Bizdeki her şey gibi anlaşılamayan serbest piyasa ekonomisinin vur-kaç ekonomisine dönüşü... Bir yandan devletçilik bir yandan serbest piyasa ekonomisinin bir arada nasıl olacağının muhasebesi yapılmadan varılan yer: her türlü açığı bul ve çal-çırp, merak etme hukuk da buna ayarlı...
Türkiye, dün olduğu gibi bugün de Batılı anlamda pragmatik bir politika takip edemez!.. Hele hele pragmatizmi para üzerine temellendiren bir politikayı asla!.. Bugün İslâmî bir çizgide olduğunu iddia eden ve tüm dünyada mazlumların yanında olacağını vülgarize eden bir hükümet bulunmaktadır. Bu hükümet pragmatizmi bu temel üzerinde politika üretirken, bir yer geliyor ve bu temel kayıp, para üzerine kayıveriyor. İşte Ortadoğu’daki politikanın bizi getirdiği düğüm… Onun için bugün oraya buraya çöreklenmiş bu çoğunluğa acilen müdahale edilmesi lazım... Bu da hayal, tabii şimdilik!...
Türkiye, çıkarsız (bunun motivasyonunu dayandıracağı yer meselesi bir tarafta kalsın!) pragmatizmi bulacak mı bulmayacak mı, işte bunun arefesindedir!..
Bu mevzuyu biraz daha açalım… Pragmatizm “eğer tanrı, doğruyu faydalı olarak var etmeseydi biz ona giden yolları bulamazdık” fikri üzerinde temellendirilmiştir… Peki suret-i haktan görünen bu durum bugünkü şartlar içerisinde Türkiye ve dünyadaki görünümü nasıl? Bu sorunun cevabına geçmeden böyle kolayından bir hükme nasıl varıldığı üzerinde kısaca duralım: Her ne kadar bu fikir ABD merkezli olduğu düşünülse de bunun tarihi hayli uzundur… Belki de ABD de ilk defa bir devletin siyaset felsefesi haline getirilmiştir diyebiliriz. Her ne kadar tanrı sosu ile soslanmış bir fikir gibi görünse de, konuşmayan bir tanrıyı faydalıyı konuşturarak tanrıya ihanetin de altyapısına malzeme edilmiştir ve asli bir karaktere sahip değildir. Her ne kadar devletin politikalarını hızlı, çabuk ve hiç takılmadan yapma zemini verse de aslında pragmatizm bunun tersi bir yapı belirtir; gayenin olmadığı yerde pragmatik politikalar serbestlikten ziyade büyük tıkanmalara sebep olur. Bugün gelinen noktada bir araç olmanın dışında bir mana ifade etmeyen pragmatizm, araç olma vasfını yitirmiş kendi kendini izah ediyor gibi görünmektedir. Yani kısaca söylersek, pragmatik siyaset felsefesi içi doldurulması gereken bir muhtevanın gerekliliğini dayatırken bunu “ekonomiyi ilk 10’a sokma” gibi bir gayeye bağlama da başka bir ruhî boşluğu meydana getirmektedir. İşte bu gayesizlik pragmatik olmaktan çok başıboşluğu getirmekte ve liberalizmin en iptidai halini almaktadır. Bunlar bizim gibi ülkelerde serbest piyasa ekonomisi gibi absürtlüklere yol açarken, serbest piyasa ekonomisinden ziyade vur-kaç ekonomisini meydana getirmektedir…
Bizdeki her şey gibi anlaşılamayan serbest piyasa ekonomisinin vur-kaç ekonomisine dönüşü... Bir yandan devletçilik bir yandan serbest piyasa ekonomisinin bir arada nasıl olacağının muhasebesi yapılmadan varılan yer: her türlü açığı bul ve çal-çırp, merak etme hukuk da buna ayarlı... Hukuken suçlu değilsin... Çünkü yasadışı terör örgütü değil yasaiçi terör örgütlüğü suç değildir...
Şimdi sen bir taraftan pragmatik olarak bunun önünü açarken ben fert olarak senin bana dayattığın hayat tarzını yaşatmak isteyip senin gibi davranınca buna suç demeni anlamıyorum!.. Bugün iktisatta fiyatlama yapılamaması gibi hukukta da fiyatlama yapılamadığından kimse neyin suç neyin suç olmadığını bilemiyor!.. Üstad Necip Fazıl’ın ifadesiyle “hırsızlık, namussuzluk olduğu için değil yakalandığı için namussuzluktur” toplumunu meydana getirip, bunları cezalandırmanın zevkini yaşamak…
Devletçilik meselesi ile pragmatist, liberal, serbest piyasa ekonomisinin kıvamsızlığı, hukuku da içine alan bir buhrana sebep olurken, bizim açımızdan çıbanın patlayışı, kan ve irinin etrafa saçılması gibi bir durum arz ederken, aynı zamanda doktorların gerekliliğini dayatmaktadır. İşte tam bu noktada hastanede hademe olamayacak tiplerin kendi köylerinde doktorluk taslaması (Üstad’a ait bir örnektir) gibi sağı solu kaplamış hademeler ile bu işin içinden çıkılamayacağı da aşikardır.
