Ahlâkî bir devrim olması lâzım. Bunu bekliyorsun sen, böyle umuyorsun. Batı’nın da böyle umması gerekiyor, çünkü mutlaka karşılığını görür böyle şeyler.

Türkiye’de ve dünyada salgın hastalığın doğurduğu neticeler ile birlikte derinleşen krizi nasıl tarif edebiliriz? Bu krizin temelindeki sebep nedir?

Burası özelinde başlayacak olursak, en temel sebep, Türkiye’nin kendisine ait bir iktisadî ve onun da bağlı olduğu bir ahlâkî modelinin bulunmaması, olanı kaybetmiş olmasıdır. İktisad, ancak ahlâkî bir ortamda neşet edebilir.

İktisad dediğimiz şey tek başına değerlendirilebilecek bir modelleme değildir, iktisad bir ülkedeki ekonomik ilişkilerin tabiî gelişimidir. Her ülkenin de bu sebeple kendine ait bir iktisadî formatı vardır ve hiçbir ülkeninki birbirinin aynı değildir. Mesela; her ne kadar yakın da olsa, Fransa’yla İngiltere, İngiltere’yle Almanya veya Amerika’yla Kanada birbirlerine benzemez. Çünkü ülkelerin kendilerine ait ahlâkî bir altyapısı vardır ve o ahlâkî altyapının getirdiği iktisadî gelişim ve davranışlar farklılaşır.

Bizim normalde Müslüman bir ülke olarak iktisadî davranışlarımızı ortaya çıkaracak ahlâkî altyapımızda tasarruf, gayret, işbirliği, öncelikle memleketin ve milletin hayrına faaliyet gösterme gibi davranışlar vardır. Biz, bunu Cumhuriyet ile beraber hemen değil ama peyderpey kaybetmişiz. Cumhuriyet rejimi kurulur kurulmaz bizim bu ahlâkî altyapımızı dumura uğratamamış yahut bazı noktalarda işine geldiği için bunu yapmamış. Fakat Batı normları devletin tepesinden uygulanmaya başlamış. Osmanlı’da da Batıcı yaklaşımlar vardı; ama devletin tepesi Müslüman’dı ve kaleyi bir nev’i koruyordu, ülkenin Batı peyki hâline gelmesini engelliyordu. Fakat tepeden Batılılaştırma, Batıcılaşma ve onun bir uzantısı, peyki, mandası hâline getirme teşebbüsü neticesinde ülkenin ahlâkî olarak da yönü belirlenmiş oldu. Cumhuriyet ile başlayan olay budur.

İktisadî gelişim de bunun neticesinde şekillendi. Aynı kapitalist ülkeler gibi bir davranış benimsendi. İngiltere ve Amerika başta olmak üzere kapitalist ülkelerdeki temel şey nedir? Ucuz iş gücü gerekir mesela. Bunun için İstanbul’a köylülerin yığılması sağlandı. Elbette sadece bu maksadı taşımıyordu köyden kente göçün hızlandırılması; bilhassa İstanbul çok sayıda gayrimüslimin olduğu bir şehirdi ve bu şekilde Türkleştirmeye de çalıştılar. Cumhuriyet bir yandan İslâm ve Türklükle mücadele ederken bir yandan da Türkiye’yi homojen bir Müslüman-Türk ülkesi hâline getirmeye de çalışmıştır. Bunları da es geçmemek lazım. Herkesi tek tipleştirelim ve bir kimlik altına toplayalım hedefi vardı. Çünkü Kemalist ideolojinin altında toplayamazlardı insanları. Nazizm ve faşizm ideolojisinden bile önce ortaya çıkan, onlarla aynı halet-i ruhiye içerisinde bulunan ve aynı kaynaktan beslenen bir ideolojidir söz konusu olan. Bu ayrı bir mesele olarak konuşulabilir. Bir hissî, fikrî ortam oluşur, bu ahlâkî alt yapıyla beraber meydana gelir ve onun iktisadî neticeleri ortaya çıkar. Dayanışma yerine sürekli birbirinin gözünü oymayı getirirsen onun ahlâkî modelini de koyman lazım; ama öyle bir şey söz konusu değil. Bir yandan Batılılaşma benimsenirken, İslâm’a rağmen hareket edilirken, diğer taraftan da İslâm’dan faydalanılmaya çalışılan, tabir-i caizse hilkat garibesi bir yapıyla karşı karşıyayız. Her şey bambaşka, hiçbir dayanak noktası oluşturulmamış. Bunun neticesinde yaşanan ahlâkî deformasyonun sonucu olarak bugünkü iktisadî manzara var.

