Filistinli düşünür Prof. Dr. Sami al-Arian, Filistin davasının ümmetin öncelikli meselesi olduğunu, çünkü İsrail’in tüm bölgeyi kontrol altına alma hedefi ve bölge üzerindeki yabancı etkinin zirvesini temsil eden "Siyonist düşman" ortadan kaldırılmadan İslam medeniyetinin yeniden dirilişinin mümkün olmadığını ifade etti.

Günümüz İslam dünyası için Filistin davası neyi ifade etmektedir?

Çağdaş İslam dünyası, "1. İslam medeniyeti dünyasının" çöküşünün bir sonucudur. Bu ifadeyle İslam medeniyetinin birinci döngüsünün sona erişini kastediyorum. Birinci döngü Medine devletiyle başlayıp yaklaşık Osmanlı Hilafetinin düşüşüyle sona erdi. 13 asırlık bir dönemi kapsayan bu zaman dilimi, İslam medeniyetinin ilk döngüsünü temsil etmektedir. Bu dönemde yükselişler de düşüşler de vardı ama genel gösterge devamlı bir yükselişin olduğu yönündeydi. Bu medeniyet insanlığa felsefe, din, kültür, umran, bilim, hukuk gibi birçok alanda birçok kazanım sundu. İslam medeniyeti gayb alemi, şehadet alemi ve Kur'ânî hidayet arasındaki ilişki sonucunda ortaya çıktı ve yaklaşık Osmanlı hilafetinin düşüşüyle sona erdi.

İslam alemi ve özellikle İslam aleminin kalbinde olan bölgeler sömürgeci çevrelerin nüfuzunun etkisi altında kaldı ve Birinci Dünya Savaşı sonrasında doğrudan sömürgeciliğe maruz kaldı. Filistin de dahil olmak üzere birçok İslam ülkesi İngiltere ve Fransa'nın kontrolü altına girdi. Filistin topraklarında birkaç hedef doğrultusunda "İsrail" varlığı meydana getirildi. Bunlardan birisi, bölgenin parçalanması ardından İsrail'in bölgede egemen hale getirilmesiydi. Bu minvalde İsrail'in bölgedeki en büyük askeri güce sahip devlet olması ve bölgedeki diğer bütün devletlerden daha güçlü olması gerekiyordu ki bu yolla İsrail bölgeyi parçalanmış, bölük pörçük bir halde, gerçek bağımsızlığını kazanamamış ve medeniyet projesini gerçekleştirmekten aciz bir durumda bırakacaktı ve bilimsel ve ekonomik kalkınmanın önüne geçecekti. Çünkü tüm bu hususlar Siyonist varlığı tehdit ediyordu. Bundan dolayı bu bölgedeki tüm sorunların kaynağının Siyonist varlık olduğunu görüyoruz. Siyonist varlık bölgedeki her türlü birlik çabası karşısında pusuda bekliyor, Arap Baharı olaylarında olduğu gibi demokratik veya halklarını temsil eden devletler kurma girişimlerinin karşısında duruyor. Bu doğrultuda İsrail'in, Sudan'ın kuzey ve güney olarak ikiye bölünmesinin arkasında olduğunu ve İsrail'in stratejik düşünürlerinden birinin 1982 yılında yazmış olduğu planda karşımıza çıktığı üzere Arap devletlerini kırk üçten fazla devlete bölmeye çalıştığını görüyoruz. “Odeit Yinon” adıyla anılan ve Arap aleminin kırk üçten fazla devlete bölünmesi çağrısında bulunan plan, İsrail siyasetinin dayandığı akidenin bir parçası haline geldi. O halde biz İsrail'in bölgede egemenlik kurma planından bahsediyoruz, dolayısıyla Filistin davasının önemi sadece halkının yaşadığı acılardan kaynaklanmıyor. Filistin halkı ve özellikle bugün Gazze'de işlenen katliamlarda gördüğümüz gibi Afganistan, Yemen, Suriye, Irak, Libya, Sudan, Somali ve birçok halk büyük acılar yaşadı. Aynı şekilde Filistin davasının önemi Filistin'in peygamberler şehri ve kutsal topraklar olmasından da kaynaklanmıyor. Bu başka bir mesele. Filistin davasının önemi, bu bölgede egemenlik kurmak ve bölgeyi kontrolü altına almak isteyen düşmanın tabiatından kaynaklanıyor. Bu durum Filistin meselesine ayrı bir önem atfetmemizi gerektiriyor: Siyonist bir varlık bu bölgede mevcut olduğu sürece bu bölge asla ayağa kalkamaz, bundan dolayı bölgedeki söz konusu tehditle doğrudan ilgilenmek gerekmektedir. Çünkü bu tehdit bölgedeki yabancı etkisinin zirvesini temsil etmektedir. Bölgede yabancı etkisi olduğu sürece bu bölge medeniyetini ve ikinci İslam medeniyet dünyasını yeniden inşa etmek hedeflerini yerine getiremez. Bundan dolayı herhangi bir medeniyet projesine girişmeden önce bu bölgeyle ilgilenmemiz gerekiyor.

