Amerikan siyaseti ve ekonomisinin perde arkasında kimlerin olduğu sorusu, tarih boyunca merak konusu olmuştur. Bu sorunun cevabını ararken, en etkili figürlerden biri olarak August Belmont ismi öne çıkar. 19. yüzyıl Amerika’sında finansal ve politik dengeleri belirleyen bu isim, aslında Avrupa’daki güçlü Yahudi finans imparatorluğu Rothschild ailesinin bir uzantısıydı. Bugün bile etkileri hissedilen bu ağ, sadece finans sektörünü değil, Amerikan siyasetini de doğrudan şekillendirdi. August Belmont, özellikle New York siyasetinde partinin finansal ve örgütsel altyapısını güçlendiren, kampanya finansmanı ve siyasi makine yapısının modernizasyonunda kilit rol oynayan bir figür olarak öne çıkar. Onun bu katkıları, Demokrat Parti’nin güçlenmesinde ve geniş kitlelere ulaşmasında belirleyici olmuştu.
1837 yılında Almanya’dan New York’a gelen August Belmont, "Amerikan rüyasını" yaşayan bir göçmenden çok daha fazlasıydı. O, Rothschild hanedanının Amerika’daki temsilcisi olarak hareket eden ve Avrupa’daki finans gücünü ABD’ye taşımakla görevli bir figürdü. Geldiğinde ülke büyük bir ekonomik kriz içindeydi, bankalar iflas ediyor, piyasalar çöküyordu. Ancak krizler, büyük servetlerin yeniden dağıtıldığı anlardır ve Belmont bu kaosu fırsata çevirmeyi çok iyi bilenlerden biriydi.
Rothschild ailesinin geniş finans ağı sayesinde kısa sürede Wall Street’te yükseldi ve kendi bankasını kurdu. Bu banka, görünüşte bireysel bir finans kuruluşu gibi hareket etse de, Avrupa’daki güçlü finans çevrelerinin doğrudan bağlantılı olduğu bir merkez hâline geldi. Sadece birkaç yıl içinde Amerikan finans dünyasında söz sahibi olan Belmont, asıl hamlesini ise siyasete girerek yaptı. Para ile siyasetin iç içe geçtiği bu düzen, ona Demokrat Parti içinde önemli kapılar açtı.
August Belmont’un siyasete ilgisi, yalnızca kişisel bir hırsın sonucu değildi. O, temsil ettiği büyük sermaye ağının çıkarlarını korumak ve Amerikan siyasetini bu doğrultuda yönlendirmek için sahneye çıkmıştı. Bankacılık gücünü, siyasi etkiyle birleştirerek, Amerika’daki Yahudi sermayesinin en etkili isimlerinden biri hâline geldi. 1860’ta Demokrat Parti’nin başına geçmesi, sadece bir iş adamının yükselişi değil, Avrupa sermayesinin Amerikan siyasetine doğrudan hükmettiği bir dönemin başlangıcıydı.
Ancak bu hikâye burada bitmiyordu. Belmont’un yükselişi, yalnızca finans ve siyasetle sınırlı kalmadı. O, bir yandan savaşın iki tarafıyla da iş tutarak servetini katlarken, diğer yandan Amerikan kültürüne, altyapısına ve hatta sosyal hareketlerine bile damgasını vurdu. Peki, bu yükselişin arkasında neler vardı? Belmont ailesi, Amerika’nın en kritik anlarında nasıl bir rol oynadı? Bu soruların cevapları, Amerikan tarihinin görünmeyen yüzünü anlamak için kritik öneme sahip.
Belmont Ailesinin Kökenleri: Avrupa'dan Amerika'ya
Belmont’un gerçek adı Aaron Schönberg’ti ve 1813 yılında Almanya’nın Alzey kentinde, köklü bir Yahudi ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi. Bu aile, sadece ticaretle değil, aynı zamanda Yahudi cemaatleri içindeki finansal etkinliğiyle de biliniyordu.
