[Üstad Necip Fazıl Kısakürek'i Erenköy'deki köşkünde ziyaret ettim. İçinde bir adamın kucaklayamayacağı iri gövdeli ağaçlar bulunan, tarh tarh ayrılmış ve yolları asfaltlanmış muhteşem bir park... Ve parkta, çoğu modern, bir ikisi ahşap konak biçimli villalar... Bu villalardan birinde şiir sultanlığı geçen yıl ilân edilen Necip Fazıl Kısakürek... İki katlı villânın her yanı teras ve balkonlarla çevrili...
Eski ve (stil) eşya ile döşenmiş salonlardan geçtikten sonra beni küçük bir çalışma odasına aldılar. Etrafı kitap ve dosyalarla doldurulmuş çalışma hücresinde, masası bir kâğıt denizi, Üstad...]
-Ne güzel bahçe ve ne güzel köşk... Ama köşk modern, içi ve eşyası klasik... Dış hayattan da hiçbir ses sızmıyor bahçenize... Herhalde rahat ve huzurunuz yerinde...
Necip Fazıl: Evet, dışı modern olmak gayretinde bir ev... İçi de klasik ve muhafazakâr görünüşlü... Ev, malım olmadığı için beni tahahhüt altına almaz. İçi ise dışına nispetle belirtiği tezat bakımından, beni ve yaşadığım cemiyeti sembolleştirilebilir. Rahat ve huzura gelince, evvelâ dünya hayatının esasında yok, sonra 19.Asrın sonlarından başlayarak dünyada yok, derken 20. Asırdan bu yana insanlıkta nâmevcut, 20 yıldır da Türkiyede kökünden nâbut...
"Nabud" yani silinip giden, vücudundan eser kalmayan. Bana gelince, kendimi bildim bileli rahat ve huzurdan haberim olmamıştır. Uzunca bir zamandır kendimi hapsettiğim bu evde, hele birkaç mevsimden beri öyle bir ruh haletine bürünmüş bulunuyorum ki, yakın dost cenazesi, hastane muayenesi ve bazı resmî işler mecburiyeti dışında şehre indiğim bile olmuyor. İndiğim zamanlarda da, güzelim İstanbul bana (Şanghay) kadar yabancı geliyor. O da "nâbud"lardan biri oldu. Nerede eskisi, nerede yenisi!..
Üzerinde yıllardır çalıştığınız dev eser tamamlandı değil mi üstad? Yani İman ve İslâm Atlası adlı ilmihaliniz.
Necip Fazıl: Tamamlandı. Tamamlandıktan sonra içime derin bir hüzün çöktü.
-Niçin?
Necip Fazıl: Erişilen her şey gâye olmadığı, gâyeyi ufuk çizgisi gibi bir adım daha uzaklaştırdığı için... Bu dünyada tamamlık var mıdır ki?...
-Eseri okudum, fakat mahiyeti hakkında bir de sizin fikrinizi alabilir miyim?
Necip Fazıl: Görünüşte sadece bir ilmihal... Ama nasıl bir ilmihal?...
Bildiğimiz, gördüğümüz, alıştığımız soydan değil... Başlığının altında şu dört kelime var: Şekil, ruh, amel, hikmet... Yani din ölçülerinin içi ve dışı, çehreyle ruh gibi sarmaş dolaş... Öğretme içinde benimsetmenin, belletme içinde sindirmenin, anlatma içinde sevdirmenin, tarife bilgisi içinde mānaları yaşatma ve ruh avlamanın eseri...
-Büyük iddia!..
Necip Fazıl: İddia değil, gayret... Asırlardır böyle bir cehd ve gayret hamlesine girişilebildiğini sanmıyorum. Yapabildim sanmıyorum. Yapabildim demiyorum; yapılması ve katlanılması gerekeni belirtiyorum. Ben Uludağı kucaklayıp sırtlamaya çalışayım da isterse Uludağ üzerime çöksün ve beni ezsin... Herhalde dağın eteklerinde, basit yol tarifleri satan ve onun iklimini, havasını, suyunu yaşatamayan âlim tavırlı insanların işinden daha ulvî bir atılım ve bu bakımdan yepyeni... Dünya görüşümü " İdeolocya Örgüsü " adlı kitabımda özleştiren ben, "İman ve İslâm Atlası" ile de bu görüşün kaynağını göstermiş ve her türlü sanat ve fikir eserlerimle beraber ikisini mezcetmiş olmak iddiasındayım. Böylece bütün eserlerimi "İman ve İslâm Atlası"nda mihraklandırmış oluyorum...