Bu durum söz konusu Siyonist varlıkla yüzleşme ve onu parçalama konusunda gerçek bir projenin var olmasını zorunlu kılıyor. Böyle bir proje hükümetlerin, hareketlerin, akımların, partilerin, şahısların ve kurumların hepsinin çabasını gerektiriyor. Tüm bu unsurlar söz konusu hedefte birleşmeli ve diğer herhangi bir mesele bu çatı altında ele alınmalı. Yani başka bir hedefin gerçekleştirilmesinden önce bölgedeki İsrail tehdidini ortadan kaldırmak en önemli hedef olarak ortaya konulmalı.

İslami dünyası, Filistin meselesine ve bölgedeki Siyonist varlığa karşı nasıl bir tutum sergilemeli?​​

İslami dünyası az önce bahsettiğim hedef üzere birleşmesi gereken hareketlerin bir parçası. Ancak İslami hareketler hayat, evren, insan ve Allah'la ilişki konusunda sahip olduğu tasavvurla daha kapsamlı bir vizyona sahip olmasından dolayı diğer hareketlerden ayrışıyor. İslam düşüncesine göre bu alem görüşü, Allah'ı insan ve evrenle ilişkisi çerçevesinde ele almaktan ve bu ilişkiye dahil etmekten ibarettir. Bunun anlamı odur ki İslam düşüncesi üç boyutlu bir tasavvurdan doğar: Allah, insan ve evren. Allah ve insan arasındaki ilişki bağlamında fert, tevhit akidesiyle ve Allah'ın bu evrende insanlıktan istediklerine teslimiyetle O'na boyun eğer. Bu süreç Kur'an ve İslam risaleti aracılığıyla gerçekleşir. Allah insandan, onun evreni imar etmesini ve insan kardeşiyle arasında O'nun Kur'an'da vazettiği değerlerden doğan insanca bir ilişki geliştirmesini talep eder. İslami olmayan diğer hareketlerin Allah'la böyle bir ilişki tasavvuru yok, bu yüzden insan ve evrenden oluşan iki boyutlu bir ilişki anlayışına sahipler. Bu şekilde insan, evreni gözlemleyerek iyi ve düzgün bir insan olmayı amaçlayabilir, böylece evreni imar etmek isteyebilir. Ancak çoğu zaman bu insan, evrene hükmederek arzularını, heveslerini ve kuruntularını gerçekleştirmek isteyebilir. Bu şekilde ilişki çatışmalı hale gelebilir.

Yine bu ikili ilişki içerisinde insan, insanlar arasında bir çatışma durumuna yol açmak isteyebilir. Çünkü onun sahip olduğu değerler, Müslüman bir insanın uyması gereken değerlerden farklıdır. Bu yüzden İslami değerlere bağlı İslami hareketlerin şu formüle ulaşması gerekir: İnsan, kardeşi insanla barış içerisinde olmalı, İslami değerleri rehber edinmeli, evreni imar etmeli, saldırganlığı ve kötülüğü reddetmeli, iyilik ve takva üzere yardımlaşmalı, kötülük ve düşmanlık üzere yardımlaşmamalıdır. Dolayısıyla eğer bir saldırı varsa, bu saldırıya karşı durmak gerekir ki böylece dindar bir insanın yaşaması gereken bu yüksek değerler gerçekleşsin. Mütedeyyin insandan beklenen Allah'ın ondan yaşamasını istediği gibi, saldırı ve haksızlık olmadan, iyilik, takva ve bu evrenin imar etmek üzere yaşamasıdır. Ancak bu yüksek değerlerin gerçekleştirilmesine engel olan güçler varsa, bu güçler karşısında kararlılıkla durmak ve bu tehdidi ortadan kaldırmak gerekir.