Belmont’un ailesi, Yahudi bankerlerin Avrupa’daki en güçlü ağlarından biri olan Rothschild hanedanıyla yakından bağlantılıydı. Büyükbabası Joseph Jessel, Alzey’de Yahudi cemaatinin önde gelen liderlerindendi ve ailesi nesiller boyunca bölgedeki ticari ve finansal faaliyetlerde söz sahibiydi. Ancak, 19. yüzyılın başlarında Avrupa’daki politik çalkantılar, Yahudi sermayesinin yeni merkezler arayışına girmesine yol açtı. Bu süreçte, Rothschild ailesi ve onların çevresindeki bankerler, yatırımlarını Amerika kıtasına yönlendirmeye başladılar.
August Belmont’un Rothschild ailesiyle ilişkisi yalnızca ticari bir bağlantıdan ibaret değildi. Genç yaşta Frankfurt’a taşınarak, Rothschildlerin himayesinde eğitim aldı ve onların finans dünyasındaki kurallarını öğrendi. Bankacılık sisteminin içinde yetiştirilen Belmont, kısa sürede finansal hesaplamalar, uluslararası ticaret ve siyasi bağlantılar kurma konusunda uzmanlaştı. Henüz 20 yaşına bile gelmeden, Avrupa’nın büyük şehirlerinde Rothschild ailesinin temsilcisi olarak çalışıyordu.
1837 yılında, Rothschildler ona çok önemli bir görev verdi: Amerika’daki finansal durumu denetlemek ve ailenin buradaki çıkarlarını korumak. Bu, sıradan bir görevden çok daha fazlasıydı. Rothschildler, Belmont’u Amerika’daki gözleri, kulakları ve elleri olarak konumlandırmışlardı. Ancak August Belmont, bu fırsatı sadece patronlarının çıkarlarını korumak için değil, kendi hanedanlığını kurmak için de kullandı.
Amerika’ya adım attığında ülke büyük bir ekonomik kriz içindeydi. Bankalar birbiri ardına iflas ediyor, piyasalarda büyük bir panik hâkimdi. Ancak krizler, aynı zamanda büyük fırsatların da doğduğu anlardır. Belmont, bu durumu ustaca değerlendirdi ve kısa sürede Wall Street’te önemli bir oyuncu hâline geldi. Kendi finans şirketini kurarak, Avrupa’daki Yahudi sermayesinin Amerika’da kök salmasını sağladı. Ancak onun hikâyesi sadece finans dünyasında kalmadı. Belmont, siyaseti de işin içine katarak, Amerikan sistemini içerden şekillendirecek bir noktaya ulaşacaktı.
Belmont’un yükselişi, yalnızca kişisel hırs ve finansal beceriyle açıklanamaz. Onun arkasında, Avrupa’dan gelen büyük bir sermaye ve stratejik bir plan vardı. Amerika, Yahudi sermayesinin yeni oyun alanı hâline gelmişti ve Belmont, bu oyunun en önemli figürlerinden biri olacaktı. Peki, o bu gücü nasıl kullandı? Finansal başarılarını nasıl siyasi etkiye dönüştürdü? İşte bu noktada, Demokrat Parti’nin içlerine kadar uzanan bir hikâye başlıyordu.
Bankacılıktan Siyasete: Demokrat Parti’yi Şekillendiren Güç
August Belmont, Amerika'ya adım attığında finans dünyası büyük bir çalkantı içindeydi. 1837 Panik Krizi, bankaların batmasına ve ekonominin altüst olmasına neden olmuştu. Ancak krizler, kimi için yıkım getirirken, kimi için servet kapısı açar. Belmont, Rothschildlerin desteğiyle bu krizi fırsata çevirmeyi bildi. New York’ta August Belmont & Company adıyla kendi bankasını kurarak Wall Street'te hızla yükseldi.
