Esselâmü aleyküm.
Nasılsınız?
(Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)
İyiyim, iyiyim. Öğleden sonra biraz kestirdim. Gerçi bu yüzden sizi de geç aradım ama iyi oldu, dinlendim.
Dünya ve Türkiye’den haberler neler?
(Av. Yılmaz, aynı şartların geçerli olduğunu; herhangi bir problem bulunmadığı gibi, yeni bir şey de olmadığını söylüyor.)
Suriye sınırından bir haber var mı peki?
(Av.Yılmaz, Türkiye, ABD ve İran’ın hep birlikte Irak’a saldırmalarının sözkonusu olduğunu söylüyor.)
Türkiye mi Irak’a saldırıyor? Hayır.
(Av. Yılmaz, Türkiye’nin Irak’a henüz gerçekten de saldırmadığını, ancak Musul’a böyle bir ortak harekât düzenleneceği haberlerinin basında yer aldığını ifâde etmeye çalışıyor.)
Bunun sebebini anlayabilirsiniz, çünkü İran müdahale ediyor şu ân Irak’a. Bir sınır ülkesinde böyle bir şey olduğuna ve bu da Türkiye’yi etkileyeceğine göre, bunun sebebini anlayabilirsiniz.
Fakat Amerika’nın hiçbir mazereti yok bu bakımdan. Mevcut duruma yol açanlar, herşeyi başlatanlardır zaten onlar.
Yeri gelmişken, telefonla konuştuğum bir yoldaş söyledi bana. İnternetten mi, yoksa başka bir yerden mi öğrendi bilmiyorum ama on gün önce Tikrit yakınlarında dört Baasçı –muhtemelen Nakşibendî Kurtuluş Cebhesi’nden- subayı infaz etmiş cihadçılar.
Size bir şey söyleyeyim: İzzet İbrahim el-Durî ve onun adamları, bu generaller, bu vatanseverler, orada Amerikan ajanlarıyla savaşan bu iyi müslümanlar, Irak halkına kalan miras olan müzelerin tahrib edilmesini kabul etmeyeceklerdir. Mantıklı bir iş değildir çünkü bu.
Geçen hafta da bahsetmiştim bu meseleden ve şimdi yine tekrarlıyorum ama niçin orada böyle şeyler olduğunu anlamaya çalışıyorum.
Neyse, başka şeylerden de bahsetmeliyiz elbette. Bana soracağınız herhangi bir soru var mı?
(Av. Yılmaz, sorusu olmadığını, dilediği gibi konuşabileceğini söylüyor Carlos’a.)
Tekrar Venezüella’yla ilgili olarak konuşmak istiyorum o hâlde.
Biliyorsunuz, Venezüella’ya karşı neredeyse bir savaş ilânı sözkonusu. ABD başkanı o “beyaz zenci”, bir diğer ifâdeyle, derisi bakımından siyah, içi bakımındansa sömürgeci beyazlar gibi davranan o adam, ABD’nin güvenliğini savunmak üzere müdahale yetkisi istiyor ve özellikle Venezüella’yı da ABD için bir tehlike olarak zikrediyor.
Venezüella gerçekten ABD için bir tehdit teşkil etseydi, bundan hakikaten gurur duyardım. Oysa hiç kimse yok böyle. Sadece Küba tehditti bir zamanlar. Stratejik Sovyet üsleri vardı, hattâ denizaltı üsleri bile vardı çünkü orada. Küba veya Venezüella ABD için bir tehdit değil yâni. Hele ABD’den çok uzak olan Venezüella hiç değil; böyle bir ihtimal dahi yok.
Sadece şu var tabiî: Venezüella, hayır işleri için, ABD’nin fakir bölgelerindeki insanlara çok ucuz petrol sağlamak için, özellikle bu fakir insanların kışın ısınma ihtiyaçlarını bu yolla karşılamak için, ABD’de yüz milyonlarca dolarlık yatırım yaptı. Sözkonusu bölgelerde bundan faydalanan insanların çoğunun siyahî olduğunu da yeri gelmişken söyleyeyim. Chavez’in iktidara geldiği tarihten bugüne, Bolivarcı Devrim döneminde, tam meblağı bilmiyorum ancak bir milyar doları geçecek kadar yardım yapıldı.
ABD başkanının bu talebi, Venezüella için yaptıkları hazırlıkların, Venezüella’nın düşmesi için plânlanmış son darbe komplosunun da bir tasdikidir aynı zamanda.