Diğer taraftan paradan para kazanma ahlakı, para hem üretim olarak hem de mübadele edilen kıymetlerin kıymeti bir hâl aldığından beridir yaşama şevkinden tutun damak tadımıza kadar her şeyi değiştirdi. İki demir parayı birbirine sürtüp senfoni dinleyen adamından tutun, ürün vermeyen ağaç dallarına para yapıştırıp buna meyve muamelesi yapan şizofren çiftçisine, para nasıl kazanılır diye kitap yazıp kitap satılmazsa beş kuruşsuz kalacak yazarından tipler peyda oldu…
Türkiye özelinden bakıldığında bu hal daha da kesifleşir. Pragmatik olmak ile başıboş olmanın aynılaştığı yerde ne pragmatizmden bahsedilebilir ne de özgürlük meselesinden… Sadece görünüşte bir özgürlük martavalı ve kendini “çok büyük ülkeyiz” tesellisine salıvermek. Niçin pragmatik olmak istiyoruz ile niçin özgür olmak istiyoruz gibi birbirini davet eden meselelerin çözümlenememesinden kaynaklı sorunlar yumağında geçmeye çalıştığımız bir dönem… “Beni bir özgür bıraksalar var ya” diyen bir kölenin özgür bırakıldıktan sonra tekrar sahibine dönüp mahzun bir şekilde boynunu uzatması çoğu zaman vaki olmuştur. İşte Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesi bu kölenin durumu gibi olma tehlikesi söz konusudur. İşte içinden geçtiğimiz bu şartlarda geri dönen köleye sahibinin sahiplenmeyişi karşısında Türkiye ne yapacak?
Neden borç ile para üretilir?
Bugün İslam alemi bir yumurtanın civciv olma aşamasında geçirdiği karmaşayı yaşamaktadır. Bu civciv olma karmaşasında dünya çalkantıları ile yumurta çalkalanmaktadır. Bu yumurtanın civciv olmasında eksik olan tek şey bu yumurtanın üzerine oturup ona magma sıcaklığından daha şiddetli bir sıcaklıkta şekil verecek bir ana eksikliğidir. Bu İslam aleminin fikir anasıdır! Bu ana da hiçbir seçeneği kalmamış dünya fikir ve aksiyon hayatında Büyük Doğu-İbda’dır! Bu ananın başa aldığı hüküm şudur:
“Ne uzlaşma, ne teslim, ne hiçlik,
Yalnız Mutlak Fikirde Birlik,
Yalnız Mutlak Fikrin iktidarı!”
Dışa karşı politikanın temel prensibi ve bugün içerisinde bulunduğumuz savaş arifesinde dışa karşı tutumumuzun temel prensiplerinden biri de şu:
-birleşmiş milletler toplantıları
silahsızlanma konferansları
ve anlatmak barış masalları-
cücelerse kuyrukçusu devlerin.
sabır ve savaş...
savaşla zafer
korkağa kaçıştır sabır
yaradandan çok korkuyorsan düşmanından…
...git kuyruk salla düşmanına,
yaran, zararsızlığını göster…
ve seyret elde silah dövüşeni…”
Bu civciv çıkmaz ve hem madde de hem manada horozluğun ne olduğunu dünyaya meydan okuyarak göstermezse çevresinde onun horoz keyfiyeti bilinen bir yumurta olarak kırılması, içinin toprağa akması ve bunca gözyaşı ve kanın heba edilmesi tehlikesi ile karşı karşıyadır. İşte Ak Parti hem böylesi şartlarda nasiplerin nasibi bir noktada dururken, bu yumurtaları daha civcivler çıkmadan kırmanın hevesi içerisinde bir sürü dalkavuk, sırtlan, yalaka, cahil, ajan tiplerle sürekli olmamaya meylettirmenin siyasetini güderken, bir taraftan da nasip, zaman üstünden, oradan!.. Bu anlamda bütün olumsuzluklar, haksızlıkları parantez içerisine atarak söylüyorum: Bizim savaşımız barbarlığın bir aygıtı olarak demokrasiyi bize misk-i amber diye sürmemizi bekleyen, isteyen ve zorlayan liberaller, neoliberaller ve bunların daha derin buudu olarak her türlü “izm”lerledir. İşte kaçınılmaz ve kaçınılmaması gereken bu savaşın madde ve mana şartlarını meydana getirme ve içimizdekiler de dahil tepeleme arifesindeyiz!..
