İkinci Dünya Savaşı’nda Almanlar Londra’ya 20 bin ton, müttefik kuvvetler ise meşhur Dresden bombardımanında Almanya’ya 4 bin ton bomba atarken, geçen bir yıllık süre zarfında yalnızca Gazze’ye 81 bin ton bomba atan Yahudilerin silah veya mühimmatla ilgili bir kaynak problemi yaşamadığı açıktı; fakat buna karşılık Yahudi Devleti’nin Gazze’deki savaşı sürdürmek ve bununla beraber savaşı istediği şekilde bölgeye yaymakla ilgili en büyük sorunu insan kaynağı problemiydi.

7 Ekim’den sonra Gazze’ye yönelik ilk taarruz teşebbüsleri şiddetle püskürtüldükten ve ciddi zayiatlar verildikten sonra, hem kendi kamuoylarından gelen tepkiler hem de bütün Yahudilerin korkup “İsrail”den kaçabilecekleri endişesiyle, bu işin Yahudi kaynaklarıyla sürdürülemeyeceğini anladı ve paralı asker kullanma yoluna gittiler. Afrika başta olmak üzere dünyanın pek çok yerinden topladıkları paralı askerleri sahaya sürdüler. Gazze’deki saha ve tünel çarpışmalarında bu paralı askerleri kullandılar. Böylece hem kayıp vermek sorun olmaktan çıktı hem de savaşı Gazze’nin ötesine taşımanın insan kaynağı meselesi hâlledilmiş oldu.

Nasrallah suikastıyla beraber Hizbullah’ın bütün komuta kademesi katledildiğine ve Lübnan artık sorun olmaktan çıktığına göre, şimdi ilk hedefleri doğal olarak bir süredir mütemadiyen bombaladıkları Suriye olacaktır. Netanyahu’nun BM konuşmasında elinde tuttuğu iki haritadan biri olan, onların "şer ekseni" olarak adlandırdığı ülkelerden biri de Suriye’ydi zaten. Ayrıca Irak ve Yemen’den Suriye’ye 40 bin savaşçı sevk edildiğine dair palavradan bir haberin sıkça işitiliyor olması bile bundan sonraki hedefin neresi olduğunu ilân eder mahiyette.

Yahudilerin bugüne kadar izledikleri taktik ve stratejilere bakacak olursak, görünen o ki, derslerine sıkı çalışmış ve gerçekleştirmek istedikleri hedefler doğrultusunda üzerine düşen ödevleri tastamam yerine getirmişler. İran ve Hizbullah hedeflerine yönelik saldırılarda açıkça görüldüğü üzere çok ciddi bir istihbarat faaliyeti yürütmüş, hedeflerinin çeşitli kademelerine sızmış yahut kendi içlerinden kaynak devşirmişler.

Lübnan’a benzer şekilde Suriye’ye yönelik bir suikast dalgası, ardından stratejik hedeflerin bombalanması, paralı askerler Şam’a yönelirken, PKK/PYD kuvvetlerinin de doğu cihetinden Suriye rejimi birliklerine saldırarak destek vereceği bir kara harekâtı ile Suriye’deki Esad rejiminin devrilmesi, akabinde ülkenin çeşitli yerlerinde kalan Şiî milislerin süpürülmesi ve Sünnî direniş gruplarının temizlenmesi şeklinde ilerlemeleri son derece muhtemel. İran ve Lübnan’da gerçekleştirilen saldırılardan sonra bilhassa Şiî cenah içinde kimsenin kimseye itimadının kalmadığını da hesab edecek olursak, muhtemeledir ki ciddi bir direniş sergilemeleri mümkün olmayacaktır.

Suriye’nin işgâli söz konusu olduğunda herkesin hemen aklına gelen Rusya elbette ki hakiki bir soru işareti değil. Rusya’nın deniz üssü varlığını koruduğu ve bunun yanında Ukrayna savaşı ile alakalı koparılabilecek askerî yahut ekonomik tavizler Putin için son derece cazip olacaktır. Esad’ın, rejiminin ve Şiî milislerin tohumuna para saymadı ya.

Hasılı kelâm, bundan sonrasında muhtemelen Lübnan’ın kendi içinde bir dönüşüm olacak ve Hristiyanlar eliyle, İsrail’e mutlak şekilde biat etmiş bir iktidar tesis edilecektir. İsrail ise Gazzelilerin savaşma iradesini kıramayarak elde edemediği, elde etmediği zafer için bu kez Lübnan’dan sonra Suriye’nin kapısını çalacaktır.

Ömer Emre Akcebe

Görüş: Yabancılaşma üzerine Görüş: Yabancılaşma üzerine

Tamamı için TIKLAYINIZ