Bu yüzden İslam dünyası, Filistin meselesiyle, başka bir deyişle hiçbir türden yeni bir medeniyet döngüsü başlatmalarına izin vermeyecek Siyonist varlıkla ilgilenmeden bu bölgede İslami bir medeniyetin yeniden canlanmasının mümkün olmadığını fark etmelidir. Çünkü bu girişim Siyonist varlık için varoluşsal bir tehdit olarak sayılacaktır, bölgeyi birleştirmeye ya da evrensel bir medeniyet modeli inşa etmeye çalışan hiçbir güce izin vermeyen yabancı güçlerin hedefi olacaktır. Bu tehditle yüzleşmekten başka bir yol yoktur. Burada, sadece İslami hareketlerin değil, tüm hareketlerin çabalarını birleştirmesi ve bu tehditle yüzleşmesi önemlidir ki, medeniyet modellerini inşa edebilsinler.

Aksa Tufanı operasyonu İsrail’i nasıl etkiledi?

Aksa Tufanı, bölgedeki düzenin yeniden şekillendirilmesine hazırlık yapıldığı bir zamanda gerçekleştirildi. Amerika Çin'le yüzleşebilmek için kendini yeninden konumlandırmak istedi. Çünkü Çin'in Doğu Asya'da bir güç olarak ortaya çıkması Amerika'nın bölgedeki hegemonyası için tehdit teşkil ediyor. Bu bölge Amerika için hayati bir önem taşıyor. Bundan dolayı yeni bir düzen meydana getirmek istedi ve kendi çıkarlarını koruma görevini de Siyonist varlık ile Suudi Arabistan'a tevdi etti. Bu durum iki devlet arasında normalleşmenin yaşanmasını gerektiriyordu ve Amerika Filistin meselesini tasfiye ederek bu normalleşmeye hazırlık yapıyordu.

Aksa Tufanı böyle bir normalleşmenin gerçekleşmesinin, Siyonist varlığın bölgeye entegre edilmesinin ve Filistin meselesinin tasfiye edilmesinin imkansız olduğunu, imkansız olmasa da en azından oldukça zor olduğunu ispatlamış oldu. Filistin halkının yüzleştiği acılara ve sunmuş olduğu fedakarlıklar karşısında Siyonist varlık ve Amerika oldukça büyük stratejik kayıplar yaşadı. Bu süreçte on binlerce insan şehit oldu, yaralandı ve kayboldu. Bugün yaralı ve şehitlerin toplam sayısı 120 bini aştı. Yüzde 70’i kadın ve çocuklardan oluşan 45 ila 50 bin arasında insan şehit edildi veya kayboldu. 80 bin kişi yaralandı. Gazze'deki yapıların %70'i yıkıldı. Bütün üniversiteler, okullar, hastaneler, klinikler, fırınlar, çarşılar, yollar bombalandı. Gazze'de hayatın bitirilmesinden bahsediyoruz. Tüm bu yıkımı Siyonist varlık gerçekleştirdi, çünkü bu, Filistin halkına etnik temizlik ve toplu soykırım uygulamak isteyen vahşi bir varlık. Ancak bu süreçte Siyonist varlık da stratejik seviyede oldukça büyük kayıplar aldı. Aldığı kayıplar sadece yenilmez ordu düşüncesinin ve Siyonist varlığın bölgenin hamisi olduğu düşüncesinin tam kalbinden vurulması gibi stratejik düzeyle de sınırlı değil, birçok düzeyde yaşandı. Manevi düzeyde İsrail halkı orduya ve siyasi liderlerine güvenin kaybetti. Medya düzeyinde gördüğümüz üzere medya araçlarının çoğunluğu Batılı devletlerdekiler bile işgalci İsrail, soykırım ve İsrail'in gerçekleştirdiği vahşet hakkında konuştu. Siyonist varlığın geliştirdiği söylem tam kalbinden vuruldu ve Filistin halkının söylemi egemen oldu. Dünyanın dört bir yanındaki milyonlar Filistin söylemini destekledi.