Bizde ekonomi, tedbir ilmidir. Esasında halkın asgarî ihtiyacının giderilmesi yatar. Bugün ekonomide aklı selim kişilerin kabul ve tavsiye ettiği ekonomiyi İslâm zaten emrediyor. Ama bunlar, bunu yaparken illa belli bir format içerisinde kalmak gerektiğini iddia ediyorlar; mesela Tayyip Erdoğan “faizi düşüreceğiz” dediği zaman, “anortodoks” filan diyorlar. Getirdiğin bir ahlâkî altyapın yok, iktisadî bir modelin de yok ve izlediğin yol toplumsal yapıyı deforme etmeye başlayınca bugün olduğu gibi tam bir anarşi ortamı ortaya çıkar.

Bugün ihracata yönelirken iç piyasanın ihmal edilmesi de buna bir misal olabilir mi?

Evet! Sen kendin bir iktisadî model ortaya koyamıyorsun, “kaynaklarım yetmiyor” diyorsun ve ülkeye sürekli dışarıdan para girmesi gerektiğini söylüyorsun. Halbuki, ülkede şu kadar altın, şu kadar bu var filan diyorsun. Yani ciddi manada sermaye var. Burada sermaye tanımına da temas etmek gerekir. Ben sermaye ile alakalı farklı bir tanım yapıyorum: “Asıl sermaye bir ülkenin insanlarının çalışma azmi ve bilgi birikiminin toplamıdır.” İşbirliği yapabilme, koordinasyon içinde hareket edebilme, gayret gösterebilme… Asıl sermaye budur. Sen bu sermayeyi önemsemiyorsun, devlet yönetenlerin genel hasleti olduğu üzere kendini büyük görüyorsun. Bugün üniversitelerin bu kadar yaygınlaşması ve okuma sürelerinin uzatılmasının sebebi de bu; çünkü gençlik yük. 23-24 yaşına işsizlik değerlendirmesinin dışında kalsın ve üzerime külfet olmasın diye düşünüyorsun. İhracat modeli geliştiriyorsun, özellikle pandemi döneminde bunun için imkân çok arttı; çünkü Batının üretim kapasitesi çok azalmış ve para dağıtarak ekonomiyi ayakta tutmaya çalışıyor. İhracat yapan adam da bundan iyi para kazanıyor ve bu sefer iç piyasaya mal vermiyor, bilakis yurtiçine mal verdiği zaman da ihracat yaptığı paraya denk bir ücret ile vermeye kalkıyor. Dolayısıyla yurtiçindeki fiyatları yurtdışındaki fiyatlar belirler hâle geliyor. Halkın kazancı yurtiçine göre, harcaması ise yurtdışına göre; otomatikman aradaki fark dehşet bir enflasyon olarak tezahür ediyor. Olayın özü bu. Elbette yurtdışından daha çok kazanıyorum diye yurtiçine mal vermeye istekli olmamak üzerinden iş gelip yine ahlâka dayanıyor. Bir aile, cemaat, topluluk olarak düşünün, bu insanlar ne kadar birbiriyle işbirliği içinde olursa o kadar kolay ayakta kalınır. Ama bir aile düşünün herkes kendi kazanıp kendisi harcıyor, dayanışma ve işbirliği yok, o zaman ayakta duramaz, büyüyemez. Önceden bir ailede çalışan herkesin kazandıkları bir elde toplanır, giderler ve harçlıklar oradan alınır ve birikim yapılırdı, o da daha sonra yatırıma dönerdi. Mesela ikinci bir ev alınırdı, bir arsa alınırdı veya bir ticarethane alınırdı. Ahlâkî dediğim de bu esasında. Mesela Japon modeli tamamen ahlâkî bir modeldir, Alman modeli ahlâkî bir modeldir ve bir temele dayanır. Ahlâkî bir zemin ve model ortaya konulmadığı takdirde olmaz; gelişme kendiliğinden ortaya çıkacak bir şey değildir. Bizde otomatik ortaya çıksın diye bekleniyor. Oysa sekülerleşmiş toplumla beraber ortaya ancak hedonist, dünyaperest, sadece kendini düşünen insanlar çıkıyor. Versen az bulup daha çoğunu istiyor, sadece kendini düşündüğü için mutsuz oluyor. En çok benim olsun, hiç çalışmayayım sadece kazanayım istiyor. Batı dünyasının hayali içinde yaşıyor. Bu bize has bir durum değil, üçüncü dünya ülkelerinin çoğunda var olan bir şey. Ahlâkın dayanağı da inanç âlemidir. Ahlâkın kaynağı konusuna çok girmek istemiyorum.