-Yeni esiriniz münasebetiyle yazdığınız iki mısrada, artık dünyada söylenecek lâfınız ve sürdürülecek kavganız olmadığını söylüyor ve eğer eseriniz hedefine ulaşırsa rahat öleceğinizi ilan ediyorsunuz. Bu mahzun, biraz da küskün ve işini bitirmiş olma tavrı niçin? Artık başka bir eser vermeye niyetli değil misiniz?
Necip Fazıl: O mısralar benim içinde bulunduğum ruh haletimi gösterir ve eserimden ne beklediğimi anlatır. Yoksa, benim yaratılışımda bir insanın son nefesine kadar lâfını ve cemiyet içinde kavgasını tüketmesi ne mümkün!... Bu vaziyette yaşamak, yaşarken ölmek olur. Bense eserimde, ölürken bile yaşamanın şartlarını arıyorum.
-Hem tebliğ ve hem telkin mahiyetinde gördüğünüz eserinizin İslâm âleminde de alâka gösmesi gerekli olabilir. Bu bakımdan devrimizin İslâm dünyasını nasıl gördüğünüzü sorabilir miyim?
[Gözleri ve çehresi acılaştı ve tane tane şöyle cevap verdi:]
Necip Fazıl: Devrimizin İslâm dünyası, sosyalizm uyuzu ile ruhundan tamamen mahrum olduğu bazı şeriat tatbiklerinin anaforu içinde fırıl fırıl dönen ve bir türlü yönünü bulamayan bir tekneye benziyor. Bu bakımdan şimdiki İslâm dünyasının hali, cihan çapında bir kurtarıcı beklemenin ve 15. Asırda İslâmı yeni baştan keşfetmenin ıstırabını belirtiyor. (Reform) değil, temelinden tek zerre feda etmeksizin yeniden keşif ve idrak... İslâmî saffet ve asliyete tam bir mutabakat ve sadakat...
Tercüman Gazetesi (3 Temmuz 1981)
Necip Fazıl Kısakürek, İman ve İslam Atlası eseri...
TAKDİM
- Bu eserin yıldırımı, içerime, 1960-61 hapsimde Toptaşı Cezaevinde düştü.
- Bana verdikleri kütüphaneyi idare işinde, sabahları uyanır uyanmaz ve akşam sayım düdükleri ötünceye kadar hep bu işle uğraştım. Dışarıyla tek temasım, arsalarda serbest serbest havlayan köpeklerden haberini aldığım bir hayatın mevcut olduğunu bilmekten ibâret... Bir de kütüphane odasının kapısındaki sürgülü delikten mahkûmlara polis romanları yetiştirmek...
- Bütün sanat, fikir, vecd, hassasiyet ve iman melekelerimi birleştirerek yepyeni bir hadise mahiyetinde ortaya atmak ateşiyle yandığım İman ve İslâm Atlası»... O zamanlar bir yığın malzeme toplamış olmama rağmen, bunları tablolaştıramamış ve aşkımın gerektirdiği nizâm ve ifadeye kavuşturamamıştım. Zira, göz açıp kapayıncaya kadar hapis müddetim bitmiş ve haberini başıboş köpeklerden aldığım dış hayatın, bana kapısı açılmıştı. Buyur bakalım, o kadar özlediğin köpeklerin dünyasına!..
- Eser, 20 yıl müddetle içimde şeklini bulamayan bir rüşeym (protoplazma) halinde yaşadı. Şu oldu, bu oldu ve 1980 sonla-rında ve 1981 başlarında yine içime düşen bir yıldırım bana hitap etti: «Eğer hemen değilse, ne vakit?»...
- Bir sayfiye yerindeki evime çekildim, Marsilya sokakları kadar yabancısı olduğum şehre mevsimler boyu hemen hiç inmedim, hatta bahçeme bile çıkamaz oldum; ve bir güne on günlük çalışmalarla İman ve İslam
- Atlasını kalıba dökebildim. Bu defa evimde geçen bilmem kaçıncı hapsim...
- İman ve İslâm Atlası, her biri aynı kaynaktan tas dolduran kitaplara nispet, doğrudan doğruya ve en az vasıta kullanarak o kaynağa diz üstü abanma ve suyuna avuç açma vakıasıdır; ve bundan sonra Hak ne nasip eder, bilemem, bütün eserlerimi tamamlayıcı mahiyettedir.