Hukuki ve insani düzeyde ilk kez Siyonist varlık soykırım suçlusu olarak Uluslararası Adalet Mahkemesi'nin önüne çıkarılıyor ve kendisini savunmayı başaramıyor. Bugün gördüğümüz üzere Uluslararası Suç Mahkemesi, bu varlığı yöneten ve bu katliamlardan sorumlu olan siyasilerin kınanması ve yakalanmasını talep ediyor. Askeri düzeyde İsrail güvenlik akidesinin dayandığı tüm askeri sabiteler Aksa Tufanı operasyonu aracılığıyla can evinden vuruldu. Bu altı sabitenin ilki önleyici savaş düşüncesiydi. 1973 savaşından sonra yaklaşık ilk defa İsrail kendi evinde vuruldu, dolayısıyla ilk darbeyi vuran İsrail'in kendisi değildi. İkinci olarak erken uyarı düşüncesi de çöktü. Çünkü İsrail'in teknoloji ve istihbarat aygıtları Aksa Tufanı'nı haber veremedi ya da operasyonu durduramadı. Üçüncüsü ise etkin caydırıcılık düşüncesi. Bu düşünce günümüzün konusu olmaktan çıktı. Bugün Hamas, İslami Cihat, Hizbullah, Ensarullah, Irak İslami Direniş Hareketi gibi örgütlerin hepsi caydırıcılık olmaksızın İsrail'i vuruyor. İran bile İsrail'e darbesini yönelttiğinde maddi ve beşeri hasara yol açmak istemese dahi İsrail'in en önemli askeri üslerine ulaşarak onun canını yakabileceğini söyledi. O halde biz şu an asla caydırıcılığı olmayan bir varlıktan söz ediyoruz. Dördüncüsü güçlü savunma düşüncesi. Karşımızda güçlü bir savunma bulunmuyor. Öyle ki bugün biz Filistin'in kuzeyindeki ve güneyindeki yüzbinlerce kişinin yerleşim yerlerini ve evlerini terk ettiğini ve bir daha geri dönmeye güç yetiremediklerini görüyoruz. İsrail ordusunun İsrail'i koruduğu söylemi artık güvenilir bir söylem değil. Beşincisi hızlı bitiricilik meselesi. Siyonist varlık önceki savaşlarını birkaç saat veya birkaç gün süresince sonlandırabiliyordu. 1967 savaşı altı saatte bitti ve altı günde kanalın doğusuna ulaşabildi. Bugün ise sekiz aydan daha fazla süren savaştan sonra hiçbir şeye son veremedi. Son mesele ise gerilimi tırmandırma hakimiyeti düşüncesi. Bunun anlamı şu ki Siyonist varlık her ne zaman hasar alsa gerilimi daha fazla tırmandırıyor, daha fazla vuruyor, daha fazla can yakıyordu böylece hedeflerini "kontrolü artırma" denilen tavrıyla gerçekleştirebiliyordu. Ancak bugün Siyonist varlık bu tür bir tırmandırma hakimiyetini gerçekleştirmekten aciz. Çünkü ne zaman gerilimi tırmandırsa direniş gerilimi daha fazla tırmandırdı ve ona acılar yaşattı. Aynı şekilde 80 yıldan fazla süredir inşa edilen askeri inanç bugün şiddetli bir şekilde sarsıldı. Stratejik düzeyde düşman oldukça büyük kayıplar yaşadı ve yaşadığı kayıpları geri kazanması gerçekten zor. Tüm bunlar Aksa Tufanı'nın bereketi.

