MİRAÇ

Allah Resûlünün yükseklikler âlemine urûç etmesi...

Derece derece ötelerin sırlarına ermesi... Nihayet (Son)un son haddini de geçmesi ve hadsizlik ufkuna varması... Bütün nisbet ve kıyasların, içinde kaynayıp yok olduğu ve ulvî bir nur âhenginden ibaret kaldığı vahdet çağlayanına girmesi...

Allah'ı görmesi, Allah' la konuşması, Allah'tan emir alması... Miraç, kelâm aynasında budur ve bunda, Allah'a mekân ve istikamet tâyini yoktur.

Bilmeden bilmenin bu keyfiyeti önünde, başımıza vecd örtülerini çekelim, içimize büzülelim, yalnız zevk idrakinden ibaret kalalım; ve zaman ve mekân üstü bir duygudan aklın arkasından gidemeyeceği bir sezişten başka her kapıyı kapayalım. Aklın bütününü temsil eden Cebrail, son had çizgisinde Allah'ın Sevgilisine ne diyecektir, göreceğiz.

Üzerinde bulunduğumuz azîm keyfiyet, şu, bu değil, Sevgilisinin Allah'a urûcu ve bu arada tabaka tabaka gördüğü âlemlerdir. Ve bu büyük oluş, ruhanî ve cismanî, ruh ve madde bir arada, mutlaktır.

İnananlardan bile, bu en büyük oluşun arkasından aklını koşturanlar var:

-

İmanın yarısı olsaydı, yarım imanlı diyeceğimiz sınıf da şöyle der:

- Miraç sade ruhîdir, cismanî değil.

Derin mü'min ise tam bir esrar anlayışı içinde hükmünü verir.

- Miraç haktır; ve hem ruhanî hem de cismanîdir. Cisim ve ruh beraber... Allah'ın kudretini ölçmeğe de kimsede ve hiçbir akılda mecâl yoktur. Dış şekil bir kere de sapasağlam çerçevelendikten sonra, teferruat üzerinde her türlü çekişme kabadır. Çekişenler, aşk ve zerafet ve ürperti cepheleri noksan olanlar...

Nurdan harflerle mayalandırılacak hakikat şudur ki, büyük oluş bir keredir, uyanıklık halindedir ve bir arada hem ruhanîdir, hem de cismanî... Bunu bin kere tekrarlayınız...

Gece gitmek mânasına. Geceleyin gitmek... Büyük oluşun ismi bu... Kur'ân O'nu (İsrâ) sûresiyle bildiriyor.

O, miraçta Allah'a giden:

Geceleyin beni alıp gittiler.>>

Peygamberliklerinin onuncu yılında ve Rebiülevvel ayında, Kâbe'nin «Hatîm» kısmında gece vakti, yanları üzerine yatmış, uyudular.

Bir kimse geldi.

Evvela göğüsleri şakkediliyor ve kalbleri yıkanıyor. Bu hâdise, çocukluklarında başlarından geçen ve sonra tekrarlandığı rivayet edilenle beraber, üçüncü...

Derken kendilerini bir ak ata, Burağa bindiriyorlar. Bu at fazla cüsseli değildir; fakat dört nala harekete geçince, ayaklarını, gözün görebildiği son noktasına basmaktadır.

Göğün kapısına varınca bir ses işitiyorlar:

- Kimsiniz?

- Cebrail'im...

- Yanındaki kim?..

- M....... Mustafa...

- M....... Resûl oldu mu?

- Evet...

- Hoş geldi, safa geldi.

Ve gökler açılıyor.

İlk kademede Âdem Peygambere rastlıyorlar.

Cebrail:

-Bu senin ceddin Âdem, Selâm ver!

Selâmlaşıyorlar ve Âdem Peygamber:

- Merhaba, diyor; salih oğul ve salih nebî.

Tabaka tabaka, Yahya, İsâ, Yusuf, İdris, Harun ve Musa

Kendilerine, kapılarında sayısız meleklerin girip çıktığı «Beyt-ül Mâmur»u gösteriyorar; ve bir kâse süt, bir kâse şerbet, bir kase bal uzatıyorlar; Allah'ın Resûlü sütü alıyor.

Cebrail:

İmam-ı Nevevi:

Günde elli vakit namaza memur ediliyorlar. Emir aldıktan sonra Hazret-i Musa'nın tabakasına rücu ettikleri zaman,

Musa Peygamber:

Miraç insanları tecrübe ettim; git Allah'a yalvar hafifletmesini iste!»>

Diyor.

Birkaç kere gidiş ve geliş oluyor ve nihayet namaz, günde beş vakit olarak farzlaşıyor.

