On asırdır din-i celil-i mübinin ana gövdesi olan Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaatin bölünmez bir bütün olarak birbirlerine olan ülfetini ve dayanışmasını kıskandılar. İtizal ehlinin hep var olan bu kıskançlığı, tarihin şanlı sayfalarında yerini alan azametli İslâm Devletleri zamanında hep içlerinde saklı kaldı, kudret var iken kinlerini ortaya dökemediler.
Merhum Sultan Alparslan Maturidî iken, pek kıymetli ve kudretli veziri Nizamülmülk Eş’ârî idi. Ve birlikte meydana getirdikleri koca Nizamiye Medreseleri –ki Hazret-i Allah’ın bu ümmete bir ihsanıdır bu medreseler, İmam Gazalî nasıl bir dönüm noktası olmuşsa bu medreseler de aynı şekilde bir mihenk taşıdır.- hem Şafiî hem Hanefî hem Eş’ârî hem Maturidî birikimini yaydı, bu ümmete sığınak oldu. Daha sonraki asırlarda da böyle olmuştur.
Ya şimdi! Bir asırdır, Hilafete ihanet edildiği günden beri farklı yüzlerce projelerle İslâm’ı yani Ehl-i Sünnet’i ortadan kaldırmaya gayret ettiler. Her batıl görüş İslâm’ın bir parçasını tutarak çekmeye ve gövdeden koparmaya çalıştı. Nasıl mı?
Laik-Türkçü kesim, cumhuriyetin ilanından bu yana hem İslâm’a karşı aleni bir savaş verdi, hem de Mutezileden devşirdikleri fikirleri İmam Maturidî’yi istismar ederek, onu perde yaparak halka benimsetme gayretinde bulundu. Onun Türk olmasından dolayı değildi bu gayret. Celal Bayar dahi: “Türk İslâm’ının geninde olan Maturidî itikadının Mustafa Kemal ve CHP tarafından kurumsallaştırıldığı”nı ifade ederek Maturidîliğe nasıl bir oyun çekildiğini ifşa etmiştir. Her ne kadar İmam Maturidî ve Maturidîlik bu saydıklarımızdan beri ise de, maalesef bu görüşü yaymak için devlet bir de diyanet diye bir kurum kurmuş ve yaydıkları görüş de “içinde itizal muhtevi sözde Maturidîliktir.” Prof. Dr. Sönmez Kutlu misalinde bunu delilillendirmek gerekirse “İmam Maturidî laiktir” hükm-ü batılı kâfidir. Diyanet’in Maturidîlik perdesi altında Mutezile’yi yayma projesi ve bu projede Türkçülerin parmağı ve işbirlikleri ayrı ve sahip oldukları Eş’ârî sendromu bir kitap mevzuudur.
Maturidî gençlerin uyanık olması lazım; “Osmanlı neden hep Eş’ârî kelamını okuttu, neden Maturidî’yi geri planda bıraktı” gibi fitne kokusu olan suallere aldanmaması lazım. Anadolu’nun hamurunda, Osmanlı’nın yerleştirdiği itikadı öğrenmek isteyenler bu topraklara “Amel imandan mıdır, değil midir?” sorusunu tevcih etsinler, bakalım Maturidîliği ihmal etmiş mi etmemiş mi?
Nasıl mı sualinin ikinci cevabını ise yine ırkçılıkta ve fakat farklı tezahürü olan Kürtçülükte aramak icab ediyor. Şöyle ki, hem Türkiye’den ayrılmak isteyen lakin kendini Marksist ayrılıkçı Kürtçü hareketler ile aynı cephede göstermek istemeyen veya gerçekten de onlarla inanç hususunda anlaşamadığı için aynı safta yer almayan bir kısım ayrılıkçı Kürtçüler, Eş’arîliği kendilerine perde olarak seçtiler. Ya da mensubiyetlerini kine dönüştürerek kullanmaya çalışıyorlar diyebiliriz, tıpkı Maturidîliği kullanan laik Türkçüler gibi. İşte bu güruh ise, Maturidî’nin ve Maturidîlerin taassub sahibi olduklarını, Eş’arîleri sevmedikleri gibi şeyler geveleyip iftira ile fitne ateşini körüklemeye çalışıyorlar. Soru veya sorun İmam Maturidî’nin Türk olması mıydı acaba? Bu da tabiî bu güruhun Eş’ârî taassubunu pohpohlamak için dillendirdiği bir şeydi.
Misal Fahreddin Razî hazretleri ile Nureddin Sabunî hazretlerinin münazarasını ağzına dolayan, ilimden behresi olmayan, amel-i salihde iddiası bulunmayan ukalaların avam arasında anlatarak hem kendilerinin çok bildiğini iddia etmeleri hem de Eş’arîlik taassubuna kuvvet kazandırmaları İslâm’ın neresiyle bağdaşmaktadır? Bu tür yüzlerce, binlerce münazara mevcuttur ki bunları devamlı anlatmak, bu ilimde mertebe katemiş, temiz kalpli insanlar haricindekiler için fayda sağlamaz.