“Dünyayı oligarşik bir yapı

yönetiyor”

Bu krizin bir de uluslararası boyutu var. Uluslararası sistem çöktü diyebilir miyiz?

Uluslararası sistemin şu anki formatında problem var. Bütün dünyayı oligarşik bir yapı yönetiyor. Bu düzen bir oligarşik yapının yürütebileceği halde değil, fakat ısrarla kendilerinin yönetmeye devam etmesini sağlamaya çalışıyorlar. Bu oligarşik yapı gücü elinden bırakmak istemiyor. Amerika’yı, İngiltere’yi, topyekûn Batı düzenini elinde tutuyor ve iktidarını devam ettirmenin yollarını arıyor. Amerika’nın düzenini devam ettirmek değil bu; yarın bir gün Amerika’nın düzeni kendi devamlılıklarını sağlayacak şekilde olmazsa ondan vazgeçebilir yahut Amerika’da ısrar edecek olurlarsa dünyanın geri kalan şartlarını Amerikan hakimiyetine göre yeniden düzenlemeye kalkabilirler. Milliyetsiz oldukları için her iki seçenekte de kendileri için bir sakınca görmezler. Örneğin; Çin üzerinden, Rusya üzerinden oynayabilirler... Bugünkü sorunun kaynağı, oligarşik yapının düzeni yenilemekte, güncellemekte zorlanıyor olması. Giovanni Ariggi uluslararası düzenin, 16. yüzyıldan beri format değiştire değiştire devamlılığının sağlanmasını güzel bir şekilde anlatır ve “Amerika’nın 1970’lerden sonra fonksiyonunu kaybetmesi gerekirdi; ama alternatifi olmadığı için kaybetmedi.” der. Bunu 1990’larda söylüyor. Aradan 30 sene geçmiş aynı şeyleri söylüyoruz. 1970’lerde altın standardını terk etmiş, işi finans köpürtüsüne çevirmiş, üretimi Uzak Doğu ülkelerine kaydırmış ki bugün dünya nüfusunun yüzde 50’si, üretimin ise yüzde 70’i Asya’da. Peki nasıl gücünü koruyabildi? Finansla, mal yerine para üretmekle… Elbette hiç üretmiyor demiyoruz, sadece hakimiyeti devam ettirebilecek kadar mal tedarikinin olmadığını söylüyoruz. Onun yerine para tedariki sağladığını görüyoruz. Mal tedarikini de Uzak Doğu, Güney Asya ülkelerine verdiğini görüyoruz. Yüzde 100 böyle değil; ama genel akış böyle.

Peki, bu oligarşik yapıyı kimler teşkil ediyor?

Bütün bu düzeni sağlayan, bu düzenin devam etmesini sağlayan bir güç var arkada… Oyunu kuran oligarşik bir yapı var. Kim bunlar? A şahsı yahut B şahsı; ama genel olarak bunların büyük Yahudi aileler olduğu söylenir. Öyle midir, değil midir? Ayrı … Böyle bir yapının olduğu kesin. Onun için de bugünkü uluslararası düzen devam edemiyor. Çünkü onun karşısına çıkan unsurlar var. Millî düzenler var mesela, onların beklentilerinden, yönlendirmelerinden farklı şeyler istiyorlar. Peki, bu oligarşi ne istiyor? Ben şöyle görüyorum; tamamen kişiliksizleştirilmiş, cinsiyetsizleştirilmiş, herhangi bir dinî yahut ahlâkî formattan uzak, otomatlaşmış insanlar istiyorlar. Solucanımsı hayvancıklar hâline getirmek istiyorlar insanları. Son 20-30 seneye bakınca bunu görüyorsunuz. Sadece bize yapılmıyor bu, Batı insanına da yapılıyor. Niye kendisine yapsın ki? Hollanda’ya, İngiltere’ye, Kanada ve ABD’ye de yapılıyor bu. Ahlâkî bir devrim olması lâzım. Bunu bekliyorsun sen, böyle umuyorsun. Batı’nın da böyle umması gerekiyor, çünkü mutlaka karşılığını görür böyle şeyler. Bu olamasın diye, her taraftan yoğun bir saldırı var dünya halklarına. Biz bilhassa hedefiz. Uluslararası düzen şu anda bahsettiğim mânâdaki uluslararası dengesizlikten ziyade yerel mânâda büyük bir buhran yaşıyor ve büyük bir de direnişle karşı karşıya. ABD’deki Donald Trump taraftarları, İngiltere ve Kanada’daki aşı karşıtları oradan neşet ediyor.

