Şahıslarla uğraşmak, etten kemikten kişilerle iştigal etmek değildir. Tenkid/reddiye yazılarına umumi olarak karşı çıkanların dediği şey: “şahıslarla uğraşma, fikirlerle uğraş”. Zaten fikirler gökten zembille geliyor ve kelam ağaçlardan veya hayvanlardan zuhur ediyor, ondan bu muhteremler bize yukarıdaki çağlar üstü tavsiyede bulunuyorlar. Bir de işin diğer yönü olan, “fikirlerle uğraşmak” meselesi var tabi. Efkâr pek kolay elde edilen bir şey olduğu için, manavdan tartı ile aldıktan sonra mütefekkir oluruz ve sonra hep beraber “şahıslarla uğraşmıyoruz fikirlerle uğraşıyoruz.” marşını söyleriz.
Sizin mütefekkirimsiliğiniz hayırlı olsun, ben direk şahıslarla uğraşıyorum, efkârı hakiki ehline bırakarak ve onların açtığı yoldan giderek, ariflerin ve mütefekkirlerin dimağıma zerk ettikleri aşı ile yoluma devam ederek “şahıslarla uğraşıyorum.”
Bu küçük uğraşımla yoluma devam ederken geçtiğimiz haftalarda bir “fıçı”nın yuvarlanırken çıkardığı sese benzer bir şey işittim. Prof. Dr. Celal Şengör’den çıkan bir hırıltı imiş. Evvelden Hz. Fatih’in, Âlemlerin Efendisi Aleyhisselâm’ın övgüsüne mazhar olan cihan sultanı II. Mehmed’in Hristiyanlığa meylettiğini afkuran bu jeoloji profesörü, pek pek büyük olan işkembe-i kübra-i muazzamasından her türlü iftiralarını, bilim adına halkın devamlı izlediği kanallarda, şirinbabavari halleriyle kusarken seyirci kalmak ne zor.
Sistemsizliğimizin, sahipsizliğimizin her gün ama her gün yeniden ruhumuzu deşmesi artık dayanılmaz hal alıyor ve daima kulaklarımız, kalplerimiz; Allah’a, Kitab’ına, Rasulü’ne meydan okumalara, hakaretlere, istihzalara şahit oluyor ve maalesef sadece şahitlik ile kalıyor. Ne olaydı bir karış toprağımız olaydı da İslâm ahkamı, o küçücük toprakta cari olsaydı diyoruz. Ve tıpkı imamımız, imamların imamı Ebu Hanife hazretlerinin son sözleri gibi “Beni gasbedilmemiş topraklara gömün” diye haykırasımız geliyor. Lakin biz o imana, o dirayete, o şevke, o gayrete ve hayrete sahip olmadığımız için boğazımızda düğümlenip kalıyor haykırışlarımız. Sevgilerimiz veya korkularımız gözlerimizin önüne geliyor bir anda, nefsimize mağlup olmuşluğumuzu küfre mağlup olmuşuz diyerekten kendimizi mağrur bir hüzne bırakıyoruz ve sonra mışıl mışıl uyumaya devam ediyoruz.
Dedikleri gibi “ya tahammül ya sefer”.
Uykudan uyanıp konumuza devam edecek olursak bu profesör en son Kanuni Sultan Süleyman’a hakaret etmiş. Daha sonra ise “Ben aslında Türk basınını denemek amacıyla bilimsel bir deney yaptım” diyerek özür dilemişti. Zaten biz de ne Fatih Sultan Mehmed’i ne Kanuni Sultan Süleyman’ı (Allah cümle âl-i Osman’a rahmet eylesin) savunma makamında değiliz ve gerek de yok. Biz onun Allahsızlık illetine mübtela olmuş haline de, ateizme cevap yetiştirme derdinde de olmayacağız. Sadece gözünü din düşmanlığı, husûsen İslâm düşmanlığı bürümüş olan fıçımsı adamın bilim adına, bilim tapıcılığı adına mukaddesatımıza binlerce milyonlarca Müslüman gözlerin önünde kin kusarken kendi taptığı bilimle nasıl çeliştiğine dair birkaç tespit arz edeceğiz. Dolayısıyla deney mi yapmış yoksa çark mı etmiş, bizi ilgilendirmiyor.
Celal Şengör kimdir? “Yeni ateizm”in Türkiye’deki bayraktarıdır. Yeni ateizm nedir? Kısaca şudur: Eskiden ateizm dinsizlik olup dini yok saymaktı lakin herhangi bir düşmanlığı olmamaktı. Yeni ateizm, bilimi dinin karşısına bir cephe olarak konuşlandırıp, o cepheden dine her türlü saldırıyı yapan ve insanlığın selametinin husûsen İslâm’ın yok olmasına bağlı olduğuna inanan psikopatlıktır. Evet, dini ve mukaddesatı hakir görmek, her türlü saldırıyı reva görmek psikopatlıktır ve ruh hastalığıdır. İşte ülkemizde bu ruh hastalığının en feci mübtelası da bu zavallı fıçımsı profesördür.
Bilim, bu yeni ateistler tarafından mecrasından çıkartılıp aslında bir sözü olmadığı yerde, sessiz kalması gereken yerde zorla konuşturularak, diğer ateistlerin bile tepki gösterdiği bir hale getirilmeye çalışılmaktadır.
