Necip Fazıl şair, hatip, hikâyeci, tiyatro ve biyografi yazarı, gazeteci, tarihçi, mütefekkir ve din konusundaki çeşitli eserleriyle, benzerine az rastlanan çok yönlü bir şahsiyet. Eserlerinde, klasiklere yakışır bir derinlik ve yücelikle Türk insanının aslî değerlerini ortaya koyar. Ona ve eserlerine sahipçıkmak, bu milletin temel değerlerine sahip çıkmaktır...

Sanat ve düşünce tarihinde, hem mecazlarla ve hem de kavramlarla düşüncesini açıklayan şahsiyet, sayıca çok fazla değil. Batı kültüründe bu iki anlatım tarzı Nietzsche'ye kadar birbirinden ayrıdır: Homeros mecazlarla, Sokrates de kavramlarla birer dünya ortaya koymanın sözcüsüdür. O yüzden Eflatun, Homeros gibi düşüncelerini mecazlarla anlatan şairleri devletine almak istemez. Fakat doğu edebiyatlarının dil ve anlatımlarında böyle kesin bir ayrılık ve aykırılık yoktur. Hayatta olduğu gibi dini metinlerin dilinde de böyle bir bütünlük vardır. O yüzden Nietzsche, düşüncelerini şiirsel bir dille anlatırken Zerdüşt isimli doğulu bir şahsiyet adına konuşur.

Şiirsel metinler ortaya koyan Muhiddin-i Arabi, Mevlâna, Nietzsche ve Muhammed İkbal, dünya edebiyatında hem mecazlarla, hem de kavramlarla düşüncesini açıklayan az sayıdaki şahsiyetlerdir. O yüzden de kolay anlaşılamıyorlar. Necip Fazıl Kısakürek,

Tanrıkulu'ndan Dinlediklerim yanında bazı sanat eserlerinde mecazlarla düşüncelerini anlattığı için hem bu geleneğin içinde görülebilir, hem de İdeolocya Örgüsü gibi eserlerinde, sistematik bir tarzda kavramlarla görüşlerini anlattığı için Sokrates sonrası felsefe geleneği içinde telakki edilebilir.

Kendine özgü bir şiir dilinin imkânlarıyla modern dünyanın bunalımını Kaldırımlar da ilk kez dile getiren Necip Fazıl, bu bunalımdan çıkış yolu gördüğü İslam düşüncesine kendi şiir macerasının yörüngesinde geliştirdiği dünya görüşü ile ulaşmıştır. Şiiri, içinde taşıdığı hakikat araştırıcılığı ile nasıl kendinden önceki şairlerin bazı yönleriyle temsilcisi ise, düşüncesi de kendinden öncekilerin kavramlarla veya mecazlarla geliştirilen düşüncelerinin öyle temsilcisi.

Necip Fazıl, aslında ilk sanat eserleriyle iki dünya savaşından sonraki insanlık durumuyla hesaplaşmaya girişir. Ben ve Ötesi adlı kitabındaki şiirleri, Birkaç Hikâye Birkaç Tahlil adlı kitabındaki nesirleri ve Ağaç dergisindeki yazıları bunun ilk örnekleridir. Tohum, Bir Adam Yaratmak ve Para adlı tiyatro eserlerindeki kişiler ve meseleler, felsefe formasyonuna sahip bir sanatçının perspektifini yansıtır. O bakımdan çağdaşlarından çok farklı niteliklere sahiptir.

Necip Fazıl, 20. yüzyılın yetiştirdiği en önemli ve çok yönlü dehadır. Çünkü o hem R. M. Rilke, Reno Guenon, Albert Camus, A.S. Exupery, Hieddeger ve benzeri Egzistansiyalistlerle Muhammed İkbal gibi çağın bunalımını ifade eden bir şair ve yazar, hem de çıkış yolları arayan sistem sahibi bir siyaset düşünürüdür.

"Nev'i şahsına münhasır" bir Üstad

Ahmet Haşim, "üstad" kavramının aşındığından, okur yazarların beyhude hayat yaşadığına ait bir kanaati ifade eder hale geldiğinden yakınır; bu kavramın artık bazı insanları istihza ile anmak isteğiyle kullanıldığından söz eder. Ondan 20-30 yıl sonra "üstad" kavramı bütün kültür çevrelerinde Necip Fazıl'ı ciddi bir tarzda anmak için kullanılır, "üstad" denilince o anlaşılırdı. Bu bakımdan Necip Fazıl, "üstad" gibi bir tarihe karışmış bir kavramı dirilttiği gibi, yaşadığı sürece pek çok ebedî hakikatin sözcüsü, kültür çevreleri için de kamu oyunun vicdanı oldu.