ABD çevresindeki tüm olaylar artık işaret olmaktan ziyade kaskatı vakıa olarak yaşanmaktadır.
11 Eylül şanlı eylemi için Roger Garaudy şunları söylüyor: 11 Eylül 2001’in anlamı, kendisinin hayatta kalabilmesi için elverişli metotlar bulma peşindeki kapitalist ve sömürgeci Batı’nın iç çelişkilerinin patlamasıdır.
Garaudy’yi düzeltip şöyle diyelim: Temel prensipleri ile ölü doğan Batı’nın bütün iç çelişkilerinin patlatılmasıdır! Bugün, niyeti ne olursa olsun dışarıya karşı çıkışlarımız bütün iç çelişkilerin halkın göz seviyesine indiğini müşahede ediyoruz. İşte bir bakanın söylediği “barış gücü var ama yok...”
Ne hikmetse ABD’nin, ülkemizi ekonomik savaş ile yıkmaya çalışan bir devlet olduğu iddiasında olan sen, ABD büyükelçiliğine saldırı yapılınca bizimkiler tarafından provokasyon olduğu iddiasında bulunmakta. Oysa düşman olduğunu sürekli aşılayan sen değil misin? Bir de şöyle haberler: Trump’ın yaptırımlarından Amerikan halkı endişe duyuyor… Şimdi biz de halk olarak yaptırımların vesile olacaklardan memnunuz ve Amerikan halkının tedirginliği umurumuzda değil. Şimdi sen ABD ile direkt barışmayı gururuna yediremiyorsun da ABD halkı tedirgin, üzülüyor, biz zaten istemiyoruz ama siz yine de halkınız için bizimle barışın ne olur, yeter ki Amerika halkı üzülmesin acizliğine yatıyorsun. ABD’de yaşayan halk Amerika’nın Türkiye’ye yaptırımlardan ne açıdan tereddüt duyuyor? Eğer ABD yıkılacak diye tereddütte ise bu bütün insanlık için iyi bir şey. Siz ABD halkının Türkiye yıkılacak diye üzüldüğünü mü düşünüyorsunuz? Eğer öyle bir şey düşünen varsa gerçekten, bu inceliği gören insanlar şunu da görüyordur emin olun: Türkiye’nin ayakta kalmasının ABD’ye kölelikten değil, karşısına dikilmek ve dikilmenin şartlarına ermekten geçtiğini anlamalıdır. Bunu anlamanız için Irak’a demokrasi götüren ABD’nin bize de bir güzellik yapmasını mı bekliyorsunuz? İşte bu sıkışmışlık içerisinde ne olması gerekli, işte bütün mesele bu?
Soru: ABD’nin pragmatist tutumu üzerine bir şeyler de söylemek lazım. Pragmatizm hep ulviden kaçmanın psikolojisi olagelmiş ve bazı düşünürler sayesinde bir temele oturtulmaya çalışılmış, böylece anlamlı bir hale getirilmek istenmiştir. Bunun için ABD prensip sevmez… Prensipli olan hiçbir insanı ve ülkeyi de… Ne demek istiyoruz; ABD fedakarlığı, insani olmayı, herhangi bir dine bağlılığı falanı filanı önemsemez. Pragmatik bu tutum için hangi rejimler kabul edilmelidir derseniz bunun da isim olarak bir anlamı yoktur. Bunun için eğlence cephanesine bakmak lazım. Bugün Amerika kendi pragmatik esasına bağlı politikasını devam ettirmek için Amerikan halkını da ezip geçebilir. Peki bu politika hangi esaslara bağlıdır… Esas mühim olan bu olduğu gibi bu politika neyin karşısında sendeler? Bunların üzerinde durmak lazım… Misal ABD hukuku pragmatizm açısından nedir? Anlamlı mıdır yoksa zorlama bir anlama mı kavuşturulmuştur. ABD’de fertler pragmatik olabilir mi? Yoksa bizdeki laiklik klişesi gibi fert laik olmaz ama devlet laik olur gibi bir kakofoniyi mi dinliyoruz bugüne kadar?
Aylık Baran Dergisi 26. Sayı, Nisan 2024