İstanbul’un tarihi bir semtinde ikamet ediyorsanız muhakkak tarihi bir caminin, eski bir hazirenin ya da çeşmenin önünden geçmeniz muhtemeldir. Önünden geçip gittiğimiz bu eserlere birer madalyon gibi nakşedilmiş olan kitabeler, bizlere kendi ağızlarından kim olduklarını anlatmaktadırlar. Zamanının en iyi hattatları ve ustaları tarafından işlenip vücuda getirilen bu eserlerden hariç, az bilinen ya da hiç bilinmeyen, başka bir “tarihe not düşme” geleneği daha vardır ki o da sütun payelerinde bulunan, madeni bileziklerin üzerine hakkedilmiş olan yazılardır. Yazı yazma açısından kolay bir zemin olmamakla birlikte ortaya çıkmış olan bazı yazılar ince bir zevkin ürünüdür. Kiminde bir yangın haber verilirken kiminde ise sadece kendisinden yüzyıllar sonrasına bir hatıra, bir isim bırakma endişesi vardır. Bilezik yazıları da unutulmuş bir geleneğin günümüze kalan son örnekleridir. Asırlar önce yazılmış olan yazılar, muhtemelen döneminin en taze haber kaynağı niteliğindeydi. Bilezik yazıları uğramış oldukları çeşitli tahribatlar neticesinde yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmışlardır.

Bu sebeple araştırmacı yazar Nazif Arıman, İstanbul’un tüm noktalarını karış karış gezdi, yazılı taşların peşine düştü ve ecdadın bıraktığı izleri gün yüzüne çıkardı, çıkarmaya da devam ediyor. Selatin camileri başta olmak üzere çeşitli türbe, medrese ve çeşmelerin sütunlarında yer alan bilezikleri ve yazılarını, Osmanlıca ve Latinize olmak üzere “İstanbul’un Bilezik Yazıları” eserinde bir araya getiren Arıman’ın bilezik yazıları serüvenini merak ettik; yolculuğu ve bilezik yazıları hususunda kendisinden bilgiler aldık.

Coğrafyamız açısından geçmişten bugüne yazının önemi ve gelişimi nasıl olmuştur?

Yazı, İslam dünyasında çok önemli bir yere sahiptir. Yazı geçirmiş olduğu evrimlerle bambaşka bir çehreye bürünüp sanat olmuş ve hüsn-i hat ismini almış, bünyesinde ekoller geliştirmiş sülüs, nesih, talik, divani, reyhani, kufi, muhakkak, rika, tevki gibi farklı yazı stilleri ortaya çıkarmıştır. Hüsn-i hat dediğimiz yazı sanatı ile Kur’an-ı Kerimler, kitaplar, divanlar yazılmış, camilerin kubbe, levha ve kuşakları bu sanatla süslenmiş, aynı zamanda mezar taşları ile kitabelerde ve daha birçok alanda kullanılmıştır. “Kur’an-ı Kerim Mekke'de indi, Mısır'da okundu, İstanbul'da yazıldı” sözünü doğrularcasına İslam dünyasının en meşhur hattatları bu coğrafyadan çıkmıştır. Şeyh Hamdullah, Hafız Osman, Yesarizade Mustafa İzzet, Kazasker Mustafa İzzet, Mustafa Rakım, Mahmud Celaleddin, Ahmed Karahisari...

Yazı, belirtmiş olduğumuz alanların ve zeminlerin haricinde sütun bileziklerinde de kendisine yer bularak bilezik yazısı olarak anılmıştır.

Sütun bilezikleri ve bilezik yazısı nedir?

Sütun bileziği veya yapı terimleri sözlüğündeki karşılığı ile “perezvane-i sütun” denilen yapı elemanları, sütunun kaide ile birleşim yerine monte edilen, bahsedilen birleşim noktalarındaki kötü görüntüyü kapatmak için kullanılan ve estetik bir görünüm vermesi amacıyla kullanılan pirinç, tunç veya bronzdan imal edilmiş metal yapı elemanlarıdır.

