Bizde Batılılaşma yani yabancılaşma Tanzimat’la beraber başlar. Daha önce III. Selim ve II. Mahmud devirlerinde Batıdan etkilenme var idi ama bunları körü körüne taklid ve yabancılaşma olarak değerlendirmiyorum, her ne kadar tenkid edilecek yönleri olsa bile.
Yenileşmeye ihtiyaç vardı, fakat sorunların kaynağına inerek ve yine kendi kaynaklarından zuhur ederek olmalı idi. Düşmanı taklid ederek ve onun istediği ıslahat veya devrimleri yaparak değil. Düşmandan alınacak gerekli şeyler ise, “Hikmet müminin yitik malıdır” hadisince sahiplenilir.
Tanzimat’tan beri Batı yanlısı ve çoğu da Batının zorlamasıyla olan değişimlerin bize fayda getirmediğini söyleyebiliriz. Bilakis bünyemizi bozdu, iman ve ideal birlikteliğimize zarar verdi ve ortaya ne Batıyı ne Doğuyu anlayan bir nesil çıktı. Cumhuriyet sonrasının kavruk nesilleri buna misaldir. Ne ilimde, ne fikirde, ne teknikte, ne sanatta hiçbir gelişme gösterilemediği gibi Batı taklitçiliği, kültürümüzü de budadı. Hele Cumhuriyet rejimi ile Batı yanlısı entegrasyona-asimilasyona girildi. Hukukundan, kıyafetine, eğitiminden, ekonomisine kadar Batının sömürgesi olduk. Güya muasır medeniyet seviyesine çıkılacaktı; kimliksiz ve şahsiyetsizlik seviyesinde kalındı. İlim ve fende, hukuk ve idarede, sanat ve estetikte dibe vuruldu. Kemalist döneme ait bir tane eser üretilemedi, bir estetik algısı oluşturulamadı, bir mimarisi bile olmadı. Put adam-tek adam ile ve “ne mutlu Türküm diyene” masalları ile yetişen küspe nesiller.
Günümüzde artık bu nesiller yok, fakat idrakleri karışık bir nesil var. Kemalizmi ve Batıyı sevmiyorlar ama ne yapacağını da tam bilemiyorlar. Düzenin verdiği eğitim sonucu ister istemez Kemalist şuur seviyesine sahipler, Batı modernizmine alternatif dünya görüşünü bilemedikleri için teslimiyete düşmüşler. Buna muhafazakâr ve birçok İslâmcısı da dâhil. İslâma muhatap anlayış davasına sahip olmayan Müslümanlar da Kemalizme karşı olsalar bile bu tuzağa düşmekteler. “Batı düşüncesi ile yetişenler Batıya karşı özgürlük mücadelesi veremezler” Malik bin Nebi’nin bu sözünü hatırlatalım.
Batı emperyalizminin zincirlerini kırmak için Türkiye büyük mücadele veriyor. Hatta İslâm âleminin gözü de bu mücadelede. En son 15 Temmuz’da Batı ile savaşta büyük bir zafer kazandı milletimiz. Batılılaşma-yabancılaşmaya karşı milletimiz Millî Mücadelede (İstiklal Harbi) direndi. Fakat kontrolü ele alan M. Kemal ve ekibi bir darbe ile, bir oldu bitti ile halkın değil, Batının istediği bir Cumhuriyet rejimi kurdu. Ve her şey Batıya bağlandı. Millet bunu hiçbir zaman kabul etmedi. Her fırsatta muhalefet etti. M. Kemal’e karşı Kazım Karabekir’in partisini destekledi, sonra Serbest Fırkayı destekledi. İnönü’ye karşı Menderesi iktidara getirdi. Menderesi şehit verdi. Sonra Özal, Erbakan ve en son Tayyip Erdoğan’ın şahsında milletin aradığı Batıya karşı dik duruş ve İslâmî değerlerdir. Kısaca bir milletin hafızası, ruhu, şahsiyeti ve kimliği idi. Bunun için Batıcı çizgideki Kemalizm’e her fırsatta muhalefet etti. Ve askerî darbelerle karşılaştı. 1960-1971-1980-1997. Baran dergisinin 529. sayısının kapağında ifade ettiği gibi “Darbelerin Anası Kemalizmdir”
Kemal Tahir’in Yol Ayrımı romanında kahramanına söylettiğini mealen verelim: “Cumhuriyet Halk Partisi iktidarı daha on yıl olmadan yenik düşmüştür. Yenilginin, yorgunluğun, düşüşün asıl sebebi, rejim değiştirme gücünün tarih değiştirme hakkına dönüştürülmek istenmesidir. Oysa hiçbir nesil, bir milletin tarihsel haklarından vazgeçme hakkına sahip değildir!”
“Batıcı devrimler niye başarılamadı, Osmanlı ve İslâm sevgisi niye yükseldi?” diye dövünen varsa, Kemal Tahir’in tesbitlerine baksın. Netice olarak şunları söylemek istiyoruz:
Batının prangalarını eğitimden hukuka, düşünceden sanata, ilimden iktisada kadar söküp atmadan bize kurtuluş yoktur. Biz onları defetmezsek ve alternatif fikir sanat ve aksiyon sistemimizi (İslâmî temelde) kurmazsak, sadece muhalefetle onlardan kurtulamayız. Batıyı söylemde kötülemekle onların saldırılarından ve bozgunculuklarından kurtulamayız.
Kazım Albay
Makalenin tamamı için TIKLA