Necip Fazıl ne sadece şairlerden bir şair, ne de cerbezeli konuşmalarıyla kitleleri peşinden sürükleyen hatiplerden bir hatiptir. Onun şiiri edebiyatımızın Cumhuriyet döneminde eser veren bütün önemli şairlerinde iz bırakmış, düşüncesi de her türlü fikrî veya siyasî hareketleri etkilemiştir.

Bir Yalnızlık Gecesinin Vehimleri adlı hikâyesiyle Rilke'nin Malte Laurids Brigge'nin Notları aynı yıllarda yayınlanır ve birbirinden habersiz aynı şeyleri anlatır. Herman Hesse ile Bertan Russel ve Aldous Huxley'in eserleri de Necip Fazıl'ın tiyatro eserlerini andırır. Sartre, Camus, Dürenmatt ve Max Frish'in tiyatro eserleri de Necip Fazıl'dan sonra, ama ondan habersiz benzer şeylerianlatır. Kral Oidipus, Hamlet ve Raskolnikofu andıran Husrev'in macerası, olsa olsa bir ruh akrabalığını ortaya koyar.

Tiyatro eserlerinde metafizik meseleleri ortaya koymasıyla, sanat eserinde kendine özgü birer felsefe geliştiren Shakespeare,

Goethe, Strinberg ve Ibsen gibi tiyatro yazarlarına benzer bir yol tutmuştur. Bir Adam

Yaratmak, Para ve Reis Bey gibi tiyatro eserlerinde büyük dram yazarlarına özgü evrensel mesajlar ortaya koyar. Cervantes, Dostoyevski, Tolstoy ve Faulkner gibi eserlerinde dinden yola çıkan farklı bakış açısıyla dikkati çekmiş, çağdaşlarından Paul Claudel, T.S. Eliot ve Muhammed Ikbal gibi geleneği dönüştürme ve kendine özgü bir ifadeye kavuşturmada önemli bir tavrın sözcüsü olmuştur. T.S. Eliot'un geliştirdiği "dinamik gelenek" kavramı, her halde Yahya Kemal'den çok Necip Fazıl'ın eserleriyle anlaşılabilir...

Yalnız Türk edebiyatının değil, insanlığın kültür mirasının yarına taşınması gereken hikmetli özünü benimseyerek kendine özgü bir dil ve anlatımla edebileştirmesi çok önemli...

Hikâye ve anlatı dilinde geliştirdiği kendine özgü dil, menâkıb türüyle romanın buluşmasına benzer, bize özgü bir nesir diline imkân vermiştir. Bu dille edebî, tarihî ve dini portreler, biyografiler yazmıştır. Gerek O ve Ben ve Kafa Kağıdı gibi otobiyografik kitapları, gerekse Çöle İnen Nur gibi geleneksel siyer türünün modernize edilmiş örnekleri ile Necip Fazıl, çok etkili ve taklit edilerek benzerleri üretilen bir nesir yazarlığı ortaya koymuştur. Batılılaşma dönemini eleştiren tarih tezleri ile yakın dönem tarihçileriyle siyaset adamlarını etkilemiş, makale ve eserleriyle dünya görüşünü bütün boyutlarıyla ortaya koymuş, ama yeterince anlaşılamamıştir.

Necip Fazıl'ın estet yanı, belki de sanatçılığı kadar önemlidir. Estetik görüşleriyle eserlerini bütünleştirebilen, poetikasıyla ideolojisini tutarlı bir bütünlüğe ulaştırabilmek için son derece dikkat eden ender sanatçılardandır. Bu anlamda "zıtların âhengi"ni arayan sanatçı kimliği, en çok düşünce alanında sağlam bir bütünlük oluşturur. Fikri portresi, din, tarih ve felsefe alanında bir derinliğe ulaşır. Şiirinin derinliği kadar düşünce dünyasının enginliği de şaşırtıcı bir zenginlik ve çeşitlilik gösterir.

Şiirindeki yerli, modern ve orijinal olma endişesi, mistik dünya görüşüne de sinmiştir. Böylece dünya çapında büyük şair ve büyük mütefekkir vasıfları yanında, çağdaş bir klasik vasfı da kazanmıştır. O yüzden, felsefeye karşı felsefeci tavrıyla İmam Gazali'yi, tarih şuuru ve sosyal yapıyı esas alan bakış açısıyla Ahmet Cevdet Paşa'yı, bu milletin temel değerlerini lirik bir dille şiirleştirme çabasıyla Yunus Emre'yi hatırlatır. Fuzüli, Bâki ve Şeyh Galib gibi şahsiyetlerin şiirle geliştirdikleri dünya görüşlerini benimserken, bir yandan da çağdaş bir dille geliştirir. Kültür adamı ve estet kimliğiyle, yayınladığı dergilerde ister istemez tarihimizdeki öteki büyük şahsiyetleri temessül çabasına girişir; böylece edebî kimliğimizi temsil ettiği gibi, meselesini her türlü dille ifadede gösterdiği başarı ve bilgece uzak görüşlülüğüyle de benzersiz bir deha...