(Carlos, açığa çıkartılan bu komplo dolayısıyla, Venezüella’nın milletlerarası hukuk çerçevesinde başlattığı teşebbüslerine devam etmesi; Lahey, Cenevre, New York ve Roma’daki hukuk zeminlerinde hakkını aramayı sürdürmesi; böylece, en azından sembolik olarak bile olsa, Venezüella’ya müdahale ederek işlediği ve işlemeye çalıştığı suçlar sebebiyle ABD’nin kınanmasını sağlamaya bakması gerektiğini söylüyor…
Venezüella Cumhurbaşkanı Nicolas Maduro’nun birkaç gün önce Venezüella meclisinde yaptığı konuşmaya atıfta bulunan Carlos, Maduro’nun deşifre edilen darbeden bahsettiğive bu gerekçeyle tutukladıkları insanların, geçmişte Başkan Chavez’i öldürmeye çalışmış insanların tâ kendisi olduğunu söylediği bilgisini veriyor. Ancak Maduro’nun, şimdi tutuklanan ve kimisi bakanlık, kimisi cumhurbaşkanı yardımcılığı, kimisi de milletvekilliği yapmış bu insanları geçmişte Chavez’in affettiğini, onlara inandığını ve böyle davranarak çok iyi yaptığını söylemesini “inanılmaz!” bulan Carlos, oysa Maduro’nun bunun tam tersini söylemesi ve o büyük, o muhteşem, iyi danışmanları da olmamış Chavez’in bu şekilde davranarak çok büyük bir hata işlediğini vurgulaması gerektiğini söylüyor…
Kaldı ki Chavez’e o insanları affetmesi tavsiyesini yapanların da Venezüellalı olduğunu düşünmediğini ifâde ediyor ve sözkonusu danışmanların ya Kübalı ya başka milliyetlerden olduğunu, kuşkusunun da Başkanlık Sarayı’na sızarak orada çalışmakta olan [Fransız] Troçkistlerin üzerinde toplandığını belirtiyor…
Carlos, Chavez’in sonradan başarısızlığa uğratılmış bir darbeyle, içinde küçük bir deniz kuvvetleri üssü olan Orchila adasına nasıl gizlice hapsedildiğini, genç bir subayın Chavez’in kapatıldığı yeri tesadüfen farkederek hava kuvvetlerindeki Chavez’e sadık subaylara nasıl haber verdiğini ve Chavez’in uçakla adaya gelen bir hava kuvvetleri generali ile yanındaki komandolar tarafından nasıl bir mucize eseri kurtarıldığını anlatıyor. Ancak orada Başkan Chavez’in hayatını kurtaran sözkonusu generalle beraber diğer subayların, daha birkaç ay geçmeden, nasıl şübheli bir uçak kazası sonucu öldüğünü, daha doğrusu öldürüldüğünü söylüyor…
Şimdi de, Cumhurbaşkanı Maduro’nun, Amerikalı kadın bir diplomatın devşirdiği Venezüella hava kuvvetleri subaylarının iştirak edeceği bir darbe ile öldürülmesinin plânlandığı bir komplonun deşifre edildiğini söylüyor Carlos. Deniz kuvvetlerine nazaran sayıca az bir topluluk olan hava kuvvetleri içerisinde böyle bir teşebbüsün yuvalanmasını merak uyandırıcı bulduğunu ekliyor…
Tekrar Maduro’nun kongre konuşmasına dönen Carlos, “aşırı iyi” ve bu yüzden affedici olan  Chavez’in yaptığı o büyük stratejik yanlışın, eleştirilmek yerine övülmesini doğru bulmadığını tekrarlıyor; Chavez’in hapse tıkmak yerine o gün affettiği hainlerin ve sınıf düşmanlarının, bugün cumhurbaşkanının da öldürüleceği yeni bir darbe yapmaya bu yüzden cüret edebildiklerini vurguluyor…
Maduro’nun Chavez’den övgüyle bahsetmesinin şerefli bir davranış olmakla beraber, böylesi vahim yanlışların da mutlaka dile getirilmesi ve Chavez’in de bu yüzden eleştirilmesi gerektiğini söylüyor Carlos…
Küba devrimini örnek gösteren Carlos, Fidel Castro ile Raul Castro’nun böyle yapmadığını söylüyor ve düşmana karşı sert, düşmanlıktan vazgeçene karşı ise affedici ve bir şans daha verici olmak gerektiğini, ancak vatan hainleri için bunun geçerli olmadığını, bunların mutlaka bertaraf edilmesi gerektiğini vurguluyor. Ne var ki, Venezüella’da Bolivarcı Devrim döneminde hiçbir zaman böyle yapılmadığını söyleyen Carlos, son darbe teşebbüsü vesilesiyle şimdi hapse atılanların bile cezaevine kanunen istedikleri kadını getirtme hakkına sahib olduğu bilgisini vererek, Venezüella’nın hainler için bir cennet olageldiğini belirtiyor…
Oysa geçmişte Venezüella sağı veya sosyal demokratlar iktidardayken, sırf gerillaya yardım ettikleri, hattâ bir şey sattıkları için binlerce köylünün katledildiğini, ama bu suçlar yüzden tek bir kişinin bile yargılanıp ceza almadığını söylüyor…