Siyonist düşmanın Kudüs ve Mescid-i Aksa’dan temizlenmesi ve burada kılınacak namazla yeni bir İslam aleminin başlayacağını iddia ediyorsunuz. Bu iddianızın dini ve tarihi temeleri nelerdir?

Bu konuda dayandığımız dini esas İsra Suresindeki ayetler. Biz ilk İslam dünyasının, İslam medeniyetinin, İslam medeniyetinin ilk döngüsünün Medine devletiyle başladığını 13 yüzyıl devam ettiğini söylüyoruz. Söylediğim üzere bu süreçte çıkışlar ve düşüşler vardı ancak genel gösterge daima yükseliş yönündeydi ve bu medeniyet, insani medeniyetin önemli bir parçası olmayı başarabildi. İnsanlığa bilindiği üzere her alanda önemli başarılar sundu.

İsra Suresi Mekke'de risaletin onuncu yılında indirildi ki biz bu yıla Hüzün Yılı diyoruz. Bu yılda Nebi (sallallahu aleyhi vesellem) eşini ve amcasını kaybetti. Bu sure Medine'ye hicretten önce indirilmişti. Dolayısıyla Müslümanlar ve Yahudiler arasında doğrudan bir ilişki yoktu. Ancak surenin başında dördüncü ayette şöyle söyleniyordu: "Biz kitapta İsrâiloğulları’na şöyle bildirmiştik: 'Yeryüzünde mutlaka iki defa fesat çıkaracak, çok böbürleneceksiniz.' Bu iki fesattan ilkinin zamanı gelince üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik. Bunlar, evlerin arasında dolaşıp köşe bucak her tarafı aradılar. Bu, yerine getirilmiş bir vaad idi." Yani bu sure Müslümanlar ve Yahudiler arasında bir çatışmanın olacağını ve bunun Allah'ın hükmü olduğundan bahsediyor. Biz kitapta, yani Kur'an'da İsrailoğullarına yeryüzünde iki defa bozgunculuk çıkaracak ve çok böbürleneceksiniz diye bildirmiştik diyor. Allah bu ayette iki büyük bozgunculuğun olacağını, ancak ikisinden birinde böbürlenme olacağını söylüyor.

İlk Bozgunculuk ve Medine Dönemi

İlk ifsat Müslümanlar Medine'ye hicret ettiği zaman gerçekleşti. Burada Müslümanlar çeşitli komplolar kuran Yahudi kabileler vardı ve bozgunculuk üstüne bozgunculuk çıkarıyorlardı. Komploları arasında Nebiyi birden fazla yerde öldürme girişimi de vardı. Üzerine taş atarak ona suikast düzenleme ve Hayber'de onu zehirleme girişimi planlıyorlardı. Girişimlerin ilki Beni Kaynuka'da oldu. Beni Kaynuka, Beni Nadir ve Beni Kureyza ile ve Ardından Hayber'de birçok hadise yaşandı. Yahudi liderlerinin hazırladığı tüm bu girişimler İslam davetini gömmek ve ilk Müslümanlara komplolar kurmak amacına matuftu. Ahzab Gazvesi'nde gördüğümüz üzere Nebiye düşmanlık besleyen Yahudi dini liderlerinden Hudey bin Ahtab İslam davetini ortadan kaldırmak ve Nebiyi öldürmek istediğinde o zamanki tüm müşrik toplumları harekete geçirmişti ve Ahzab Gazvesi'nde birkaç yüz Müslümanı yok etmek için on bin kişilik ordu toplamışlardı. Ancak başaramadılar.