Necip Fazıl’a göre milliyet ve milliyetçilik Necip Fazıl’a göre milliyet ve milliyetçilik

Gazete yazarlığında da mütefekkir sanat- çı yönü kendisini gösterir, kısa köşe yazılanıyla bile bazen dünya çapındaki meselelere çözüm arayışı içinde görünür. İkinci Dünya Savaşı'nın çıkacağına dair ön görüsü ile pek çok siyasi değerlendirmeyi herkese rağmen ilk kez Necip Fazıl yazmış ve pek çok gazete yazarından farklı bir yol izlemiştir. Medyanın bütün imkânlarını kullanmadaki başarısı, yaşadığı dönemde bütün önemli şahsiyetlerin onu izlemesine, eleştiri ve tekliflerini tartışmasına yol açmıştır. O yüzden de yazdığı şeylerin her zaman yankısı olmuştur.

Yeniden başa dönebilecek cesaretiniz varsa, bütün ön yargılardan kurtulabilirsiniz. Bunu tarih muhasebesiyle teklif eden Necip Fazıl, felsefî temelleriyle sistemleştirilmiş bir dünya görüşü adına savunurken, içinde yetiştiği dönemlerin telâkkileriyle hesaplaşmıştır. Bu ülkede sanat, siyaset veya kültür faaliyeti yapacak herkesin bir şekilde Necip Fazıl'ın tezleriyle karşılaşması mukadderdir. Çile'den sonra Bir Adam Yaratmak'taki yakıcı hasretle Çöle Inen Nur'daki Peygamber sevgisi, bu milletin öz sesidir.

Necip Fazıl genç yaşlarında bile sesine ve sözüne hayran bir kitle oluşturmayı bilmiştir. Abdülhak Hâmid ona "zekâ" diye hitabeder, D Grubu Ressamları bile ilk sergilerinin açılış konuşmasını ona yaptırır. Şahsiyetinin çevresindekileri saran etkisinden ötürü, Peyami Safa, Ahmet Hamdi ve Ahmet Kutsi neslinin en genci olmasına rağmen, onların öncüsü ve sözcüsü olmuştur. Onun dehasından ilk söz eden de gençlik arkadaşı Ahmet Hamdi Tanpınar olmuştur. O kendi dehasının her zaman farkındaydı, bunu tabii bir gerçeklik olarak yaşardı.

Ölümünden üç yıl önce Kültür Sarayı'nda Kültür Bakanlığı ve Türk Edebiyatı Vakfı'nın öncülüğünde yapılan Sultanu'ş Şuara toplantısı da en az 50. sanat yılı jubilesi kadar büyük ilgi gördü. Onunla ilgili bütün toplantılar her zaman olay olmuş, konferanslarına gelenler salonlara sığmamış, oturanlar kadar ayaktaki insanlar bir davayı anlama heyecanı içinde dinlemişlerdir. Çok yönlü şahsiyetler, ortaya koydukları eser ve tesirlerle içinden çıktıkları toplumun hem uyarıcısı, hem öğreticisi ve hem de yön göstericisi olurlar. Bütün bunları bilgece bir tavırla ortaya koyan şahsiyetleri anlamak yine de kolay değildir. Çünkü o, bütün sanat, siyaset ve basın çevrelerinin aksine yalnız kendisini değil, ülkesini ve bütün insanlığı düşünerek eser verir. Kendi şahsi menfaatini değil, vatanını ve insanlığı sever; ölümsüz değerlerin sevdalısıdır...

Ruh akrabalığı ile yakınlık

Mevlâna'ya göre ruh akrabalığı kan akrabalığından önemlidir. Pek çok evliya, "beloğlu'na değil, "yol oğlu'na daha çok teveccüh eder. Çünkü onlar anlamayı ve paylaşmayı bilirler. Ruhen akraba olduğunuz insanları anlamak daha kolaydır. İnsanlar sevdiklerini daha çabuk anlayabilir.

Necip Fazıl gibi hem büyük şair ve mütefekkir, hem de millete malolmuş şahsiyetler için dostlukların ve düşmanlıkların çok farklı anlamları var. Esasen böyle çok yönlü şahsiyetlere dostluk kadar düşmanlıkların da büyük bir önemi vardır. Onun dostları, yalnız sağlığında onu görüp dinleyebilenler değil, eserlerine ve tezlerine sahip çıkanlardır. Ona ve eserlerine bir şekilde dost olduklarını söyleyenlerin insafı elden bırakmamaları, Homeros, Shakespeare, Cervantes, Goethe, Victor Hugo, Tolstoy ve Dostoyevski gibi bir şahsiyetle karşı karşıya olduklarını teslim etmeleri gerekir. Bunların eserleriyle şahsiyetleri ve dünya görüşleri nasıl bir bütünlük içinde ise Necip Fazıl'ın eseri ve şahsiyeti de öyle... Onun tarih tezleri ve eleştirileri de kültür hayatımız için şiiri, tiyatrosu ve poetikası kadar önemlidir.