Belmont’un finansal gücü, onun sadece başarılı bir banker olarak anılmasını sağlamadı; aynı zamanda Amerikan siyasetinde de önemli bir figür hâline gelmesine neden oldu. Finans sektörü ile siyaset arasındaki girift ilişkiyi çok iyi kavramıştı. Paranın, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda siyasi bir silah olduğunu biliyordu. Büyük şirketlere, demiryolu projelerine ve eyalet hükümetlerine açtığı kredilerle Amerikan ekonomisinin kritik damarlarını kontrol etmeye başladı. Ancak Belmont için nihai hedef, Amerikan siyasetini doğrudan etkilemekti.
Bu noktada, Demokrat Parti onun için en uygun platform oldu. O dönem, parti özellikle Güney eyaletlerinde güçlüydü ve köleci düzeni destekliyordu. Belmont, bir yandan New York’taki iş çevreleriyle olan bağlarını güçlendirirken, diğer yandan Güney'deki Demokrat liderlerle yakın ilişkiler kurarak siyasi etkinliğini artırdı. Louisiana Senatörü John Slidell ile kurduğu dostluk, onun Demokrat Parti içinde hızla yükselmesini sağladı. Slidell, daha sonra Konfederasyon’un en önemli destekçilerinden biri olacaktı, ancak Belmont bu süreçte her iki tarafla da bağlantılarını sürdürerek hem Kuzey hem Güney için vazgeçilmez bir isim hâline geldi.
1860 yılına gelindiğinde, Belmont Demokrat Parti içinde en güçlü figürlerden biri olmuştu. O yıl, partinin en önemli kurumu olan Demokratik Ulusal Komite’nin başkanı seçildi. Bu sadece bir unvan değildi; Demokrat Parti'nin finansmanını sağlamak, seçim kampanyalarını yönetmek ve siyasi stratejileri belirlemek anlamına geliyordu. Bir başka deyişle, Belmont, Demokrat Parti’nin kasasını ve beyin takımını kontrol eden isim hâline gelmişti.
Onun liderliğinde, Demokrat Parti'nin para toplama stratejileri de değişti. Belmont, Avrupa'daki bağlantılarını kullanarak büyük finansörlerden destek sağladı ve partiyi kurumsal bağışlarla ayakta tutan modern siyasi finansman modelinin temellerini attı. Amerikan seçimlerinin artık sadece oylarla değil, aynı zamanda büyük sermayenin yönlendirdiği kampanyalarla kazanıldığını kanıtladı.
Belmont'un bankacılıktan siyasete geçişi, Amerikan politikasının nasıl şekillendiğini anlamak açısından kritik bir örnektir. Siyasetin, bağımsız aktörler tarafından değil, büyük sermaye sahipleri tarafından kontrol edildiğini gösteren bu süreç, bugünün Amerikan siyasi sistemine giden yolu da döşedi. Ancak onun etkisi yalnızca Demokrat Parti’yi yönlendirmekle sınırlı kalmadı. İç Savaş’ın patlak vermesiyle birlikte, Belmont’un gölgelerden yönettiği oyun daha da karmaşık hâle gelecekti. Hem Birlik hem de Konfederasyon ile kurduğu ilişkiler, onun gerçek gücünü ve asıl niyetini gözler önüne serecekti.
İç Savaş ve Belmont: Çifte Oynayan Bir Güç
Amerikan İç Savaşı, ülkeyi ikiye bölen bir mücadeleydi. Ancak bu çatışma sadece cephelerde değil, finans dünyasında da büyük bir savaşın fitilini ateşledi. Para, savaşın gidişatını belirleyen en büyük güçtü ve August Belmont, tam da bu noktada devreye girdi. Belmont’un stratejisi, herhangi bir tarafın kazanmasını beklemek yerine, her iki tarafa da oynayarak savaşın her sonucunda kazanan olmaktı.
