Zamanın en küçük bölümüne "an" denilmiştir. Evren her an yeni oluşlara sahne olmakta, eşya ve hadiseler her an değişik bir niteliğe bürünmektedir. Evrende kesintisiz olarak her an meydana gelen bu değişime (oluş ve yıkılışlar) hayatın dinamizmi denilmektedir. Hayattaki bu kesintisiz hareketlilik (oluş ve yıkılışlar zinciri) hareketsizliği, hatta kendi hızından yavaş bir hareketi reddediyor. Öyle ki, bu dinamizme ayak uyduramayan her taze solmaya, her yeni eskimeye, her güzel pörsümeye, her sağlam yıkılmaya mahkumdur.
Genel anlamda hayatın dinamik olduğu kabul edilince, o hayatın bir parçası olan sosyal hayatın da dinamik olduğunu kabul etmek zorunludur. Yani genel anlamda hayat nasıl dinamik bir yapıya sahipse, sosyal hayat da aynı oranda dinamik bir yapıya sahiptir. Ve insan, hayatın dinamiği içinde doğup yaşamaya başlıyor... Karşısına iki yol çıkıyor: Ya içinde yaşamak zorunda olduğu hayat denilen bu karmaşık yapıyı tanımaya çalışarak, eşya ve hadiseleri kurcalayacak (inceleyecek, irdeleyecek, zaptetmeye çalışacak, etkisi altına almaya uğraşacak vb.) -ki insanı hayvandan ayıran özelliklerden biridir bu-, ya da akıl erdiremediği karmaşık yapının ve sürekli değişen görüntülerin karşısında ürkek, korkak ve şaşkın bir seyirci olarak içgüdüleriyle yaşayan hastalıklı bir mahluk olarak ömür tüketecek...
Hayat, her an yeni oluşlara sahne, hayatın dinamiği "yeni" tanımıyor, hemen eskitiveriyor... Ama bir istisnası var bu kuralın da; o da: İSLAM... Çünkü "İslam, başı ve sonu olmayan ebedi yeninin ismi..." (1) Ya Müslüman? O da bu "eskimez yeniye" teslim olan... Müslümanın görevi ise "eşya ve hadiseleri zapt ve teshir". Dolayısıyla Müslüman her an yeni oluşlar içindeki bu süreçte her an uyanık bir gözlemci, dinamik bir yorumcu ve yorulmak bilmez bir uygulayıcı olmak zorunda. Bu ise her an yenilenen bir anlayışla mümkün... "İslam yenilenmez. Anlayışı yenilemek gerekir." (2).
Akıncı "Eskimez yeni"yi yaşanan gerçek kılmakla yükümlü olanların öncü kolu olduğuna göre; artçılardan çok daha titiz, çok daha uyanık olmak zorunda. Çünkü, öncüdeki duraklama artçıda paniğe, öncüdeki gerileme, artçıda ricata sebep olabilir. Bunun için "safların sık ve düzgün tutulması" gerekmekte... Yani homojen bir iç yapıya sahip olunmalı. Saflar akıncı kavramına yakışmayan unsurlardan arındırılmalıdır.
Özellikle de evrenin karmaşık yapısı, hayatın dinamiği ve sosyal hayatın sürekli değişkenliği karşısında apışıp kalan, apıştıkça ürken, ürktükçe büzülen, büzüldükçe içine kapanan, içine kapandıkça bağnazlaşan ya da hayal âlemine dalan ruh sağlığı bozuk tipler öncelikle tecrit edilmelidir. Çünkü bunlar olmaya niyet ve gayreti olmayanlardır ve -ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar- oluş yolunu tıkayanlardır.
Kurtuluş Tebzil, Akıncı Güç Dergisi 5. sayı, Ağustos 1979