Osmanlı dönemine baktığımızda ise bilezikler klasik Osmanlı mimari anlayışında sıklıkla kullanılmış ve tercih edilmiştir. Mimari unsur olarak kullanım amaçlarından hariç yukarıda da bahsettiğim gibi üzerlerine yazı kazınarak asli görevlerinden hariç oldukça farklı bir işleve de ev sahipliği yapmışlardır.

Sütun bilezikler veya perezvane-i sütunlar, üzerlerine çelik kalem ve tokmaklar ile hakkak dediğimiz meslek erbabları marifetiyle, “söz uçar yazı kalır” deyimini doğrularcasına kazınmış (hakkedilmiş) yazılara bilezik yazısı denilmektedir.

Yazı yazma açısından oldukça zor bir zemin olduğu muhakkak. Zemin oldukça sert bir metalden yapılmış ve ayrıca kimi bileziğin iç bükey kiminin ise dış bükey olmasının, zor olan zemini yazı kazıma açısından daha zor hale getirdiği de aşikâr.

Bilezik yazıları nelerden müteşekkildir ve yazılma amacı ve içtimai önemi nedir?

Oldukça geniş bir yelpazeye sahip olan bilezik yazılarının ana başlıkları; yangınlar, tayinler, vefatlar, dualar, beyitler, nasihatler, özlü sözler, beddua, evlilik ilanları, surre alayı hediyeleri, yeniçeri yazı ve remizleri ve kişisel imzalar olarak gruplandırılabilir.

Bilezik yazıları, yazıldıkları dönem itibariyle muhtemelen en taze haber kaynağı vazifesi görmekteydi. Özellikle Evliya Çelebi meşhur eseri Seyahatname'de gitmiş olduğu beldelerde benzer alanlara yazmış olduğu yazılardan sıklıkla bahseder ve bunu eski edebimiz olarak niteler. Hatta bir ağaç gövdesine dahi kazımış olduğu Almanca yazıdan bahseder. Eski edebimiz olarak nitelemesi burada önemlidir, zira bu uygulamanın oldukça eskiye dayandığını bize haber vermektedir.

Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde kısa da olsa Süleymaniye Camii'ni anlatırken bilezik yazılarına vurgu yapmış ve konu hakkında şu ifadeleri kullanmıştır: “Bu haremin cevânib-i erbaasında olan amûdelerin aşağı kürsilerinde tûnç bîlâzikler vardır. Evkâf tarafından hakkâk-ı müverrih vardır. Cümle vakâyi’-i azime meselâ ihrâk-binnâr ve zelzele ve gulûv-i velvele misullû şeyler yazılmışdır ki acâyib tarihli sütûn pâyeleridir.”

Günümüz Türkçesi ile Evliya Çelebi, avlunun dört tarafındaki sütunların alt kısımlarında tunç bileziklerin olduğunu, tarih yazan hakkakların vakıflar tarafından tutulduğunu ve meydana gelen yangın, zelzele ve diğer hâdiseleri yazdıklarını belirtmiş olup cümle sonunda hayretini gizleyemediğini de göstermiştir.

Burada belirtmiş olduğu bir husus daha doğrusu bir mesleki unvan olarak "hakkak-ı müverrih" oldukça mühimdir ki, tarihçi hakkak (kazıyıcı) anlamına gelmektedir. Buradan şu çıkarımı elde ediyoruz, vakıflar tarafından tutulan veya görevlendirilen tarih bilgisi olan, hakkaklık mesleğine mensup kişilere bu yazılar yazdırılmış. Konuya ışık tutması bakımından Eminönü Yeni Camii avlusunda hakkak dükkanlarının bulunduğuna dair Osmanlı arşivinde bir belge olduğunu biliyoruz. Tabii ki bu meslek sadece bilezik kazıma işi yapmıyor, hakkaklık esas itibariyle mühür kazıyıcılığı, kitabe ve mezar taşı kazıyıcılığı ana başlığında iş görüyordu. Hakkak, genelde hattatın yazmış olduğu yazıyı kazıyan kişi olmakla birlikte bazen de hakkak ve hattat aynı kişi olurdu. Bu sanatçılara çift kanatlı anlamına gelen “zü’l-cenaheyn” denilmekteydi.