Savaşın başlamasından önce, Belmont Demokrat Parti içinde kölecilik yanlısı Güneyli politikacılarla yakın ilişkiler kurmuştu. Demokrat Parti, o dönemde köleci düzeni destekleyen politikalarıyla biliniyordu ve Belmont, finansal gücünü kullanarak partinin karar alma mekanizmalarını yönlendiren isimlerden biri olmuştu. Güney’in ekonomik sistemini sürdürmek için büyük yatırımlara sahipti ve savaşın patlak vermesi onun çıkarlarını doğrudan tehdit edebilirdi. Ancak o, krizi bir yıkım olarak değil, yeni bir kazanç fırsatı olarak değerlendirdi.
Savaşın başlarında, Belmont açıkça Kuzey’e, yani Birlik’e karşı bir tutum sergiledi. Başkan Abraham Lincoln ve Cumhuriyetçiler, köleliği sona erdirmeyi hedefleyen politikalarıyla Belmont’un finansal çıkarlarını tehdit ediyordu. Belmont, Demokrat Parti içindeki etkisini kullanarak Lincoln yönetimine karşı muhalefeti örgütledi. 1864 seçimlerinde, Lincoln’e rakip olarak Demokrat aday George McClellan’ı destekledi ve onu "barışçıl bir çözüm" söylemiyle sahaya sürdü. Ancak gerçekte bu, Güney'in mevcut statükosunu korumasını sağlamak için yapılmış bir hamleydi.
Diğer yandan, Belmont tamamen Güney’in tarafında da değildi. Savaş ilerledikçe, Avrupa’daki bankacılık bağlantıları sayesinde Konfederasyon’un finansman bulmasını zorlaştırmaya çalıştı. Rothschild ailesi ve diğer büyük Avrupa bankalarının Güney'e kredi açmasını engellemek için perde arkasında lobi faaliyetleri yürüttü. Bu, Kuzey'in savaşta ekonomik üstünlüğünü korumasını sağladı. Belmont, aynı zamanda Birlik ordusuna Alman-Amerikalı askerlerden oluşan alaylar kurarak destek verdi ve kamuoyunda sadık bir Birlik yanlısı olarak görünmeye çalıştı.
Ancak işin perde arkasında farklı bir oyun dönüyordu. Demokrat Parti aracılığıyla Güney’in çıkarlarını korumaya devam ederken, Konfederasyon’a dolaylı yollarla finansal destek sağladığına dair şüpheler vardı. Özellikle Avrupa’daki Yahudi bankacılarla olan bağlantıları sayesinde Konfederasyon tahvillerinin Londra ve Paris piyasalarında işlem görmesini sağladığı iddia ediliyordu. Yani Belmont, hem Kuzey’e hem de Güney’e yatırım yaparak, savaşın sonucu ne olursa olsun kazanan tarafta olmayı garantiliyordu.
İç Savaş sona erdiğinde, Belmont Demokrat Parti’nin başında kalmaya devam etti ve Güney eyaletlerinin yeniden yapılanma sürecinde ekonomik çıkarlarını korumaya yönelik çalışmalar yürüttü. Savaş sırasında her iki tarafa da oynayan bu banker, Amerikan siyasetinde sermayenin ne kadar belirleyici bir güç olduğunu kanıtlamış oldu. Onun stratejisi basitti: Taraflardan biri kazandığında kaybeden olmamak için her iki tarafla da bağlantıda kalmak. Bu oyun, Amerikan siyasetinde sermayenin nasıl kullanıldığına dair bugün bile geçerli olan bir örnek sundu.
Belmont’un İç Savaş sırasındaki hamleleri, onun yalnızca bir bankacı değil, aynı zamanda bir siyasi mühendis olduğunu gösterdi. Siyaseti sadece ideolojik bir mücadele olarak görmek büyük bir hata olurdu; asıl mesele, kimin finansal gücü elinde tuttuğuydu. Belmont, bu gerçeği çok iyi biliyor ve ona göre hareket ediyordu. Savaş sonrası Amerika, onun oyunlarını daha net bir şekilde görecekti. Ancak bir gerçek değişmeyecekti: Parayı kontrol eden, siyaseti de kontrol eder.