Bu vesileyle bir hatırasını paylaşan Carlos, 15-16 yaşlarındayken, gerillaya karşı mücadele eden en büyük birliğin komutanı olan ve binlerce suç işlemiş bir generalin bulunduğu bir yeri tesadüfen keşfettiklerini; sivil giysileriyle sevgilisini görmeye giden sözkonusu generalin yerini, Caracas’ın en büyük lisesinin sorumlusu olarak, Komünist Parti’deki üstlerine haber verdiğini; ancak, onların “hayır, onu öldüremeyiz! Hapisteki liderlerimize ve mahpuslarımıza kötü davranırlar!” dediklerini ifâde ediyor…
Venezüella’daki durumun cesaretsizlikten değil, maalesef “insancıl” bir sapmadan kaynaklandığını belirtiyor. Venezüella’daki hükümet karşıtı ve etrafın kırılıp döküldüğü gösterilerde 14 yaşında bir çocuğun plastik bir mermiyle vurulduğunu ve merminin yol açtığı şok yüzünden öldüğünü söyleyen Carlos, sadece görevini yapan polis memurunun sırf bu yüzden protestolar falan yapıldı diye tutuklandığını; fakat geçmişte, Chavez iktidara gelmeden önce, polisin ve gizli polisin öldürdüğü, özellikle işkence ederek öldürdüğü binlerce insan için tek bir kişinin bile yargılanmadığını; bu suçların sorumlularının bazılarının sonradan bakan bile yapıldığını ekliyor…
Yaşananların çok tuhaf olduğunu ve Venezüella hükümetinin sanki açıklama yapmak zorundaymış gibi davrandığını, uluslararası basın tarafından yönlendirilen milletlerarası kamuoyundan korktuğunu ifâde ediyor…
Oysa o basında tüm cihadçıların ne kadar kötü insanlar olduğu propagandası pompalanırken, gerçekte bunu söyleyenlerin, uyuşturucu bağımlılarını, alkolikleri, homoseksüelleri ve fuhuş bağımlılarını ürettiğini vurguluyor…
Suudî Arabistan’da ve Körfez’de başta olanları kimsenin eleştirmediğini, ama bazı politikalarına katılmasa bile, inançları için savaşıp ölen ve kesinlikle iyi insanlar olan cihadçıları herkesin lânetlediğini söylüyor…
Venezüella tarihinin en popüler hükümetinin her seçimde daha az oy alarak bugünlere geldiğini ve şimdi de yeni tedbirler için destek almak üzere bir kez daha seçime gitmek istediğini, hâlbuki bunları yapmak için yeni bir seçime gerek olmadığını, zaten tüm böylesi yanlış uygulamaları yüzünden halkın kendilerine öfke duyduğunu, bu yanlış uygulamaların esas sorumlusunun da iktidar safları içindeki hainler ve Troçkistler olduğunu, yeni seçimlerin sadece halkın idareye duyduğu öfkeyi isbat etmeye yarayacağını söyleyen Carlos, buna rağmen inşallah kazanırlar diyor. Yoksa yeni gelecek olanların Venezüella’ya bir felâket getireceğini, ülkedeki kötülerin değil, sadece iyilerin bertaraf edileceğini ekliyor. Üstelik bunun hiç savaşmaksızın kaybedilmiş bir mücadele olacağını, oysa İspanya’daki iç savaşta olduğu gibi, insanın davası için sonuna dek ve şereflice savaşması gerektiğini söylüyor…
“Şimdi Venezüella’da olmalıydım” diyen Carlos, orada yapabileceği işler olduğunu, kendi dilinde iyi bir konuşmacı olduğunu, halka sözünü dinletebileceğini, aynı şekilde güvenlik noktasında birtakım önemli stratejik görevler de üstlenebileceğini söylüyor…
Her ne olursa olsun, Allaha güvendiğini söyleyen Carlos, Allah’ın, o ikiyüzlü, judeo-masonik, suçlu emperyalistlerin yanında olmadığını; Ukrayna’da, Suriye’de, Irak’ta, hâlâ bulundukları Türkiye’de, mukaddes Filistin topraklarında, Mekke ve Medine-i Münevvere’de yüz milyonlarca insanın, dünyanın her yerinde kontrolü kaybeden ve bu yüzden de herşeyi yapmaya hazır olan düşmanın zulmü altında yaşadığını ifâde ediyor. Müslümanların yaşadığı ülkelerdeki rejimlerin bu siyonist-emperyalist düşmana boyun eğdiğini söyleyen Carlos, bu düşmana direnen tek rejimin de maalesef haricî Alevîlerin idaresindeki Suriye olduğunu, bunun da üzücü olduğunu ifâde ediyor ve gerçek müslümanların idaresindeki Türkiye’nin de doğru safa geçmesi gerektiğini söylüyor. Türkiye’nin herhangi bir ülke olmadığını; tarihî, coğrafî ve jeopolitik bakımdan kendisine düşen bir rolü bulunduğunu ve İslâm ülkelerinde yaşayan –müslüman olsun olmasın- herkese yardım etmekle mükellef olduğunu vurguluyor…
Konuşmasının sonunda tekbir getiren Carlos, Kumandan Mirzabeyoğlu’nu sımsıkı kucakladığını, kendisine güvendiğini, O’nun sayesinde Türkiye’de herşeyin daha iyi olacağını söylüyor ve Allah yardımcısı olsun diyor…)

Baran Dergisi 427. Sayı