Moda, eşyalara atfedilen bir artı değer ve bir semboldür. Endüstri devriminin gerçekleşmesi modanın da hızla sanayileşmesini getirmiş ve 21. yüzyıla çıkan basamaklarda küreselleşen endüstriye entegre olmasını sağlamıştır. Kitlesel üretimin ve sosyal ağların artışı ile beraber moda, hiçbir insanın kendisinden uzak kalamadığı bir değer ve imaj yaratıcısı olarak hayatın merkezinde yerini almıştır. Önceleri belirgin bir sosyal imtiyaz göstergesi olan moda, 20. ve 21. yüzyılda kültür endüstrisinin kıymetli bir parçası ve kapitalizmin en sevdiği çocuğu olarak işlev görmüş ve görmektedir. En sonda söyleyeceğimiz noktalamaları başta veriyor ve bu noktadan hareketle moda kavramını, modern ve post-modern toplumun endüstrileşen yüzüyle sosyal ve iktisadi mekanizmanın bir parçası olarak ele alıyoruz. Moda sistemini kısaca ve kuşbakışı inceleyeceğimiz bu yazı, moda kurumunun/sanayisinin etki, yansıma ve sonuçlarına dair sağlıklı bir şuura basamak olması gayesiyle kaleme alınmıştır.

Modanın Tarihsel Sürecine Bakış

Türkçede kullandığımız moda kavramı, İngilizcede “fashion” ve Fransızcada “la mode” kelimelerinin karşılığı olarak kullanılır. Fashion sözcüğü (doing) yapmak ya da (making) etmek manasına gelen Latince facio/factio sözcüklerinden gelir. Fransızcadan dilimize yerleşen bu sözcük, Fransızcada kolektif giyinme biçimi (manner) anlamına gelen modus sözcüğünden gelmektedir. Bu minvalde modayı giyside ve yaşam tarzında yapma, biçim, tarz, usul, güncel yahut geleneksel kullanım süreci olarak tanımlamak mümkündür. Yine de modanın tam bir tanımını yapmak oldukça zordur. Sözcüğün anlamı ve değeri, toplumsal yapı ve söz konusu çağın gerekleri çerçevesinde hep yeniden tanımlanır olmuştur. Kavram değişime uğradıkça moda olgusu da değişime uğramış, toplum üzerindeki etkisi arttıkça yansımaları ve sonuçları da değişmiştir. Batı’da 14. yüzyılda giyim tarzı olarak beliren anlam, 16. yüzyılda “giysi yapmanın özel bir biçimi” olarak toplumsal hiyerarşinin bir görünümünü yansıtır. Kavram olarak ortaya çıktığı noktadan, modern ve post-modern döneme kadar geçen süreçte moda olgusunu her toplum yapısı için aristokrasinin tekelindeki bir statü göstergesi, burjuva yahut bir saray ayrıcalığı olarak tanımlayabiliriz. 

19. ve 20. yüzyıla gelindiğinde Batı’da sosyal hayat değişmiş, kıdem ve statü göstergesi olan moda artık herkesin ona uyması gereken bir görünüş biçimi ve gösteriş hakkı olmuştu. Dünyada genel bir kargaşa ve savaşın olduğu bu çağlarda, demokratikleşen Batı’nın sömürerek medenileştirdiği ülkelerde modayı hakim siyasi güruh ve zenginler temsil ediyordu. Batı modası ve o dönemde markalaşan moda şehri Paris, moda olan arzu edilir ürünlerin ve  bilhassa giyim eşyalarının başkentiydi. Türkçeye geçen ve yerleşen pek çok Fransızca asıllı kelime aynı zamanda bu hayranlık dönemlerinin verimleridir. 21. yüzyıla gelindiğinde, endüstri devriminin de katkısıyla modanın anlamı, üretime ve değişim hızına paralel olarak değişmiştir. Sosyal tabakalar arası geçişin yumuşamasıyla beraber genelleşen moda, hızlı makineleşme, üretim ve küreselleşmeye paralel olarak kitleselleşmiş ve fast fashion-hızlı moda adı verilen tüketim kültürünü doğurmuştur. Çağımızın moda anlayışında Londra, Paris ve Milano merkezli moda efsaneleri büyük ticari firmaların gölgesinde kalmıştır. Artık moda ticari etkinliği besleyen en önemli kaynaklardan biridir ve Sombart’ın dediği gibi “moda, kapitalizmin en sevdiği çocuğu” olmuştur.