August Belmont ve Amerikan Seçimleri
Amerikan siyasetinde paranın gücü hiçbir zaman inkâr edilemezdi, ancak 19. yüzyılın ikinci yarısında bu gücü sistematik bir şekilde kullanan ve siyaseti doğrudan şekillendiren bir isim varsa, o da August Belmont’tu. Bankacılıktan siyasete uzanan kariyerinde en büyük hamlelerinden biri, Demokrat Parti’nin en kritik dönemlerinde kontrolü ele alarak seçim stratejilerini yönlendirmek oldu.
1860 yılında Demokratik Ulusal Komite’nin başkanı olan Belmont, sadece bir siyasi figür değil, partinin finansörü ve stratejik aklı hâline geldi. Onun liderliği altında Demokrat Parti, büyük bağışçılardan destek alarak seçim kampanyalarını yöneten modern bir siyasi yapı kazandı. Bankacılık tecrübesi sayesinde, seçim kampanyalarının sadece ideolojiyle değil, büyük finans ağlarıyla kazanıldığını çok iyi biliyordu. Seçim stratejisi basitti: Parayı doğru yerlere yönlendirerek, halkın algısını yönetmek ve kazanma şansını artırmak.
Belmont’un en büyük sınavlarından biri, 1864 seçimleriydi. Cumhuriyetçi Başkan Abraham Lincoln’e karşı, Demokrat aday George McClellan’ı destekleyerek, savaş karşıtı bir söylem üzerinden seçim kampanyasını yönetti. Ancak Lincoln’ün güçlü liderliği ve savaşın seyrinin Birlik lehine dönmesi nedeniyle, McClellan büyük bir yenilgi aldı. Bu, Belmont için bir darbe olsa da, Demokrat Parti’nin kontrolünü elinde tutmaya devam etti.
1872 seçimleri ise Belmont’un siyasi kariyerindeki en büyük başarısızlıklardan biri oldu. Demokratlar, iç savaş sonrası toparlanma sürecinde halkın güvenini yeniden kazanmak için farklı bir strateji izlemeye karar verdiler. Ancak bu strateji, tam anlamıyla bir felakete dönüştü. Belmont ve ekibi, Cumhuriyetçi Başkan Ulysses S. Grant’e karşı güçlü bir aday bulamadıkları için, Demokratlar ve Liberal Cumhuriyetçiler ortak bir aday çıkardı: Horace Greeley.
Greeley, aslında Demokrat Parti’nin geleneksel çizgisine uygun bir isim değildi. Gazeteci kimliğiyle tanınan Greeley, kölelik karşıtı görüşleriyle biliniyordu ve Demokrat Parti tabanında büyük bir destek bulmakta zorlanıyordu. Ancak Belmont, onu destekleyerek Cumhuriyetçilere karşı bir birleşik cephe oluşturmayı umuyordu. Finansal gücünü ve bağlantılarını kullanarak kampanyaya büyük miktarda fon aktardı. Ancak sonuç tam bir fiyaskoydu.
Greeley, seçim kampanyası boyunca zayıf bir figür olarak kaldı ve rakibi Grant karşısında ezici bir yenilgi aldı. Üstelik seçim sonuçları açıklanmadan kısa bir süre önce yaşadığı sağlık sorunları nedeniyle hayatını kaybetti. Demokrat Parti, tarihte eşine az rastlanan bir şekilde, ölmüş bir adayın aldığı oyları değerlendirmek zorunda kaldı. Bu seçim, Belmont için sadece siyasi bir başarısızlık değil, aynı zamanda paranın her zaman seçim kazandırmadığını gösteren acı bir ders oldu.