“insanlar Ruhî açlığını giderecek

bir şey arıyorlar”

Bugüne kadar refah ile ayakta tutuyordu ABD ve Avrupa toplumlarını. Bugün ise o refah da ortadan kalkıyor. 

“Bugüne kadar” dediğimiz, son 50-60 yıllık hikâye. 1950’lerden beri olan şey. İlk önce çalışmaya gayret vardı. 1940’larda büyük harpler yaşandı. 1950-1960’larda toparlanmaya çalıştılar, bu seneler nisbeten iyi geçti; savaştan sonraki yirmi yıl iyidir, daha pozitif, “daha iyi gelecek” plânı olur insanların. Ondan sonraki nesillerde bu kaybolmaya başladı. Hep bir karamsarlık, bir de doygunluk hâli… Rahmetli Kumandan Mirzabeyoğlu’nun dediği gibi, “Almanya’da adam diyor ki, ya biz bir tas çorba bulsak, sevincimizden ağlardık. Şimdi oğlunun evinde her şey var hiçbir şeyden mutlu değil.” Ruhu istemiyor yâni. Beklenti raddesi çok yükselmiş, ruhî açlığını giderecek bir şey bulamıyor. Varlığını idame ettirmek artık yetmiyor, başka şeyler de istiyor. Tartışmanın başında vurguladım, ahlâk-inanç bahsini. Sen bunu doyurmazsan, bu ahlâkî yoksunlukta insanlara sekülerleşmeyi dayatırsan, onun karşısına çıkacak her şeyi de zorla engellersen, tabiî olarak bu neticeyle karşılaşırsın, sonra da şaşırırsın… Olacak olan budur yâni. Tedbirleri almakla mükellefsin, tedbir dediğim bunun içindi... Ahlâkî şey de bunun yansımasıdır, yâni iç içe olmak zorunda, bütüncül bir yapıda olmalı. İnsanların hem karnı, hem de kalbi doyacak. “Sadece karnını doyurayım” düşüncesiyle olmaz. Böyle gitmez ki, sürekli farklı bir arayış olur. En sonunda, “onda niye var, bende yok”a döner iş… 100 kişiyi aç bıraktın, sıkıntı yoktur; ama içlerinden birisini doyurup 99’u aç kalırsa orada kavga çıkar.

Demeye çalıştığım o ki, ülkemizin ve dünyanın temel problemi bir inanca dayalı ahlâkî ölçülerin ortada bırakılmayışı, inanç ve ahlâkın yok edilmeye çalışılması… Bunun zaten yeni bir devrimle ikame edilmesi gerekirdi. Genelde öyle olur, yoksa yok olması lâzım. 30-40 yıldır ahlâkî devrim olmasın diye büyük bir çaba var.

ABD’de 2021’de neler yaşandı… Ülke içerisinde çatışmalar, Afganistan’da hezimete uğrayan Pentagon, şimdi de Ukrayna üzerinden Rusya ile kafa kafaya geldiler. Amerika Birleşik Devletleri kaybettiği hegemonyayı yeni bir savaşla tekrar kazanmak gibi bir yola girmiş olabilir mi?