İnsanımızın ve elbette buna bağlı olarak da bütün insanlığın geçmişine ve geleceğine duyarlı olmadan Necip Fazıl'la ruh akrabalığı kurabilmeniz mümkün değildir. Çünkü bu eserler yalnız bizim kültürümüzün sözcüsü değil, Antik Yunan'dan bu yana ortaya çıkan bütün insanlık mirasına da sahip çıkma iddiasındadır. O bakımdan Necip Fazıl'ın eserleri yalnız onun sanat dünyasını ortaya koymaz; bütün bir Türk, İslam ve insanlık tarihinin özünü de ifade edebilir. Onunla ve eserlerinin bütünüyle ilgili geniş bir monografi hazırlansa, son derece zengin bir perspektiften oldukça geniş ve derin bir kültür mirası ortaya konduğu görülecektir.

Yahya Kemal'in Itri için söylediği şu mısralar sanki bütünüyle Necip Fazıl'ı anlatır:

"O deha öyle toplamış ki bizi,

Yedi yüz yıllık hikâyemizi,

Dinlemiş ihtiyar çınarlardan."

Necip Fazıl'ı anlamak

Rilke, Rodin'i anlatan monografik kitabının bir yerinde şöyle der: "Ün, bütün yanlış anlaşılmaların toplamıdır." Necip Fazıl'ın şahsiyeti ve eserleri, bu türden yanlış anlaşılmaların kurbanı gibidir. Hakkında yazı yazıp konuşanların bir kısmı, eserlerinin tümünü okuyacak sabrı veya okusa da anlayacak kapasitesi olmayan insanlar. Çünkü onu anlayabilmek için sanat, felsefe ve edebiyat tarihi kadar, tarih ve siyaset felsefesinden de ciddi bir tarzda haberdar olmak gerekir.

Onda vakar ve samimiyet akıl almaz bir bütünlük içindeydi; üç kişiyle konuşurken ne kadar samimi ve vakur ise, binlerce kişinin karşısında konferans verirken de öyleydi.

Tek başına bütün siyaset, basın ve edebiyat dünyasına karşı hak ve hakikat savunuculuğuna girişirken, Anadolu insanının ön yargısız samimiyeti ile Islam inancının safiyeti en önemli güvencesiydi. "Abone yazmaz ve ilan almaz" sloganıyla yayınladığı Büyük Doğu dergisinin okuyucularına güveni, akıl almaz iddialara karşı hâkimler önündeki müdafaası,

Sakarya sembolüyle ifade ettiği "masum Anadolu'nun saf çocuğu” önünde verdiği hitabe ve konferansların etkisi müthişti. 30 konferansıyla bunun iki katı civarındaki hitabelerini dinleyen Anadolu insanının Necip Fazıl'ı tam olarak anlamadan 50 yıla yakın bir zaman nasıl dinlediği hep merak konusu olmuştur. Zor meselelerin ve gerçekten zor ifadelerin adamı olan Necip Fazıl, bazen mecazlı konuşur, bazen imalı anlatırdı, ama muhatabı onun söylediklerini anlar gibi olurdu.

Necip Fazıl'ı tam anlayamamak kitlelerin en büyük merakı olmuştur. Fakat bu merakı tatmin eden ve kendine bağlayan ses, kalabalıkların hamaset duygularını okşamıyor, onların dünya ve ahiret sorumluluklarını hatırlatıyordu. Ruhen akraba olanlar bu sese büyük alâka duydular ve saatlerce ayakta dinlediler, alkışladılar.

Doğumunun 100. yıl dönümünde de Necip Fazıl'ın ölümsüz şarkısını anlamayanlara ne söylenebilir? Böylesine büyük bir sanatkârı anlamak için yeni bir idrak mi, yoksa yeni bir millet mi gerekir acaba? O kendi devrine göre mazi göründüğünü bildiği kadar yarınki nesillere istikbal olduğunu da biliyor ve ifade etmiyor muydu?

Mustafa Miyasoğlu, “Necip Fazıl’ın Çok Yönlü Şahsiyeti”,

Hazırlayanlar Mehmet Nuri Şahin-Mehmet Çetin, Doğumunun 100. Yılında Necip Fazıl Kısakürek, Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara, 2004, s. 269-272.