1872 seçimleri sonrası, Belmont Demokrat Parti’deki etkinliğini kaybetmeye başladı. Ancak mirası, Amerikan siyasetinde para ve güç ilişkisinin nasıl işlendiğini gösteren en net örneklerden biri olarak kaldı. Onun başlattığı seçim stratejileri, modern Amerikan siyasetinde hâlâ geçerli olan bağış toplama ve medya manipülasyonu sisteminin temelini attı. Artık Amerikan seçimleri, sadece halkın iradesiyle değil, sermaye sahiplerinin oyunlarıyla da şekilleniyordu.
August Belmont’un Amerikan seçimlerindeki rolü, yalnızca bir siyasi figürün hikâyesi değil, aynı zamanda Amerikan siyasetinde sermayenin nasıl kullanıldığına dair önemli bir ders niteliğindeydi. Belmont, paranın siyaseti nasıl yönlendirdiğini kanıtlamış, ancak bazen paranın bile seçim kazanmaya yetmeyeceğini bizzat yaşayarak görmüştü.
Yahudi Kimliği: Amerikan Siyasetinde Gizli Güç
August Belmont’un yükselişi, yalnızca finansal dehasının değil, aynı zamanda Yahudi sermayesinin dünya siyasetindeki etkisinin bir göstergesiydi. Avrupa'dan Amerika'ya taşınan bu sermaye, yalnızca ekonomik alanla sınırlı kalmamış, siyasi mekanizmayı da doğrudan yönlendiren bir güç hâline gelmişti. Ancak bu yükseliş, Amerikan toplumunda tepkisiz karşılanmadı. Belmont’un finansal hamleleri ve Demokrat Parti üzerindeki kontrolü, özellikle basında sert eleştirilere neden oldu.
19.yüzyılın ortalarından itibaren Yahudi bankerlerin Amerikan siyasetine müdahale ettiği yönündeki şüpheler, özellikle Belmont gibi figürler üzerinden dile getirilmeye başlandı. Demokrat Parti içindeki etkisi arttıkça, onun asıl sadakatinin Amerikan halkına mı yoksa Avrupa’daki Yahudi finans ağlarına mı olduğu sorusu gündeme geldi. Basında sıkça "yabancı banker" suçlamalarına maruz kaldı. New York Times dahi bir makalesinde, “Demokrat Parti öyle bir hâle geldi ki artık bir Yahudi bankerin kontrolüne muhtaç durumda” diyerek durumu eleştirmişti.
Özellikle 1852 ve 1860 seçimleri sırasında Belmont’un, Avrupa’daki Yahudi bankerlerle bağlantıları üzerinden Amerikan siyasetini manipüle ettiği iddiaları gündeme geldi. Gazetelerde sıkça yer alan "çifte sadakat" suçlaması, onun hem Amerikan hem de Avrupa’daki çıkarları için hareket ettiğini öne sürüyordu. Belmont, Demokrat Parti’ye sağladığı büyük finansal destekle bir yandan siyaseti yönlendirirken, diğer yandan Avrupa’daki bağlantılarıyla ekonomik avantajlar elde ediyordu. Bu durum, birçok çevre tarafından “Amerikan siyasetinin para ile satın alınması” olarak değerlendirildi.
Siyasi rakipleri ve bağımsız basın, Belmont’un Rothschild ailesiyle olan ilişkisini sıkça gündeme getirerek onu Amerikan halkına yabancı bir figür olarak lanse etti. Yahudi bankerlerin savaş ve kriz dönemlerinde büyük servetler kazandığı gerçeği, özellikle İç Savaş sırasında Belmont’un iki tarafa da oynayan bir güç olarak hareket etmesiyle daha da belirginleşti. Kuzey ve Güney arasında dengeli bir strateji izleyen Belmont, hangi taraf kazanırsa kazansın finansal çıkarlarını koruma altına almıştı. Ancak bu durum, onun güvenilirliğini daha da sorgulanır hâle getirdi.
