Türkiye, son yıllarda teknoloji’ye o kadar önem verdi ki, sosyal bilgi ve değerlerini bir kenara bıraktı. Bu durum, Türkiye’nin medeniyet alanında Batı’nın rönesansı gibi tek boyutlu bir dünyaya yöneldiğini gösteriyor. Ama bu yanlış gidiş; tehlikeli sonuçlarını yavaş yavaş gösterirken, çözüm arayışı da yanlış yollardan bekleniyor.
Sosyal ilim ve sosyal felsefe
İnsan, sosyal bir varlık olduğunu ilim dünyası çoktan keşfetmiş olmasına rağmen, iktisadi beklenti ve faydalar, insanın sosyal varlığını ortadan kaldıran en önemli yöneliş olarak kendisini göstermiştir. İnsanın, eşyaya ve dünyaya karşı ilgisi, çoğu zaman onun sosyal ve manevi yönünü baskı altına almaktadır. Fakat, şu da bir gerçektir ki; insanı insan yapan ve onun medeniyet kurmasına sebep olan da, sosyal yönünün ortaya koyduğu çalışma ve çabalar olmaktadır.
Tarihi bilgiler, insan toplumlarının maddeye ve güce yöneldiği zaman dilimlerinde maddi paylaşım ile ilgili kavga veya iktidar hırsı ile kargaşa ve çatışma içine girdiğini; dini ve ahlaki değerleri hiçe sayarak, canavarlaştığını bize anlatmaktadır.
Öncelikle şunu iyi bilmek gerekiyor ki; iktisadi faaliyet, insanın “ihtiyaçları”na karşılık gelirken; ahlaki ve kültürel nitelikler, onun kişilik ve toplum olma noktasında kendisini değerli ve güvenli hale getiren bir kimliği ortaya koymaktadır. Çünkü insan; ruhi ve fikri özelliklerine ancak, manevi bilgi ve değerler ile cevap bulabilen bir varlıktır. Hiçbir maddi değer, insanı mutlu edememiş, ideal ve hayallerine tek başına doğru cevaplar verememiştir.
Bugün, tüm dünyada maddi ilimleri alabildiğine geliştirip, insanın sosyal yönünü ihmal etme yarışı sürdüğünü, açıklıkla ifade etmemiz gerekiyor. Türkiye de, kendi bilgi ve manevi geçmişine rağmen, bu yanlışı tekrar ederek, sosyal problemlerinin altında kalıyor. İnsan kaynağını “tek yönlü” geliştirme yanlışı içinde, özellikle gençliğini ve onun enerjisini teknolojik alana yöneltmenin sıkıntılarına farkında olmadan giriyor.
Eğitim sistemimizde ciddi gerileme ve insan kaynağımızda bilgiden uzaklaşma görülürken; zihinlerin sadece teknik alanlara yönelmesi, hayat anlayışı ve kültürleşme sürecinde de ciddi fikri ve ahlaki çöküntülere yol açmaktadır. Çünkü sosyal bilgi, bütün bir hayat anlayışını tasarlayan, toplumların olgunlaşmasını ve huzurunu sağlayan “hayati “ bir bilgidir.
Teknik bilgi ve Toplumların hayati ihtiyaçları
Batı dünyası, iktisadi ve teknik gelişme ile hayatını modenleştirdi. Fakat, sosyal sıkıntı ve sapmalara düşmesine engel olamadı. Hayatında sevgiyi, saygıyı, güveni ve samimiyeti kaybetti. Çünkü sosyal bilgi, insanın temel ihtiyacı olan değerlerle ayakta durabilir. Batı toplumu, sadece maddi yönü ile mutlu olacağını sanarak, hayatını zenginliğe ulaşıp, ülkelere hakimiyet kurarak güzelleştireceğini zannetti. Ama, ihtiras dolu beklenti ve hayaller ile huzursuz, güvensiz ve iki yüzlü bir dünyanın kurulmasını sağladı.
Batı dışı ülkeler, biz de dahil; iktisadi ve teknik dünyanın cazibesi ve ışıltısı ile her konuyu halledeceğimizi zannettik. Tanzimat ve Meşrutiyet dönemleri, Batı’nın maddi ve seküler bilgisiyle medenileşeceğini zanneden bir grup aydınımız, edebiyat, kültür ve siyasi alanda Batı’yı körü körüne taklit ederek, materyalist ve batıcı fikirlerin ülkede yerleşmesine imkan sağladılar. Cumhuriyet rejimi de, bu yolu devam ettirdi.
Aradan ikiyüz yıl geçmesine rağmen, Türkiye ve birçok batı dışı ülke; hala batının bilgisi ve hayat anlayışı ile, bekledikleri gelişmeye ulaşamadılar. Son yıllarda harp sanayi konusunda önemli gelişmelerden memnunuz. Ama, insanımızı maddi ilimlere yöneltme çabamız ve bunu bir ideal olarak eğitim ve siyasi alanlarda sunma düşüncemiz, batı’nın yaşadığı sıkıntıları aynen yaşayacağımızı gösteriyor.
Sosyal bilim, manevi ve sosyal dünyamızı imar etmeyi sağlıyor. Herkes bilir ki, ahlaklı ve sorumluluk sahibi insan, iktisadi hayatını da bu doğrultuda düzenler ve geliştirebilir. Fakat, sadece maddi yönünü geliştirenler; maddi ihtiras ve faydanın etkisi altında ahlaki ve manevi sorumluluklarını yerine getiremezler. Manevi değerlere önem verdiğini söyleyen bir iktidarın, bu derece maddeyi ön plana çıkarması, “hayra alamet” değildir.
Prof. Dr. Sami Şener, Mirat Haber