Salih Mirzabeyoğlu büyük bir dava adamıdır. Büyük adamdı. Necip Fazıl da, Mirzabeyoğlu da hakikaten davaları için yaşadılar ve davaları için öldüler. Davalarından bir an taviz vermediler.

Necip Fazıl'ı ilk nasıl tanıdınız ve onda tesiriniz nasıl oldu?

Necip Fazıl'ı ilk ortaokul sonda bir abimizin tavsiyesiyle Çöle İnen Nur kitabını okuyarak tanıdım. Beni ciddi şekilde etkilemişti. İlkokul 5'ten beri şiirle uğraşan biriydim. Yani şiir ödüllerim de vardı. O dönemde Yahya Kemal, Sezai Karakoç, Necip Fazıl, Abdurrahim Karakoç ve daha birçok şahsiyeti tanıdım ve onlardan etkilendim. Tabiî bu süreçte Necip Fazıl’ın Çile isimli şiir kitabıyla da tanıştım.

Çöle İnen Nur kitabı ciddi manada günümüz siyer kitaplarından farklı. Siz bu kitapta neyi fark ettiniz?

Kesinlikle farklı. Edebi dili olan, hikmetlerle dolu olan, okuyanın sanki o anı yaşıyormuş gibi hissettiği bir eser. Hatta Mekke ve Medine sokaklarında dolaşıyormuş hissini veriyor Çöle İnen Nur.

İslam dünyasında Üstad’ın tesiri nasıl?

Ben Pakistan'da okuduğum yıllarda Pakistanlı bir general, Nazım Hikmet'in bütün kitaplarını tercüme etmişti. O dönemde Türk Dil Edebiyatı derslerinde hocalık yapan Mustafa Miyasoğlu da oradaydı. Miyasoğlu hoca bu Pakistanlı generale Necip Fazıl'ı anlattı. O da Necip Fazıl'ın birçok kitabını daha sonradan Urduca'ya tercüme etmişti. Ve Pakistan'daki birçok arkadaşa da biz Urduca tercümelerini alıp veriyorduk. Diğer bir mevzu ise, Necip Fazıl'ın Bağdat ziyareti. Prof. Dr. Muhsin Abdülhamid büyük bir alim. Ve birçok kişiyle beraber o dönemler Necip Fazıl'ı 70'li yıllarda Bağdat'a davet ediyorlar. Bağdat'ta İmam Ebu Hanife, Abdülkadir Geylani Hazretleri'nin kabirlerini ziyaret ettikten sonra oturuyor, uzun görüşmeler yapıyor. Muhsin Abdulhamid’le daha sonraları röportaj yaptığımda Necip Fazıl'ın Bağdat ziyaretini sormuştum. Necip Fazıl orada bir iki kitabını veriyor ve bunu Arapçaya tercüme edin, Türkçesini de atın diyor.

Bu kitap hangisi?

Bu bahsettiğim kitap Necip Fazıl'ın Put Adam kitabı.

Bu kitabın Türkçeye tercümesi Dâru’l-Hilâfeti’l-Aliyye Medresesi, dağıtımı ise Küresel Kitap Yayıncılık tarafından yapıldı. Baya da ses getirdi fakat kitap anında toplatılıp, yayıncılarına da ceza verildi. Kitabın tek eksiği ise Türkçe dilinin Üstad’ın diliyle örtmüyor olması.

Evet. Necip Fazıl’ın dilinin de oraya tercüme edilmemesi iyi olmadı. Arapça’daki zevki vermiyor. Hatta Muhsin Abdülhamid’e keşke Türkçe olanını yakmasaydınız dedim. Aynı durum Mehmet Akif Ersoy'un mealinde de oldu. Tabii ardından hemen kendisi yaktırıyor. Muhsin Abdülhamid, “Valla biz altı ay boyunca yakmadık. Dedik ki bu hatıra kalsın. Fakat sonra Necip Fazıl’ın bize ettirdiği yemin aklımıza geldi.” dedi. Kerküklü birkaç alim hoca ile birlikte yapmışlardı bu çalışmayı. Çünkü onlar Türkçeden Arapçaya tercüme ediyorlardı.

Üstad’ın o dönemin şartlarında Türkiye'de basamadığı çok bariz bir şekilde ortada. Sadece bilinsin diye götürüyor kitabı.

Bu kitabın aslında tekrardan düzenlenip yayınlanması gerekiyor. Büyük bir hizmet olurdu.

Artık gündeme geldi. Zaten konuşuyor da insanlar. Bastırsın, bastırmasın artık böyle bir kitap olduğu biliniyor. Üstad’a ait olduğu da teyit edildi.

Büyük Doğu’dan yabancı dile tercümeler var. Mesela biz özellikle İdeolocya Örgüsü’nün de tercüme edilmesini istiyoruz. Sizin bu hususta öneriniz nedir?