Yazıların toplumdaki önemine değinecek olursak, selatin cami olarak nitelenen kompleksler daha çok tercih edilmekteydi. Selatin cami olmaları nedeniyle insan sirkülasyonunun fazlalığı ve dönemi itibariyle insanların sosyalleşme alanlarının başında geliyor olmaları yazı yazma bakımından tercih edilmede başat sebep olabilir. Ayrıca yazıların kitlelere ulaşmasının ve okunuyor olmasının bu nedenle daha kolay olduğu düşünülebilir. Döneminin en taze haber kaynağı oldukları muhtemeldir. Yazı içeriklerine baktığımızda da bu gerçekle karşılaşabiliyoruz. Bilhassa Evliya Çelebi'nin de vurguladığı gibi, müverrih hakkak elinden çıktığı aşikâr olan yazılar özellikle haber verici içeriğe sahiptirler. Örnek verecek olursak; İstanbul'da meydana gelen yangınlar, elçilerin şaha gitmeleri, kahveci Hüseyin'in vefatı, müneccimbaşının vefatı, İbrahim Paşa'nın vefatı, Kınalızade'nin Lazgırad’a (Silistre Sancağı'nda bir kasaba) tayini, donanmayı hümayunun çıkışı, Kâbetullah'a altın oluk ve minber işlenip gönderilmesi, Mevleviler şeyhinin vefatı gibi.

En eski yazı ve en son yazı hangi tarihte yazılmıştır? En çok yazı yazılan dönem ve en fazla yazı olan eser hangisidir?

Bilezik yazılarının benim tespit edebildiğim kadarıyla 76 adetinde tarih bulunmakla birlikte, tarihli yazıların sadece 29 adetinde tam tarih (gün, ay, yıl) bulunmaktadır. En eski ve en yeni tarihli yazıların her ikisi de Beyazıt Camii’ndedir. En eski yazı 1506 tarihli olup en yeni yazı ise 1779 yılını göstermektedir.

Yazıları saltanat dönemine göre değerlendirirsek, 14 adet yazı ile en çok IV. Mehmed Han döneminde yazıldığını, yüzyıl olarak bakarsak en fazla 17. yüzyılda yazı yazıldığını görmekteyiz. Matbaanın gelişine paralel olarak geleneğin unutulduğu varsayılabilir.

Sultanahmet Camii son cemaat yerinde bulunan sütunlara kazınan 100 yazı ile en fazla yazı barındıran camidir.

Bu yazılardan dikkatinizi çeken birkaç misal verebilir misiniz?

Tespit etmiş olduğum en ilginç yazı bir bedduadır. Bileziklerde çokça dua, Fatiha isteği ve temenni yer alırken, Sultanahmet Camii bileziğine kazınan bedduada "ah Hüseyin vah Hüseyin, dilerim Allah'ından bulasun Hüseyin" yazmakla birlikte imza olarak Bedestenli Hünkari mahlası kullanılmıştır.

Hakkaklara veya kazıyanlara dair bilgi var mı?

Bileziklerde hakkak imzaları var, bunlar arasında öne çıkan isimler de mevcut. Evliya Çelebi Süleymaniye Camii'ni anlatırken bahsettiği bilezik yazıları Kasımpaşalı Osman Çelebi'ye ait olan yazılardır. Kasımpaşalı Osman Çelebi'nin birçok camide ve şehirde yazıları bulunuyor. Yazısı diğer yazılardan kolayca ayırt edilebilecek güzelliktedir. Çelebi unvanını kullanması bu alanda eğitim sahibi olduğunun ayrıca göstergesidir. Kaynaklarda yapmış olduğum tüm araştırmaya rağmen Osman Çelebi hakkında herhangi bir bilgi ne yazık ki elde edemedim. Osman Çelebi'den hariç diğer bir isim ise Bolulu Ahmed Efendi'dir, yazı estetiği olarak Osman Çelebi seviyesinde değilse de bazı camilerde yazmış olduğu dua temennisi yazıları karşımıza çıkmaktadır. Bu isimler haricinde bireysel imzalar ve isimlerle yazılar yazılmış ayrıca yeniçerilerin yazmış olduğu yazılar ile kazımış oldukları remizler de gözümüze çarpmaktadır.