Modanın Unsurları: Taklit, Arzulanan Değişim ve Ayırıcı Rekabet

Bir eşyanın yahut bir giysi tarzının moda olabilmesi için toplumda geniş bir kesim tarafından benimsenmesi ve kullanılması gerekir. Yine de moda oluş süreci tüketicinin yahut tasarımcının tekelinde olan basit bir etkinlik değildir ve çok sayıda insanın bir dizi müşterek etkinliğini içerir. Moda olması istenen her ürün moda ile etiketlenmek için belli bir süreçten geçer. Örneğin; tasarımcılar bir giysinin moda oluşunda modellerin yaratıcısı olarak bu sürecin ana figürüdür. Tasarımcı hayalini ve fikrini maddeye dökerek moda fikrinin içeriğini oluşturur. Defileler modalaşmanın ilk etiketidir. Ardından bu süreçte rolü, moda gazetecileri, moda editörleri, medya sektörü ve moda önderleri ile youtuberlar vasıtasıyla sosyal medya devralır. Moda editörleri dergi sayfalarına taşıdıkları ürünler ile hangi ürünlerin moda olacağı konusunda belirgin bir role sahiptirler. Öte yandan modanın asıl yıldızları “moda önderleri” ve “ünlüler”dir. Taklit davranışının rol modelleri olarak medya ve sosyal medyada yer alırlar ve aynı zamanda modanın hızlı değişiminin bir nevi tetikleyicisidirler. Reklamcılık ise moda propagandasının en kuvvetli ayağıdır.

Modayı sürdürülebilir kılan iki temel unsur vardır: Taklit ve değişim. Spencer taklidi saygı ve rekabete dayanan olmak üzere iki sınıfa ayırır. Saygıya dayalı taklit, taklit edilen kişiye beslenen pozitif duyguların bir ürünüdür. Örneğin; devlet başkanlarının eşlerinin giyim tarzları modaya bu tarz bir tesirde bulunur. Rekabetçi taklid ise bir parçası ile statü ilişkisi ve yarışıyla alakalıdır.

Hayatımıza baktığımızda esasen, sahip olduğumuz malların bir kısmı kullandığımız bir kısmı ise tükettiğimiz mallardan oluşur. Örneğin; mobilyalar, buzdolabı, çamaşır makinesi gibi beyaz eşyalar, araba, telefon, bilgisayar gibi teknolojik ürünler yahut giyim ürünleri “kullandığımız” ürünlerdir. Yeme içmemize konu olan meyve, sebze, ciklet vs yahut sabun, şampuan gibi temizlik ürünleri veya kozmetik ürünlerini ise tüketiriz. Yerine bir yenisini alma süremiz -en makul ölçüde- ihtiyacın karşılanmadığı durumlardır. Moda, kullandığımız -veya uzun süreler kullanacağımız- ürünleri bir tüketim malzemesine dönüştürüverir. 21. yüzyıl moda sektöründe -giyimi bundan ayrı tuttuğumuzda- moda olan herhangi bir ürünün hızlı bir değişim ve yenilik sürecinden geçtiğini, birinin modası geçtiği zaman bir diğerinin ön plana çıktığını görürüz. Yine de sürüp giden modaya konu olan ürünler değil, modanın kendisi olur, içerik daima değişir ve yenilenirken moda düşüncesi hep aynı kalır. Ürünler üzerinde hep yeni bir imaj yaratılır ve kişinin kendi tarzını diğerinden farklı kılan binlerce seçenek içerisinden kurgulaması beklenir yahut da tüketici hayranlık duyduğu ve model gördüğünü taklit edebileceği ürünlere yönelir. Birinci durumda modanın ferdlerin üzerinde rekabeti ve farklılaşmayı destekleyici ve değişimi arzulayıcı yönünü seyrederiz. Bir diğer durumda ise moda ferdlere yaşadığı kurumlar ve organizasyonlar ağı içerisinde kendisine belirlediği statüyü açığa çıkarma olanağı sunar.