Dünyanın birçok yerine gittim. Hatta Latin Amerika, Afrika, Hindistan, Mali vs… Buralarda Nazım Hikmet biliniyor, kitapları da var. Fakat Üstad Necip Fazıl’ın neden buralarda olmadığına hayıflandım. Bence Türkiye'deki Müslüman, aydın, entelektüellerin bu konudaki zayıflığından kaynaklanıyor. Çünkü sol düşünce kendi aydın ve entelektüelleriyle ilerliyor. Bizim düşünürlerimiz maalesef İslam dünyasında tanıtılmadı. Ben Arap dünyasına gittiğimde Necip Fazıl'ın birkaç kitabını Mısırlı arkadaşlara doktora tezi olarak önermiştim. Onlar da çalışmıştı. Bu vesileyle Necip Fazıl'ın bir iki kitabını tercüme etmişlerdi. Keşke Necip Fazıl ve daha birçok aydınımız ve eserleri üzerine çalışmalar yaptırılsa…

Ayrıca Çöle İnen Nur’un iyi bir edebiyatçı ve Üstad’ın diline hâkim olan biri tarafından bir kere tercüme edilmesi gerekiyor. Çünkü Mısırlı birçok edebiyatçının da benzeri kitapları, çalışmaları var. En azından siyer hususunda Necip Fazıl'ın eseri bilinmeli. Yine şiirleri de tercüme edilmeli. Çünkü şiirler aynı zamanda Necip Fazıl’ın kimliğini de gösterecek.

Mesela Mahmud Derviş’in şiirlerini zevkle okuyor veya dinliyoruz. Eminim ki Üstad’ın şiirleri de İslam dünyasında büyük tesir uyandırabilir.

Kesinlikle ben de ona inanıyorum.

Üstad, tarih ve diğer hadiselerin vakasına değil hikmetine bakıyordu. Bu açıdan akademik donukluğu da gideriyordu. Peki sizce literatürde olmalı mı ve bunun için ne yapılmalı?

Türkiye'de hangi cenahtan olursa olsun, hangi kitle olursa olsun, orada Necip Fazıl'ın varlığı inkâr edilemez. 60'lı, 70'li yıllar özellikle. Türkiye’de bütün insanlar, bütün kitleler üzerinde Necip Fazıl rüzgârı var. Ve böyle bir şahsiyetin elbette ki eserlerin tanınması ve bilinmesi lazım. Bu çok mühim. Fakat onu tam hakkıyla da anlatamadık. Çünkü bizde iki türlü körlük oluyor. Herhangi birine bağlananların körü körüne bağlanması ve Üstad’ı kimseye vermemesi. Diğeri de “nasılsa başkası sahipleniyor, bize ne” denilmesi. Türkiye dahil İslam dünyasında birçok âlimin kitapların yaygınlaşmamasının ana sebebi bu körlük bence.

Peygamber Efendimiz hadisinde, “Ey insanlar, ben size bu hadisi, şu anda size bunları naklediyorum. Sizden sonrakilere, sizden sonrakiler de sizden sonrakilere bunu aktarsın. Belki sizden sonrakiler, bunun manasını sizden daha iyi anlayacaklar.” diye buyuruyor. Şimdi bu böyledir. Mesela bir şeyi anlattığımızı sanırız ama anlatamamışızdır veya karşıdaki kişi bizim zaviyemizden bakamamıştır. Sonradan gelenler anlatabilecek yahut anlayabilecek.

Bugün, Büyük Doğu idealine her zamankinden daha fazla ihtiyaç var. Bu hususta eğitimden devlet kadrolarına varana kadar hâkim fikri tüttürebilmenin yolu neyden geçiyor?

Bunun için Necip Fazıl'ın ruhuna, duygusuna, fikrine, inancına sahip olmak lazım. Onun dönemindekilerde bir iman ruhu, Kur’an’a ve sünnete bağlılık vardı. Zaten bu hal onları harekete geçiriyordu. Biz iman neşvesini yitirdik. Bugün o ruhun yeniden bu toplumda ve devletin her kadrosunda yer bulması gerekiyor. Yoksa Üstad Necip Fazıl’ın harekete geçirici fikri günümüz insanında bir şey uyandırmıyor. Onun için o ruhu yeniden kazanmalıyız. Bunda birçok eksiklik var; edebiyatı, dili, dil zevkini, fikri, unuttuk. Çünkü Kur'an da bir belagattir. Biz belagati unuttuk. Bunların tekrardan ele alınıp topluma sunulması gerekiyor.

Üstad’ın talebelerinden Salih Mizabeyoğlu'nun da 70'e yakın eseri var. O da Büyük Doğu külliyatını adeta ilmek ilmek İbda fikriyatıyla dokumuş ve teoriyi pratize etmiş. Sizler bu hususta neler söylemek istersiniz?

Ortaokul zamanlarımda şiir okumaya ve yazmaya başlamıştım. Daha sonraki zamanlarımda şiir konusunda ilk görüştüğüm kişi Salih Mirzabeyoğlu’ydu. Hatta bir şiirim, müstear isimle dergilerinden birinde yayınlandığında beni aramış ve şiiri çok beğendiğini söylemişti. Konuşmamızda bana “Sıbgatullah” lakabını takmıştı. Sadece İslam’la alakalı değil, felsefeden sanata her alanda okumam konusunda tavsiyelerde bulunmuştu. Zaten benim sanata, felsefeye ilgim, onun bu sözleriyle başlamıştı. Çok sevdiğim çok değer verdiğim bir şahsiyettir. Salih Mirzabeyoğlu büyük bir dava adamıdır. Büyük adamdı. Necip Fazıl da, Mirzabeyoğlu da hakikaten davaları için yaşadılar ve davaları için öldüler. Davalarından bir an taviz vermediler. Bizim yeni düşünürler çıkarabilmemiz için de bunun gibi düşünürleri okumamız gerekiyor. Okuyan insanlara ihtiyacımız var. Her alanda okumalar yapılması gerekiyor.

Teşekkür ederiz hocam.

Ben teşekkür ederim.

Aylık Baran Dergisi 27. Sayı Mayıs 2024