Mübarek üç aylar teşrif etti! Mübarek üç aylar teşrif etti!

YOL VE SON NOKTA

Nisbet ve kıyas âleminin ufkunda «Sidretül Münteha>> isimli bir ağaç, bir acayip ağaç dikili...

Bu noktada Cebrail, en küçük mesafe ölçüsüyle dahi ilerisine imkân görmeyen bir haşyet edâsiyle durdu:

- Ben buradan ileriye geçemem!

- Niçin?

- Yanarım!

Ya nasıl geçilir buradan ilerisine...

- Aşkla...

Ve Allah'ın Sevgilisi, kendisini, tek başına nur fevvâresinin içine bırakıp geçiyor ve huzuru buluyor.

Meleğe verilmeyip insana verilen sonsuz sır... İlâhî visâl anahtarı...

Ve gidişte ve dönüşte daha nice tecelli...

MUCİZE

EN ÜSTÜN PEYGAMBER

Miraç'ta bütün Peygamberler O'nun arkasında namaz kıldılar ve Allah Sevgilisinin üstünlüğünü belirttiler.

Esseyyid Abdülhakîm (Arvasî):

Sevgilisi... İkinci, «Dost»> lâkablı İbrahim Peygamber...

MADDE ÂLEMİNE DÖNÜŞ

Haber, dalga dalga Mekke'yi tuttu. Henüz teslimiyet sırrının en büyük dehası Ebu Bekr Hazretlerinin haberi yok...

Haberi akla en zıd şiveyle müşriklerden duyunca şöyle dedi:

- Bunları O mu söyledi?

- O söyledi!

- O söylediyse doğrudur!

Hemen Peygamberin huzuruna çıkan Ebu Bekr vaktiyle kendisinin görüp de O'nun görmediğini bildiği «Beyt-ül Mukaddes»>i Allah'ın Resûlünden çizgisi çizgisine dinledi, ve hayran, mırıldandı:

- Hepsi doğru, Ey Allah'ın Resûlü!..

- Mekke'ye gelirken yolda bir deve kervanı gördüm.

Buğday yüklü develer... İçlerinde bir erkek deve... Yükünün bir tarafındaki denk siyah, bir tarafındaki beyaz... Devenin hizasına geldiğimiz zaman deve ürküp devrildi. Ve şöyle oldu, böyle oldu.

Mekke kapılarında bekleyenler ve kervandakiler, bütün teferruat unsurlarının noktası noktasına gerçekliğini bildirdiler.

Lâkin iman aklından başka, hiçbir anlayış, büyük oluşa yatmadı.

İman aklı şudur:

Kıyamette kötülerin yüzleri üstünde yürüyeceklerini söyleyen Allah Resûlünün kendilerine istifhamla bakanlara verdikleri cevap:

Bir kaba akıl mümessili, bir velîye soruyor:

- Allah isterse deveyi iğne deliğinden geçirebilir mi?

- Elbette geçirir.

-Nasıl geçirir? Deveyi küçülterek mi, iğneyi büyülterek mi?

- İsterse deveyi küçültür, dilerse iğneyi büyültür; yahut ne onu yapar, ne öbürünü, yine geçirir.

İmanın tam olduğu yerde isbat yoktur.

HEP MUCİZE

Evvelâ her şey mucize... Her şey Allah'ın mucizesi...

Yekûn halinde varlık ve tek tek her şey mucize... Göz mucize, kulak mucize, akıl mucize, ruh mucize... İki parmak arasında bir çiçeğin ipek nescini lif lif tadan duygu nedir? Ne sayalım! Insanın içine ve dışına doğru her şey mucize....

Hacim mucize, şekil mucize, renk mucize...

Sonradan bütün bunlar basit ve tabiî sayılıp da meccani bedahat hissi içine girildi mi, artık bunlardan ötesinde olmaz sanılan şeyler ayrıca mucize...

İnsan ne aptaldır! Mucize içindeyken mucize bekler.

Ondan da; bütün hâdiselerin basite irca edildiği zemin üzerinde bile her haliyle mucize olan Allah'ın Sevgilisinden de, mehtaplı bir gecede mucize istediler.

Ay, O, parmağını çevirince ikiye bölündü ve Hira dağının iki yanında iki parça halinde görüldü.

Mehtaplı gece... Ayın on dördü... Ayın hayran hayran daldığı güzeller güzeli O... Aya çevrilen mukaddes parmak; ve kamer iki parça... Etrafında, şaşkına dönmüş, mucize isteklisi karaltılar...

İşte mucize, ikiye bölünen ayla beraber, O...

Fakat anlamayana ne fâide!..

Necip Fazıl Kısakürek, Çöle İnen Nur, s.239-247