Basında çıkan eleştiriler, onun yalnızca finansal oyunlarını değil, aynı zamanda Amerikan toplumuna entegrasyon biçimini de hedef aldı. Yahudi kimliğini resmî olarak reddetmese de, Belmont’un Protestan elitler arasına karışmak için Hristiyan aristokrat bir kadınla evlenmesi ve çocuklarını Yahudi geleneklerinden uzak bir şekilde yetiştirmesi dikkat çekti. Bu durum, onun “Yahudi kimliğini sadece menfaatleri doğrultusunda kullandığı” yönünde yorumlandı.
Sonuç olarak, August Belmont ve onun şahsında Yahudi bankerlerin Amerikan siyaseti üzerindeki etkisi, 19. yüzyılın en büyük tartışmalarından biri oldu. Finans dünyasında kazandıkları güçle, sadece ekonomik dengeleri değil, siyasi yapıyı da değiştiren bu çevreler, Amerikan halkının iradesi üzerinde ne kadar söz sahibi olmalıydı? Bu soru, o dönemde soruluyordu ve günümüzde de hâlâ geçerliliğini koruyor.
At Yarışları ve Metro: Belmont Mirası
August Belmont, sadece finans ve siyaset dünyasında değil, Amerikan toplumunun altyapı ve eğlence alanlarında da etkili oldu. Ancak bu etkisi, her zaman kendi çıkarları doğrultusunda şekillendi. Bir yandan, at yarışlarını aristokrasiye hitap eden bir alan hâline getirerek "eski paranın" eğlence anlayışını kurumsallaştırdı, diğer yandan ise New York’un ilk metro sistemine yatırım yaparak, şehrin geleceğini şekillendiren projelerden büyük finansal kazanç sağladı.
Belmont’un ismini taşıyan Belmont Stakes, bugün Amerika'nın en prestijli at yarışı organizasyonlarından biri olarak bilinir. Ancak bu yarış, yalnızca bir spor etkinliği değil, aynı zamanda Yahudi sermayesinin Amerikan üst sınıfı içindeki konumunu pekiştirdiği bir alan oldu. 1867’de Bronx’taki Jerome Park Yarış Pisti’nde düzenlenmeye başlayan bu yarış, kısa sürede aristokrasinin gözdesi hâline geldi. At yarışlarının, Avrupa’daki aristokrat Yahudi ailelerin kontrolünde bir sektör olduğu düşünüldüğünde, Belmont’un bu alana yönelmesi şaşırtıcı değildi. Amerikan halkına "spor" olarak sunulan bu yarışlar, gerçekte büyük para akışlarının döndüğü ve sermayenin kendi içinde el değiştirdiği bir sistemdi.
Ancak Belmont’un mirası sadece at yarışlarıyla sınırlı kalmadı. 19. yüzyılın sonlarında, New York büyüyen nüfusuna cevap verecek bir ulaşım sistemine ihtiyaç duyuyordu. Bu noktada, Belmont devreye girdi ve New York metrosunun finansmanında kilit bir rol oynadı. Ancak bu, hayırseverlikten çok, uzun vadeli bir yatırım stratejisinin parçasıydı. 1904’te açılan ilk metro hattı, Interborough Rapid Transit Company (IRT) adı altında faaliyet gösterdi ve bu şirketin en büyük yatırımcısı August Belmont Jr. idi.
Metro inşası, Belmont ve onun temsil ettiği sermaye çevreleri için devasa bir kazanç kapısıydı. İnşaatın finansmanı için açılan devlet tahvilleri, büyük ölçüde Yahudi bankacılar tarafından kontrol edilen uluslararası finans ağları üzerinden sağlandı. Bu sayede, metronun halk için bir hizmet olmaktan çok, belirli sermaye grupları için uzun vadeli bir gelir kaynağına dönüşmesi sağlandı. Belmont Jr., inşaat sürecini finanse ederken, aynı zamanda metro hatlarının işletmesini de elinde tutarak, şehrin ulaşım sisteminden sürekli bir gelir elde etti.