- Şekille ruhu, amelle hikmeti, mezcetmek gâyesini güttüğüm bu eserde, hem en emin «ilmihali, hem de en şaşmaz tefekkürü, en sağlam müşahhas üstüne en ulvî mücerredi bina edercesine mimarileştirirken, tebliğci olmaktan ziyade telkinci olmaya gayret ettim.
- Tarife yazmak yerine gâyeyi öziyle ruhlara sindirmek, reçete yerine mânada ilacın kendisini tattırmak... Buna çalıştım. Ve bu aziz davayı papağan ağızlardan kurtarmak...
- İskeletsiz vücud olmaz ya; bir de iskelet üzerine vücudu ve uzuvları kul çapında yerleştirebilmek var... Peteği dosdoğru çizdikten sonra onu en halis balla doldurmak... Asırlardır hakkiyle yapılabildiğini sanmadığım bu cehd üzerinde başarı derecemi, tam 45 yıldır Büyük Doğu teknesinde hamurunu yuğurmaya çalıştığım yeni iman ve islâm nesli tayin edecektir.
- O olmasaydı oluşun olmayacak olduğu, Kainatın Efendisi-ne salât ve selâm olsun!...
- Allah, Sevgilisinin ümmetine 15. İslâm Asrının birinci yılından ileriye, yeni bir anlayış, duyuş, görüş ve oluş nasip etsin...
HUSUSİYET
Bu eserin bir hususiyeti de, bazı mecburî kelimeler dışında, sûre, âyet, hadis ve dua, kutsî ibarelerin kullanmakta olduğumuz harflerle gösterilmesinden kaçınılmış olması... Buna mukabil onların asli harfleriyle de levhalandırılmasına gidilmemesi... Birinde tam uygunsuzluk, öbüründe de tüm saygısızlık var...
Bahislerinde mazereti gösterildiği ve bilmeyenlere bilenlerden öğrenmeleri ve asla kağıda dökmeksizin ezberlemeleri tavsiye edildiği üzere, bu hususiyet «İman ve İslâm Atlası»nın şeriat inceliklerine riâyet bakımından nasıl bir ittika ve haşyet duygusu içinde örgüleştirildiğini belirtir. Ne hürmetsizlik mevzularının türlüsüne sahne okkalık kâğıtların, ne de yabancı şekil aynalarının üzerinde mukaddes kelâma yer var... Başta din işportacıları, takdir edenlerin hemen hemen kalmadığı bu hususiyeti esasa tesir edici bir edep ifadesi olarak belirtirken, artık dâvanın bu noktasını da, gözün yerini ağız ve kulağa bırakmak zorunda olduğumuzu kaydetmeden geçemeyiz.
KAYNAK
Bu eserin zähiri ölçüler tarafı, Tahtāvi, Halebî, İbn-i Abidin, Kuduri, Dürr-ü Muhtar, Dürer, Mülteka, Behce, Fetâva-yi Hindiyye ve emsali emin mehazlara bağlı, Nimet-ül İslâm, Месmua-tüz-Zühdiyye, Mevzuat-ül Ulüm, Dürr-ü Yekta, Mir'ät-ül Haremeyn, vesaire vesaire vesaireye dayanır.
Usûlümüz, her mesele ve madde başında şahit gösterircesine allâmelik tavrı takınmak ve bu yoldan itibar kazanmak olmadığı, şifalı meyveyi, kimyahane tahlilinden rapor göstermeye lüzum görmeksizin en canlı haliyle belirtmek olduğu için salāhiyetlilerin tek tek imzalarını klişeleştirmeye kıymet vermiyor ve raporlarını çok evvelden hâmil olduğumuz bu imzaları, zâhiri inşa işinde ana madde olarak kullanırken ayrıca faturalaştırmak zahmetini yersiz buluyoruz. Eserimizin (dinamik) örgüsü böyle gerektiriyor. Eğer işin kuru bilgi tarafına itiraz edecekler varsa, kendilerini ortaya çıkmaya davet ediyoruz.
İşin bâtınî cephesine gelince, ruh ve hikmette mübarek zülallerini kana kana içtiğimiz büyüklerin, en başta İmam-ı Rabbanî, Esseyyid Abdülhakîm Arvasî, İmam-ı Gazalî ve daha nice üstün veliler olduğunu ilâna ne hacet!..