ABD yarım asırdır dünyayı şekillendiren ana güçtür. Eğer bunlar izin verirse ABD’nin temel varlığı sorgulanır artık. Yâni, ABD müdahil olmak zorundadır. Benzetme olsun, kanun çıkarmışsın, bazı yerlerde uygulanmıyor; derler ki, “bu kanun niye burada uygulanmıyor?” Ukrayna’da Rusya’ya izin verdiği zaman, “gel buyur” dediği zaman Hindistan Keşmir’e, Çin Tayvan’a, Mısır Habeşistan’a girer. Herkes gözünün kestiğine saldırır. Kimse kimseyi takmaz. Kendince bir dünya düzeni kurmuş adam, IMF’si Birleşmiş Milletler falan… Bu dünya düzeninde de belli bir statüko oluşturmaya çalışıyor, o yüzden ABD’nin her tarafa müdahil olması, her kavganın içinde olması zarurî bir şey. Menfî yahut müsbet, onun açısından böyle… ABD, Vietnam’da yenildi; ama yine gelir ABD. Şimdi, dünyadaki genel gidişatın yönü onlar açısından müsbet değil. Dünyada zaten genel gidişat müsbet değil ki, insanlardaki ruhî-psikolojik durum iyi değil. Şu şekilde bahsedeyim; böyle gidersek, 30-40 sene sonra belki Hollanda diye bir ülkenin varlığından söz edemeyeceğiz. Hasletlerini kaybediyorlar. Ne yapıyorlar?.. Robot asker, makine falan üretmeye çalışıyor adamlar… “Buradaki ahlâkî bozulmaya yeni bir şey aşılayayım” demiyor da herkesi gözetleyen bir devlet, robot askerler, robot işçiler falan üretiyor.

“Ahlâkî devrim olmadığı

sürece oligarşik yapı da

yıkılmaz”

Yine ruhî boşluğu madde ile dolduruyorlar.

Aynen öyle. Ruhî tarafa dönmüyor, dönmek istemiyorlar. Çünkü bütün yapısının sorgulanmasına, yok edilmesine sebep olacak dönerse. Onun için de diyorum ya, oligarşik bir yapı var, tüm dünyaya hâkim olmaya çalışan… Rusya’nın buna direnen bir tarafı var. ABD de ona bastırıyor. Ama Rusya bu düzen için tehdit mi? Evet, ABD’yi hırpalarsa tehdit!.. ABD bir dolar düzeni kurmuş, Rusya bunu kırarsa tehdit. Kırabilir mi Rusya?.. O ihtimali pek görmüyorum. Belki ABD’nin silah gücünü kırabilir. Ama ABD daha fazla silah geliştirerek, üç beş ayrı yeri bombalayarak yine gelir. Ahlâkî bir devrim başlamadığı sürece bu uluslararası oligarşik yapı da yıkılacak gibi durmuyor.

“Kapitalizm en mükemmel

şeytanî düzendir”

Trump ve destekçilerinin ABD’de yaptığı faaliyetler bu oligarşik düzene bir tehdit mi?

Tabiî ki. Ama bu düzen bunları yiyebiliyor, kendi tarafına çekebiliyor. Kapitalizm, nefsin en azgın hâli olarak var. Kapitalizm en mükemmel şeytanî düzendir! Hiçbir kutsalı yok… Yapının, kendi menfaatleri, kendi varlıkları haricinde hiçbir kutsalı yok! Onun için her şey araçsallaştırılabilir, kullanılabilir…

O yüzden rahat bir şekilde dönüştürebilir kendini…

Öyle tabiî. Çok tehlikeli. Din de onun için araçtır, gerektiğinde kullanır. Hiçbir şeye inanmaz, sadece kendi varlığını devam ettirmek onun için esastır. Hani o devletin dayandığı şeyler falan, onlar da yok! O yüzden, karşısında bir direnç noktası oluşmasını istemiyor artık. Çünkü kullanabileceği durumdan çıkmış vaziyette. Kullanamıyor artık, karşı dönüşlerin de kendisine vurmasını istemiyor. Telegram da bunun için. Telegram ile insanların zihnini ele geçirip, dünyayı yönetmek istiyorlar, onun çalışmaları var. Robot askerler, mankurtlaştırılmış insanlar, şunlar, bunlar hepsi… Askerî ve siyasî itiş-kakışlar tabiî ki büyük hâdiseler ama asıl bu çerçeveden bakmak lâzım. ABD’yi de yöneten bir güç var. ABD’yi hükümet yönetmiyor ki. Her yerde de lokal direniş var. Bazı yerlerde geneldir; mesela biz… Yanlış veya doğru Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan direniyor. Karşıdakilerde de o yüzden çekinceler doğuruyor. Bu bir şekilde varlığını sürdürürse, söylem olarak dahi devam ederse “bak bu Çin’den bile daha tehlikeli” diyebilirler. Yaklaşık, 2,5-3 milyarlık nüfusuyla çok büyük bir İslâmî arka plânı var bunun. İslâm en büyük tehdit bunlar açısından! Kaynaklarla ilişkisi yakın olan, bozulmamış bir bütün hâlinde, birbiriyle tutarlı akide düzenidir İslâm… Diğerleri gibi hurafeleştirilmemiş, dejenere olmamış, herkesin de üzerinde tartışabileceği bir şey değil. O yüzden bu kadar mezhepsizlik köpürtülüyor, hurafeleştirilmeye çalışılıyor! Bütün bunlar aynı elin uzantıları. Basit değil hâdiseler.