Bütün bunlar, August Belmont’un ve onun mirasının nasıl şekillendiğini gösteriyordu: Sermaye her zaman kendini yeniden üretmenin yollarını buluyordu. At yarışlarıyla toplumsal statüsünü güçlendiren, metroyla ise altyapıdan kazanç sağlayan Belmont ailesi, Amerika'daki Yahudi sermayesinin her alanda nasıl stratejik hamleler yaptığının en net örneklerinden biriydi. Bugün dahi ismini taşıyan bu yapılar, aslında sadece bir şahsın değil, bir sermaye sınıfının Amerikan hayatını nasıl yönlendirdiğini gösteren somut simgeler olarak varlığını sürdürüyor.
Belmontlar ve Amerikan Siyasetinde Kalıcı Etkileri
Belmont ailesinin hikâyesi, aslında tek bir kişinin yükselişinden çok, Yahudi sermayesinin Amerikan siyasetine nasıl yerleştiğinin bir özeti niteliğindedir. Finans, siyaset, medya, toplumsal hareketler ve altyapı projeleri... Hepsi, paranın en büyük güç olduğu bu düzenin içinde Belmont ailesinin uzun vadeli stratejileriyle şekillendi. August Belmont ve ardılları, Amerikan siyasetinin yalnızca oylarla değil, para akışlarıyla yönetildiğini çok iyi kavramış ve bu sistemi en ince ayrıntısına kadar kullanmışlardır.
Bu ailenin en büyük başarısı, Demokrat Parti’yi kendi çıkarları doğrultusunda dönüştürmek oldu. 19. yüzyılın ortalarında kölelik yanlısı Güneyli elitlerin partisi olan Demokratlar, zamanla sermaye sahiplerinin yönlendirdiği bir yapı hâline geldi. Bugün de Demokrat Parti’nin arkasındaki finansal destekçileri incelediğinizde, aynı zihniyetin hâlâ hüküm sürdüğünü görmek mümkündür. Wall Street bankerleri, büyük medya kuruluşları ve uluslararası finans ağları, tıpkı Belmont’un döneminde olduğu gibi, Amerikan siyasetini belirleyen ana unsurlar olmaya devam ediyor.
Belmont ailesinin mirası, sadece Amerikan seçimlerinde değil, dünya çapında Yahudi sermayesinin ulus-devletler üzerindeki etkisini anlamak açısından da kritik bir örnek teşkil ediyor. Bugün Amerikan siyasetine yön veren sermaye gruplarının çoğunun kökleri, Belmont ve onun temsil ettiği finansal düzen içinde yatmaktadır. Özellikle ABD’nin küresel politikalarında İsrail yanlısı tavrının arkasında da, bu tür bağlantılar yer almaktadır. 19. yüzyılda Avrupa’dan Amerika’ya taşınan bu finansal güç, artık uluslararası siyaset sahnesinde emperyalist projeleri yönlendiren bir mekanizma hâline gelmiştir.
Belmontlar, zamanla göz önünden çekilmiş gibi görünse de, mirasları ABD'de büyük sermayenin siyaset üzerindeki etkisini sağlamlaştırmaya devam ediyor. Bugün New York'un ulaşım sisteminden Amerikan seçim kampanyalarına, medya kontrolünden uluslararası finans kuruluşlarına kadar, bu düzenin temelleri August Belmont’un attığı adımlarla oluşturulmuş durumda. Amerikan siyaseti, halkın iradesinin bir yansıması olmaktan çok, sermayenin ve onun kontrol ettiği mekanizmaların bir sonucu olarak işliyor.
Sonuç olarak, Belmont ailesi ve onların temsil ettiği sistem, demokrasinin kitlelerin iradesiyle değil, sermaye sahiplerinin stratejik hamleleriyle şekillendiğini bir kez daha gözler önüne seriyor.
Kaynak: Baran Dergisi