Kim olduğumuzu belli ölçüde kıyafetlerle ortaya koyarız. Bu, kendimizi ifade etmenin bir parçası olmuştur. Ferdin kimliğinin maddi bir göstergesi olan kıyafetlerimiz bir kimlik kargaşası yahut doyumsuz bir değişim arzusu söz konusu olduğunda bir kaosun parçası oluverirler. Ve asla giyilecek bir şey bulunamayan gardıroplar yahut asla tam olarak istekleri/ihtiyaçları karşılamayan cep telefonları veya bilgisayarlar olarak karşımıza çıkarlar. Nihayetinde ise moda arzusu ile elde edilen eşyalar kimi zaman bir zenginlik ifadesi kimi zaman bir statü göstergesi kimi zaman da bir kimlik inşası olarak karşımıza çıkarlar.

Kawamura (2016: 78) modanın nesnesi ile kendisi arasındaki farkı giysi üzerinden şu şekilde ayrıştırır: “Giyim maddi bir üretimken, moda sembolik bir üretimdir. Giyim somuttur, moda ise soyuttur. Giyim bir gerekliliktir, moda ise bir aşırılıktır. Giyimin bir yararlılık işlemi varken, modanın statü işlevi vardır. İnsanların kıyafetler giydiği her toplumda ve kültürde giyime rastlanabilirken, modanın kurumsal olarak inşa edilmiş ve kültürel olarak yayılmış olması gerekir. Bir moda sistemi, giyimi sembolik bir değeri olan ve kendini giyim aracılığıyla sunan modaya dönüştürme işlevi görür.” Giyim temel ihtiyaç olsa da moda, değişim arzusunun, yeniliğin ve gücün satın alınan bir temsili olarak karşımızda durur.

Fast Fashion (Hızlı Moda) ve Tüketimin Bedeli

Fast fashion yani hızlı moda. Hızlı moda, en yeni, en son moda ürünleri, uygun fiyatlarla, alışveriş özgürlüğü ve heyecanı yaratacak tarzda şık mağazalarda müşteriyle buluşturmak olarak tanımlanır. Bu anlayış büyük ticari şirketler tarafından pazar yaratmanın bir parçası olarak kullanılan markaların (Nike, H&M, Zara, Gap vs.) yeni satış stratejileri ile oluşturuldu. İndirim zamanları ve büyük indirim saatleri de hızlı modanın devir daim yapmasını sağlayan tetikleyici unsurlardandır. Endüstrinin oluşumuyla başlayan tüketim toplumu hikayesi fast food ve fast fashion anlayışlarının benimsenmesiyle hız ve değişim müptelası bir tüketim kültürüne doğru evrildi. Büyük şirketlerin kar marjını artırmak için kullandığı bu yeni stratejinin bedeli ise paranın verebileceklerinden çok daha ağırdır. Ve karşılıklı olarak tüketiciler tarafından takıntı haline getirilen bu tavır psikolojik ve sosyolojik bir vakıadan öte Chul Han’ın da dediği gibi patolojik bir hale doğru sürüklenmektedir. Giyim endüstrisinde yaşananlar, modanın yarattığı sahte ışıltılarla gözleri kamaşanların göremedikleri puslu bir yaşam savaşıdır. Gerçek Bedel adıyla Türkçeye çevrilen moda belgeseli söz konusu bedellere dair bahsedeceğim konulara kaynaklık ediyor.

