun.


Baran Dergisi 580. Sayı