Bu bozgunculuk onların Medine'den çıkarılmasıyla sona erdi ancak bu bozgunculuğa böbürlenme eşlik etmemişti. Bundan dolayı İsra Suresindeki bir sonraki ayette şöyle diyor: "Bir zaman sonra onlara karşı size tekrar üstünlük verdik." Arapçada "sonra/summe", bu durumun uzun bir zaman alacağı itibarıyla kullanılmaktadır. Bu üstünlük, bu nüfuz, yada İsraillilerin İslam daveti müntesiplerine yeniden karşı koyuşu geçtiğimiz yüzyılda Siyonist hareketin ve İsrail varlığının ortaya çıkmasıyla gerçekleşti. "Bir zaman sonra onlara karşı size tekrar üstünlük verdik." denirken bu üstünlük onları hezimete uğratanlara karşı veriliyor. "Biz kitapta İsrâiloğulları’na şöyle bildirmiştik: 'Yeryüzünde mutlaka iki defa fesat çıkaracak, çok böbürleneceksiniz.' Bu iki fesattan ilkinin zamanı gelince üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik. Bunlar, evlerin arasında dolaşıp köşe bucak her tarafı aradılar. Bu, yerine getirilmiş bir vaad idi." Burada kastedilen şu: İlk bozgunculuk gerçekleştiğinde Allah'ın kulları gelecek. Bu kullar Nebinin ve sahabenin asrındaki kullardı. Onların evlerine girdiler, onları göç ettirip cezalandırdılar. Yerine getirilmiş bir vaad olması da bunun gerçekleşeceğine işaret ediyor. Haşr Suresi ikinci ayetinde de şöyle deniyor: Evlerini hem kendi elleriyle hem de müminlerin elleriyle yıkıyorlardı. O halde ibret alın, ey akıl sahipleri!" Yani bu durum Nebinin kendilerine bütün haklarını verdiği ve Medine'ye hicret ettiğinde anlaşma yaptığı Yahudi topluluklarının içinde gerçekleşiyor. Ancak onlar anlaşmaya ihanet ediyorlar ve giriştikleri bu bozgunculuğun cezasını çekiyorlar.

İkinci Bozgunculuk ve Siyonist Hareket

Sonra İsra Suresi 104. Ayette şöyle buyuruluyor: "Arkasından da İsrailoğullarına, 'Yeryüzünde oturun! Ardından diğer fesadınızın zamanı gelince size kalabalık bir topluluk getireceğiz!' dedik." Yani dağıldıktan sonra yeryüzünde oturun, ikinci zaman geldiğinde size bir kez daha bu bölgede topluluklar getireceğiz. "Bir zaman sonra onlara karşı size tekrar üstünlük verdik." buyurulurken de üstünlük onları kovan, onların ilk bozgunculuklarını bitirenler karşısında verilecek. Bazı müfessirler ilk bozgunculuk sanki Nebukadnezar zamanında olmuş gibi bahsediyorlar. Tabii ki de bu doğru değil. Çünkü İsrailoğullarına üstünlük Nebukadnezar karşısında değil; müminler karşısında, onların evlerine girenler, onları göç ettirenler, Medine'den çıkaranlar karşısında İsrail varlığına geri döndü. "Bir zaman sonra onlara karşı size tekrar üstünlük verdik, servet ve oğullarla gücünüzü arttırdık." deniyor. Yani ilk vaad geldiğinde size kullarımızı göndereceğiz. Bunun gerçekleşebilmesi için iki şartın sağlanması lazım. Bu kişilerin Allah'ın kulları olması ve güçlü olması gerekiyor. Evlerinin arasında dolaşacaklar, yani evlerine girecekler deniyor. Bu durum Medine'de yaşanıyor ki böylece yerine getirilmiş bir vaad oluyor. "Bir zaman sonra onlara karşı size tekrar üstünlük verdik.", yani 1030 yıl sonra üstünlük evlerine giren müminler karşısında tekrar İsrailoğullarına döndü. "Servet ve oğullarla gücünüzü arttırdık, adamlarınızın sayısını daha da çoğalttık." deniyor. İsra Suresinin 104. ayetinde de buyurulduğu gibi dünyanın dört bir yanından Filistin'in kalbine geldiler. Bütün Avrupa devletlerinden geldiler, Amerika'dan geldiler, İngiltere'den, Polonya'dan, Ukrayna'dan, Rusya'dan, Fransa'dan, bütün Arap devletlerinden, Mağrip'ten, Cezair'den, Libya'dan, Mısır'dan, hatta Etiyopya'dan, Sudan'dan geldiler, Hindistan'dan, Çin'den, Yemen'den, Irak'tan geldiler. Bu durum onları sayıca üstün kılmadı ama savaş gücü olarak üstün kıldı. Bundan dolayı Siyonist varlığın ve Siyonist hareketin hedeflerini gerçekleştirmek için bütün alemi seferberliğe çağırdığını görüyoruz. Bu Kur'an'ın "adamlarınızın sayısını daha da çoğalttık" sözünün gerçekleşmesidir.