Moda sektörü büyük işletmeleri kollayan üretim biçiminin bir parçası haline geldi. Artık yıl içinde 2 sezonla değil 52 sezon ile karşılaşıyoruz. Yani her hafta yeni tasarımlar ve ürünler seri bir şekilde piyasaya sürülüyor. Değişimin hızı arttıkça, yeniliğin de hızı artıyor. Modanın bu iki temel kavramı dönüşümlü olarak birbirini besliyor. Değişim ve yenilik ucuzlukla buluştuğunda ise tüketim çılgınlığıyla karşılaşıyoruz. Son senelerde Türkiye’de de gündem olan “Black Friday” gibi büyük indirimler tüketimi körükleyici ve şirketlerin kâr marjını artırıcı stratejilerden yalnızca birini temsil ediyor. Neticede ucuz ürün ve aşırı tüketim alınıp satılma yönteminde bir dizi değişikliği de beraberinde getiriyor. Şirketlerin reklam ve indirim stratejilerinin birleşmesiyle ürünler, tüketiciler tarafından yok pahasına tüketilirken daha fazla indirim ve daha fazla tüketim, daha fazla üretimi de tetikliyor. Markaların indirim oranları değiştiğinde çoğu zaman malların maliyetleri de cüzi miktarda bir değişime uğrar. Bu noktada bir yer esnemek zorundadır, bir tercih yapılmalıdır; ya fiyat yükselecek ya imalathaneler kapanacak yahut indirim yapılacaktır. Esneyen nokta emeğin bedeli olan ücretlerdir. Kazanç zincirinin tepesindekiler ürünlerini nerelerde yaptıracaklarına kendileri karar verirler ve işler şirketlerin rekabetlerinin belirlediği ucuzlukta Hindistan, Bangladeş, Kamboçya gibi gelişmemiş ülkelerdeki imalathanelere havale edilir. Batı’da sweatshop adı verilen bu imalathaneler, işçilerin çok kötü şartlarda ve çok düşük ücretlerle çalıştırıldığı küçük fabrikalardır. Bu fabrika sahipleri müşteri kaybı yaşamamak gayesiyle 4 dolara yaptığı gömleği 2 dolara yapmayı kabul ettiğinde ya işçilerin mesaileri artar ya ücretler düşer yahut daha ucuza çalışan işçiler eskilerinin yerini alır. Bu tarz ucuz imalathanelerde insanî haklara dair tavizler tavizleri doğurur ve bir gün binden fazla işçinin öldüğü Rana Plaza faciası ile karşılarız. Hadiseler Rana Plaza faciası ile sınırlı kalmaz; yaşanan yangınlar, sakatlıklar, fabrika kimyasalları ve atıkları ile ortaya çıkan hastalıklar felaketin boyutunu teşhir eder.

Bir başka pencereden bakalım: Tüketimin fazlalığı ile elden çıkarılan kıyafetler bağış yahut ikinci el yoluyla gelişmemiş ülkelerin pazarlarında yer alır. Buralarda ciddi bir yığılma söz konusu olduğundan yerli tektsil üretimi kesintiye uğrar ve kısır döngü işlemeye devam eder. Zincirin bir başka halkasında ham maddeler vardır. Elimize hazır olarak gelen ürünlerin nelerden ve nasıl üretildikleri çoğu kimsenin aklına gelmez. Pamuk, giysi üretiminin ana maddesidir. Ve her geçen gün genetiğiyle oynanmış tohumlar ile toprağa ekilirler. Genetiği değiştirilmiş pamuğun oluşum süreci tabii pamuk üretiminden farklılaşır. Burada bir dizi takviye ilaç devreye girer. Bunlar hem toprağa, hem toprakta yaşayan canlılara hem de çiftçilere büyük zararlar olarak geri döner.

Domino taşları misali birbirini tetikleyen bir bedeller dizisi ile karşı karşıyayız: Zor çalışma koşulları, fakirliğe mahkumiyet, insani haklardan yoksunluk, fabrika atıkları, çevre kirliği, deri hastalıkları, kalıtsal hastalıklar, ölümler vs. belki de petrolden sonra insana ve doğaya zarar veren bir diğer şey moda endüstrisidir.

Son Söz

Moda üzerine pek çok şey söylemek mümkün, çünkü sosyolojik bağlamda ele alındığında pek çok alan ile irtibatlıdır. Oldukça geniş olan mevzumuzu şimdilik burada Baudrillard’ın bir sözü ile noktalayalım:

“Moda -daha geniş anlamıyla tüketim, ki sosyal ataletin bir unsurudur, öyle ki gerçek sosyal dolaşıma dair talep bir eğlenceye dönüşür ve kendini modanın içinde kaybeder; nesnelerin, kıyafetlerin ve fikirlerin ani ve sık çevrimsel değişimlerinde. Ve değişim illüzyonu demokrasi illüzyonuna eklenmiştir.” (Aktaran Kawamura 2016: 53)

Kaynakça

Crane, Diana. (2018). Moda ve Gündemleri. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Görüş: Gazze vesilesiyle Cumhurbaşkanı Erdoğan ile hasbihal Görüş: Gazze vesilesiyle Cumhurbaşkanı Erdoğan ile hasbihal

Davis, Fred. (1997). Moda, Kültür ve Kimlik. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Heath, Joseph ve Andrew Potter. (2012). İsyan Pazarlanıyor. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Kawamura, Yuniya. (2016). Moda-loji: Moda Çalışmalarına Giriş. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Zeynep Nurseli Güleç, Aylık Dergisi 174. Sayı Mart 2019