Yani doğru olan neydi? “Türkler Maturidîdir, Kürtler Eş’arîdir” mi, yoksa “Türkçüler Maturidî’yi, Kürtçüler Eş’arî’yi kullanıyorlar” mı? Bu iki hüküm de doğrudur, birincisi hakikat ikincisi ise garabet ve fitnedir.
Burada Eş’arîlik-Maturidîlik arasındaki kelâmî benzerliklere veya ihtilaflara temas etmeksizin çıkarılmak istenen fitneyi gözler önüne sermek istiyoruz. Kelâm âlimleri, kendi aralarındaki ihtilafları, derin mevzuları acaba Kürtçülük-Türkçülük kavgasına mehaz teşkil etsinler diye mi yaptılar, yoksa hakikat arayışında bir dava mıydı bu?
Peki, bu fitneden en çok faydalanan kim? Selefîler. Selefîler, Eş’ârî-Maturidî gövdeye tek başına gücü yetiremeyince taktik değiştirdiler. Meşhur sarı öküz hikâyesinde olduğu gibi, Maturidîler ile konuşan Selefiler “Sizde sıkıntı yok da şu Eş’arîler var ya, onlar suyu bulandırıyor” veya Eş’arîler ile konuşup “Bu Maturidîler zaten ırkçı laik bir yapıyı terviç ediyorlar” dediler. Şia’daki takiyye inancına benzer bir çalışma ile hareket eden Selefilerin bu bühtanlarına genç, cahil veya ilmi yolculuğunun daha başında olan bazı Müslümanlar aldandı. Evvela şaka ile karışık olarak, ilmî havadan uzak kahve ağzıyla kelâm mevzularının konuşulduğu meclislerde bu ihtilaflar gündeme getirildi, sonra iki taraf birbirini taassub ehli olmakla suçladı, sonra da artık aleni olarak birbirlerinin akidelerine ve imamlarına dil uzatma noktasına vardı bu iş.
Böylelikle, Selefîler için kolay lokma haline geldiler. Selefîlerin fâsid akideleri önündeki en büyük mâni olan Maturidîlik ve Eş’arîlik arasında fitne çıkarılarak Anadolu irfanı sarsılmaya çalışılmış, tasavvuf da bu saldırılardan payına düşeni almıştır. Zira Eş’ârî-Maturidî kalkan tasavvufu da müdafaa ederken bu kalkan kırılınca tasavvuf da kökten yok edilmeye çalışılacaktır.
Sözüm ona Ehl-i Sünnet geçinen meşhur kürsü hocalarından biri, yüzlerce Eş’ârî-Maturidî gencin gözlerine baka baka “Elhamdülillah kütüphanemde bir tane bile kelâm kitabı yok” diyor. Yani Selefîlerin küfür saydığı kelam ilminden uzak olduğunu aslında Selefî olduğunu itiraf ediyor. Lakin uyanmak ve anlamak maalesef zamana kalıyor.
Düşünün;
Selefîler Osmanlı düşmanı, sebepleri ise “Osmanlı’nın tasavvuf yani şirk devleti olması.”
Maturidî görünümlü Neo-Mutezililer Osmanlı düşmanı, sebepleri “Osmanlı Maturidîliği geri planda bırakıp Eş’arîliği terviç etti.”
Eş’ârî mutaassıbları Osmanlı düşmanı, sebepleri “Osmanlı Türk ve Maturidî idi.”
Hâlbuki Osmanlı itidal hususunda o kadar çok muvaffak olmuştu ki, her ne kadar Maturidî ise de, Eş’ârîlikten faydalanması gereken yerlerde faydalandı, medreselerde Eş’ârî kelam kitaplarını okuttu. Bunda ne gibi bir beis olabilirdi ki? Bu topraklarda Maturidî olup Eş’ârî olan İmam Gazalî’ye ve Fahreddin Razî’ye âşık olmayan var mıdır?
Bu malumatın ışığında şöyle toparlamak gerekirse, Türkçüler Maturidîliği, Kürtçüler Eş’arîliği istismar ediyor. Türkçülerin istismarı Mutezile’ye yol açıyor, Kürtçülerin istismarı Selefîliğe yol açıyor. İki Müslüman kavmi birbirinden ayırmak için uğraşanlar da, bu sefer hak olan akide içinde ayrışma yoluyla bunu başarmaya çalışıyorlar. Böyle devam ederse, kaybedenler Eş’ârîler ve Maturidîler olacak, kazananlar Selefiler ve Neo-Mutezileler olacaktır.
Eğer İslâm’ı bir din olarak hem uhrevî ve hem dünyevî bir nizam kabul ediyorsak, gaflete hakkımız olmadığını bilmemiz, akidemizi, daha doğrusu kendi imanımızı muhafaza etmek için uyanık olmamız lazım. Bu topraklar Ehl-i Sünnet mayası ile yoğrulmuştur. Bu maya bozuldu mu hamur kokmaya ve çürümeye başlayacaktır.
Baran Dergisi 548. Sayı