“İslâm’ın varlığı

bu kötü düzene tehdit”

Julius Evola, “Postmodernizme ve modernizme karşı durabilecek bir tek İslâm kaldı. Avrupa’da şövalye ruhunu bitirdiler.” diyor.

Öyle… Kur’an’ı yok edemiyorlar, “şu şunu diyor, bu bunu diyor” gibi şeylerle Peygamber’e, Sünnet’e saldırıyorlar. “Şövalye” bir prensip için canını verebilen insan demek… Kendinden üstün bir prensibi kabul eden insan… Kahraman demek… Bu mânâya gelir. Evet, Avrupa’da şövalye ruhu kalmamıştır. İslâm’ın varlığı tehdit bu kötü düzene… Müslümanların varlığı tehdit değil. Tabiî İslâm’ın varlığı tehdit olduğu için de, Müslümanlar dolaylı olarak tehdit ve hedef hâlinde.

“Esas iş bize düşüyor”

Son olarak, önümüzdeki süreçte hem global alanda hem de Türkiye’de ne tür gelişmeler bekliyorsunuz?

Büyük itiş kakışların olmasını bekliyorum, bilhassa son yaşanan Ukrayna hadisesinde eğer ki olur da Rusya istediğini alabilirse, o zaman Çin’in Tayvan’a yönelik bir hareketi olacağını, Kore’de büyük bir hâdise patlak vereceğini düşünüyorum… Peşinden, bütün dünyada da yukarıda bahsettiğimiz oligarşik düzene karşı lokal, kendi menfaatini aramak için bile olsa direnişler bekliyorum. Oligarşik yapının, ABD ve Batı tarafını kontrol edemez hâle geleceğini düşünüyorum; bu yüzden de yeni bir format oluşturmaya çalışacaklarını, bu süreçte de muvaffak olmayıp yok olacaklarını söylüyorum. Ama tabiî esas iş bize düşüyor. Biz eğer Türkiye ve İslâm âlemi olarak bundan istifade edersek, oligarşik düzeni yok ederiz. Başka türlü de yok olmaz bu. Yâni, Çin-Tayvan, Rusya-Ukrayna savaşı düzenin temel dinamiklerini tartışmaya açar, şuurlarda bir bozulma meydana getirir; fakat tek başına yok etmez bu düzeni. Bu sadece biraz daha yer kapma mânâsına gelir. Haddi zatında hepsi onun içinde bir şekilde yerini tutmaya devam etmek ister. Oligarşik yapıyı yıkıp, yerine ahlâkî yeni bir yapı inşa etmek açısından tek alternatif bizde var. Türkiye’de ve diğer İslâm ülkelerinde… Burada bunlar vesilesiyle bir şey olursa eğer, işte o zaman çarşı karışır. O vakit ortada ne Batı düzeni ne de oligarşik yapı kalır. İslâm düzeni ve bununla beraber yeni ahlâkî prensiplerin hâkim olmasından söz ediyoruz; bugünkü gibi oligarşinin kendini “ahlâkî olanla” süslemiş gibi gözükmesinden bahsetmiyoruz. Bu da birkaç sene içerisinde, büyük karışıklıklar vesilesiyle ortaya çıkacaktır, bizde ve İslâm âleminde böyle bir şey bekliyorum. Allah’ın izniyle olacak…

İnşallah, teşekkür ederiz.

Kolay gelsin.

Aylık Baran Dergisi 1. Sayı Mart 2022