Yazıları kontrol eden bir denetim mekanizması var mıydı?

Sadece bilezikler için değil, umuma açık olan her yere yazılıp çizilen yazı, resim veya benzeri şeyleri denetleyen, uygun olmayanı silen veya badana ile örten bir meslek grubu bulunuyor. Bu meslek grubuna “maniun-nükuş” veya “mahin-nükuş” deniliyor. Kelime manası olarak nakışlara mâni olan veya nakışları mahveden, yok eden anlamına gelmektedir. Ayrıca bu meslek ile ilgili olarak Fatih Sultan Mehmet’in vakfiyesinde bir madde ve bir vazife bulunduğu gibi bu işe tayin edilecek adam hakkında izahat da vardır. Osmanlı arşivinde bu meslek erbabları ile ilgili bazı belgeler bulunmaktadır.

İstanbul’un Bilezik Yazıları isimli bir eseriniz mevcut. Bu eser hakkında bilgi verir misiniz?

İstanbul'un Bilezik Yazıları isimli çalışmam 2018 yılında yayımlandı. İstanbul'da bulunan 18 cami, 5 türbe ve Topkapı Sarayı'nın muhtelif bölümlerinde yer alan toplamda 285 adet bilezik yazısı kitapta yer almakla beraber, yazıların çevirilerinin yanı sıra barındırmış oldukları hadiselerin tarih akışındaki yeri de ilgili bileziğin altına eklenmiştir. Konu olarak ilk ve tek kitap çalışmasıdır. Maalesef bilezik yazıları, hakkında kaynaklarda yok denilecek kadar az bilgi bulunan bir konudur. Bu bilgiler bazen bir-iki paragraftan öteye geçmeyen yüzeysel bilgi aktarımlarıdır. Hal böyle olunca yazılar ile sormuş olduğumuz veya cevabını bulmayı umduğumuz birçok soru ne yazık ki cevapsız kalmaktadır. Örneğin, Osmanlı'nın en parlak dönemi ve bu dönemde cereyan eden hadiselerle ilgili hiçbir yazı bulunmaması oldukça gariptir. Ne Yavuz Sultan Selim’in ne Kanuni Sultan Süleyman'ın ne de peşi sıra gelen padişahların döneminde elde edilen başarıların ve zaferlerin hiçbirinden bahsedilmemesi çok enteresan bir durumdur. Bu hususta kısıtlayıcı bir durumun veya yasağın olup olmadığı noktasında bir bilgi elde edememekteyiz. Kitapta okuyucunun yazıları kolaylıkla bulabilmesi için yazı olan sütunları belirten krokiler kullandım. Okuyucu mekâna girdiğinde her yazıya krokiler sayesinde oldukça rahat bir şekilde ulaşabilecektir.

Bilezik yazılarını araştırmaya nasıl başladınız ve çalışmanız ne kadar sürdü?