Celal Şengör, bilimi ideolojik silah olarak kullanıp, bırakın din sahibi olmayı, dine saygı bile duyulmaması gerektiğini devamlı olarak dile getirmiştir. Kendisi, dinin yok edilmesini vazife addederek militanlaşan Celal Şengör, tesettürle alakalı tartışmalar yapıldığı zaman bunun demokratik hak falan olmadığını, sağlığa ters olduğunu ve tesettürü yasaklamanın demokrasiye aykırı olmadığını söyler. Demokrasi diye bir derdimiz tasamız yoktur, lakin “demokrasi dini” mensuplarının karşı çıkması gereken bu sözler ise tabii ki karşılıksız kalmıştır.
Celal Şengör’ün selefi Dawkins de, Kur’an’ı hiç okumadığını ama İslâm’ın bütün kötülüklerin kaynağı olduğunu söyler. Aynen Şengör de, İslâm düşmanı olmakla yetinmez, kendi iddialarına karşı olan herşeyi, herkesi hatta diğer ilimleri bile akıl düşmanlığı ile suçlar. Sosyoloji ve felsefenin de bilim düşmanı olduğunu söyler.
Bilim tapıcısı olan bu adam sadece din değil insanlık düşmanıdır aynı zamanda. Zira kendisi bilim adına herşeyi mubah gördüğünü dile getirmiş ve bilimin hümanist olma gibi bir derdinin olmadığını söylemiştir bir röportajında. Bu zihniyette bir adamın bilim adına, insanlara batı filmlerindeki gibi her türlü işkenceyi reva göreceği aşikardır.
Marx bile “din halkın afyonudur” derken dinin müspet yönlerine temas ettiği için bu sözü söylemiştir. Bugün komünistler veya ateistler tarafından istimal edildiği mana ile alakası olmayan sözün tamamı şöyledir: “Dinsel sıkıntı bir yandan gerçek sıkıntının ifadesi, bir yandan da gerçek sıkıntıya karşı protestodur. Din, aklın içinden atıldığı toplumsal koşulların ruhu olduğu gibi, ezilmiş yaratığın iç çekişidir, taş yürekli bir dünyanın ruhudur da. Din halkın afyonudur.” (Karl Marx ve Friedrich Engels, Din Üzerine, terc: Kaya Güvenç, Sol Yayınları, Ankara, 1976, s. 38.)
Şengör, İslâm’ın bilim önünde en büyük engel olduğunu savunmakta, hatta az bir eğitimi olan kişilerin bile dinle bir irtibatının olmasını çok saçma bulduğunu söylemektedir. Hâlbuki “Bir Toplum Nasıl İntihar Eder?” isimli kitabında, Müslümanların 14. asırdan sonra bilime küstüklerini ifade eder. Bu yanlış tespitini doğru kabul etsek bile, o zaman İslâm’ın ilk yedi asrında kendisinin ifade ettiği şekilde Müslümanlar ilme, fenne öncülük etmişlerdir. Celal Şengör’ün çelişen iki görüşünden çıkacak olan tek doğru netice: İslâm’ın en izzetli asırlarında bilim ve fen Müslümanların kabza-i kuvvetindeydi, ne zaman İslâm’dan uzaklaşma başladı, bilim ve fen de paralel olarak geriledi. Son tesbitimiz, Şengör’ün tezatlarından doğan tabii bir netice olup, ek olarak bu görüşü doğru lakin eksik bulduğumuzu söyleyelim. Müslümanların bilim ve fenle yüksek alakalarının 17 ve 18. asra kadar hatta Ahmed Cevdet Paşa’nın ifadesine göre 1842’ye kadar kamilen gelmiştir.
Sosyoloji ilminin reislerinden Saint-Simon ne demişti: “Bilim kendisine yüklenen öncülük vazifesini yerine getirmeyip, ordunun ihtiyaçlarına uygun bilgi üreterek yıkıcı bir araca dönüştü.” İşte sorun budur: Bilimin mecrâından saptırılması (ki, uzun bir hikâyedir) ve pozitivizmin büyük zaferi.
Türk doğa bilimcisi Celal Şengör doğaya salınmalı ve kendisinin de dileği olan şu fiiliyat için kendisine münasip ortam sağlanmalıdır. Şengör bir röportajında, darbe senelerinde cezaevinde mahkumlara işkence olarak dışkı yedirilmesi ile alakalı şunları demişti:
“Bir kere dışkısını yedirmek işkence değil. (...) Ben bal gibi yerim. (...) Gayet güzel, hiçbir şey de olmaz.”
Celal Şengör’e afiyet olsun demekle beraber, mukaddesatımıza saldırılarını durdurmasını, sırtını seküler elitlere dayamış olmanın fayda vermeyeceğini unutmamasını hatırlatırız.
Baran Dergisi 582. Sayı
İdeolojik Silah Hâline Gelen Bilim ve Militan Profesör
Harun Çetin
Yorumlar (2)
Trend Haberler
Üstad Necip Fazıl ve müzik
Torunuyla "gözlerinin içini öperek" vedalaşan Halid dede şehit oldu
15. Dergi Günleri "Bi' Dünya Dergi" Taksim'de düzenlendi
Kassam'dan şehadet operasyonu: İsrailli teröristlerin arasına sızıp pimi çekti!
Kemalistler putlarına sahip çıkıyor! Yine 5816, yine hukuksuzluk, yine ceza
Suriye'de son durum! Suriye'de toplu mezarlık bulundu!