Sonrasında "Eğer iyilik ederseniz kendiniz için iyilik etmiş olursunuz." deniyor. Yani bu rabbani bir uyarıdır. Bazı Yahudiler Siyonist harekete asla inanmayacak ve böylece iyilik edecekler, düşmanlığın ve bozgunculuğun karşısında duracaklar. "Kötülük ederseniz yine kendinize edersiniz." yani bozgunculuk üzerinde ısrar ederseniz kendinize kötülük etmiş olursunuz. "Ardından diğer fesadınızın zamanı gelince" deniyor, burada "summe" değil "fe" edatı kullanılıyor. Yani ilk medeniyet döngüsünün bitişi ve ikinci bozgunculuğun başlangıç zamanıyla ikinci bozgunculuğun bitişi ve İslam aleminin doğuşu arasında yaşayacağımız zaman, 1300 yıl gibi uzun bir zaman olmayacak. Bundan dolayı Kur'an "summe" edatını değil, hızlı ardışıklığı belirten "fe" edatını kullanıyor. "Ardından diğer fesadınızın zamanı gelince" yani ikinci fesadınızın zamanı gelince, "düşmanlarınız onurunuzu çiğnesinler, daha önce girdikleri gibi yine mescide girsinler." Yani bu böbürlenmeyi ve İsrail küstahlığının eşlik ettiği bozgunculuğu yenecekler ve mescide girecekler. Hangi mescitten bahsediyoruz. Surenin başında zikredilen mescitten, Mescid-i Aksa'dan bahsediyoruz. Daha önce girdikleri gibi deniyor, Mescid-i Aksa'ya daha önce kim girdi. Tabii ki Hz. Ömer zamanında sahabeler girdi ve Mescid-i Aksa'yı inşa ettiler. "Ve ellerine geçirdikleri her şeyi yakıp yıksınlar istedik." Yani onlar bu bölgeye ve dünyaya egemen olmuş azgınlığa son verecekler.

Yeni Bir İslam Medeniyeti Döngüsü

Ancak bu İsrail azgınlığı ve bozgunculuğu bittiğinde bölgemizdeki yabancı nüfuzu bitecek ve özgürleşeceğiz. Ancak o zaman gerçek bir bağımsızlığa kavuşacağız. Ancak o zaman Kudüs'ten ikinci İslam alemi doğacak. Tıpkı İslam aleminin ve ilk İslam medeniyeti döngüsünün Medine'den başlaması gibi, ikinci İslam alemi ve ikinci İslam medeniyeti döngüsü Kudüs'ten başlayacak. Ancak o zaman Müminler yeni bir medeniyet modeli ortaya koyabilecek. Belki bunun son formülüne ulaşması yılları veya on yılları alabilir. Ancak batı hegemonyası ve İsrail azgınlığı ve bozgunculuğu var olduğu sürece yeni bir medeniyet döngüsü başlatamayız. Bu bittiğinde medeniyet modelimizi ortaya koyabilmemizi sağlayacak bağımsızlığımız ve egemenliğimiz olacak. Medeniyetimizin yeni döngüsü ilk döngüsüyle birçok noktada uyuşacak ancak birçok noktada da farklılaşacak. İkinci İslam medeniyetinin döngüsü bölgesel değil, evrensel olacak.


*Prof. Dr. Sami Al-Arian, Filistinli bir akademisyen ve düşünürdür. Uzun yıllar boyunca İslam dünyası ve Filistin davası üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Al-Arian, özellikle Orta Doğu politikaları ve İsrail-Filistin çatışması üzerine derinlemesine analizler sunmuştur. Al-Arian, İslam medeniyeti ve adalet arayışını merkeze alan bir bakış açısına sahiptir. Düşünceleri, İslami hareketler ve küresel adalet konularında etkili olmuştur.