Bilezik yazıları ile tanışmadan önce yine tarihi obje ve eserlerin fotoğraflamasını ve arşivlemesini yapıyordum. 2009 yılında değerli tarihçi dostum ve akademisyen Doç. Dr. Fatih Köse Beyefendi'nin mihmandarlığındaki bir kültür turunda kendisinin işaret etmesi ile yazılar ile ilk defa Beyazıt Camii'nde tanıştım. O zamana değin belki de yüzlerce kez gittiğim camide böyle bir ayrıntıyı kaçırmış olmak bence biraz bakmakla görmenin arasındaki farktan kaynaklanıyor. Genele veya makroya odaklanıldığında küçük ayrıntılar gözden kaçıyor diye düşünüyorum. Örneğin Topkapı Sarayı'na gittiğinizde Topkapı hançerini, kaşıkçı elmasını veya kutsal emanetleri ziyaret ettikten sonra o eserlerin güzelliği veya hayranlığı ile alelade bir sütun bileziğinde kazınmış bir yazıyı görebilmek, o ayrıntıya vakıf olabilmek oldukça zor olsa gerek. Bu, orada yazı olacağını bilen bir kişinin hususi olarak gidip bakabileceği bir konudur. Kaldı ki benzer bir hadiseyi bizzat Fatih Camii'nde yaşadım. Fotoğraflama çalışması yaptığım esnada yaşlı bir amca gelip epey zamandır beni izlediğini ve ne yaptığımı merak ettiğini, neden sürekli aynı yerin fotoğrafını çektiğimi sorduğunda bilezik üzerindeki yazıları gösterdiğimde yaşlı amca cevaben 50 yılı aşkın süredir ibadet için Fatih Camii'ne geldiğini ve ilk kez bu yazıları gördüğünü söylemişti. Kitabın hazırlık aşamasında yaklaşık bir yıllık bir süreç saha araştırması noktasında geçti diyebiliriz. Kabaca bir rakam vermek gerekirse 300'ü aşkın eseri ziyaret ederek ilgili alanlarını kontrol ettim. Sonuç olarak tespit edebildiğim 285 adet yazıyı kitapta kullanmış oldum. Tabii ki gözümüzden kaçanlar oluyor, şu süreçte daha derinlemesine yapmış olduğum araştırma ile İstanbul'daki bilezik yazısı sayısı 300'e dayanmış durumdadır. Saha araştırması sonrasında ise bir yıla yakın bir sürede yazım ve basım için geçirilmiş oldu.

Şu an yeni proje var mı?

Evet var. Şu an Türkiye'nin bilezik yazılarını hazırlıyorum. İçerisinde yine İstanbul ve İstanbul'da yeni bulduğum yazılar ile Türkiye geneli ve yurt dışında bulmuş olduğumuz yazılarında yer alacağı müstakil bir çalışma yapıyorum. Alan bakımında ana kaynak olmasını göz önünde bulundurarak ince eleyip sık dokumaya çalışıyorum ve bu yüzden de biraz ağır ilerlemek zorunda kalıyor. İstanbul kitabından biraz daha farklı bir tasarım ile fakat aynı gaye ile en kısa sürede okuyucu ile buluşturmayı hedefliyorum.

Bilezik yazılarının son durumu nedir ve korunması hususunda tedbir alınıyor mu?

Yazı yazılan zeminin metal olması, hava şartları ve çevre ile alakalı diğer etkenler düşünüldüğünde ne yazık ki yazıların çoğunun tahrip olduğu, bir kısmının korozyon ve benzeri nedenlerle okunurluklarını kaybettiğini gözlemledik. Bahsettiğimiz olumsuz etkilerden hariç bir de gördüğümüz her eski eseri yeşil yağlı boya ile boyamak gibi bir zafiyetimiz var maalesef. Bu işlemi daha önceleri mezar taşlarında ve kitabelerde çok sık görüyorduk lakin bilezik yazısında da gördük. Yazının hattı ve noktaları boya ile dolduğu için okunamayacak duruma gelmiş. Yine bir diğer olumsuz etken ise restorasyon aşamasında bileziklerin aşındırıcı alet ve makinalarla temizlenmesi. Bileziğe uygulanan bu işlem yazının hattını tamamen yok ediyor, bazı camilerde tamamen bazılarında ise kısmen yazıyı eritmiş durumda. Bu işlemi böyle yapmayan restorasyon ekipleri de var, kimyasallarla uygulanan temizlik işlemi yazıya hiçbir zarar vermeden pırıl pırıl gün yüzüne çıkmasını sağlıyor. Bu hususlara muhakkak dikkat edilmesi gerekiyor. Bu geleneğin artık herhangi bir temsilcisi olmadığı gibi eski bir geleneğin son örneklerinin bizden sonraki nesillere de ulaşabilmesi için zarar verici her uygulamadan muhakkak kaçınılması gerekiyor. İçeriğine bakılmaksızın bileziğe kazınmış her bir yazı, o mekânın sahip olduğu tarihi değerden aşağı kalır bir değere sahip değildir.

Teşekkür ederim.

Ben teşekkür ederim.

Aylık Baran Dergisi 17. Sayı, Temmuz 2023.