Kültür, tabiatın, insan eliyle değiştirilmesinden doğar. Bu esnada, insanın, duyguları, heyecanları, inançları, özlemleri ve düşünceleri önemli rol oynar. Böylece "madde", "mânâ" ile kaynaşarak "kültüre dönüşür". Zaten, beşerî "kültür" ve "medeniyet" değerleri, her zaman ve mekânda, böyle bir terkibi ifade edip durmaktadır.

Problem siyasi iradenin bulunmayışıdır Problem siyasi iradenin bulunmayışıdır

Şimdi, düşünün, "vatan", sadece bir "toprak" meselesi midir? Yoksa, coğrafyanın, beşerî ve millî duygularla, heyecanlarla, inançlarla, özlemlerle ve düşüncelerle kaynaşmasından doğan bir terkip midir?

Yine düşünün, "millet", sadece birbirine yakın duran "insan yığınları" mıdır? yoksa, aynı duygularla, aynı heyecanlarla, aynı inançlarla, aynı özlemlerle ve aynı düşüncelerle kaynaşmış bir terkip midir?

Tıpkı, bunlar gibi "bayrak" nedir? Renkli ve süslü bir kumaş parçası mı? Yoksa, milli ve beşerî maceramızı temsil eden, bizim inanç ve özlemlerimizi yücelten, bağımsızlık ve hürriyet irademizi ortaya koyan bir terkip mi?

"Mukaddes Kitap" nedir? Alelâde "yazılı kâğıt demeti" mi? Yoksa, kafamıza ve gönlümüze yol gösteren, bize kurtuluş yollarını açan, iman ve ahlâkımızı biçimlendiren "Peygamber tebliğleri" mi?

Bu Süleymaniye'ler, bu Selimiye'ler nedir? Sadece bir "hendese zaferi" mi? Yoksa, Müslüman-Türk'ün mukaddes vatanımıza vurduğu "ölümsüz mühürler" mi?

Bu ecdat türbeleri, şu şehitlikler nedir? Birer "cenaze parkı mı? Yoksa, bize tarihimizi, mazimizi, yaptıklarımızı ve yapacaklarımızı hatırlatan hayat kaynaklarımız mı?

Şu yazısını okuyamadığımız, dilini anlamaktan uzaklaştırıldığımız "kitaplıklarımız" ne? Onlar, gelip-geçen turistlere göstereceğimiz "müzelik eşya" deposu mudur? Yoksa, bütün milletçe okumak ve anlamak zorunda olduğumuz birer "milli tecrübe hazinesi" midir?

Şu sokaklara taşan kızı erkekli, genç yaşlı insanlar, sadece etten, kemikten ve sinirden müteşekkil "robotlar" mıdır? Yoksa, onların da duyguları, heyecanları, inançları, özlemleri ve düşünceleri var mıdır? Onlar, sadece "ekmek" ve "seks" için mi yaşıyorlar, yoksa onların da bir "manevi dünyaları", bir "iç dünyaları" var mıdır?

Daha iki yaşına varmadan, menenjitten veya ishalden kaybettiği bebeğin ıstırabı ile, ondan hâtıra kalan, "patikleri öpen ananın duygularını anlıyor musunuz? O sahiden "patikleri" mi öpmektedir? Şu genç yaşta kaybettiği delikanlı oğlunun mezarına kapanan analar ve bacılar, sahiden toprağı mı öpüyor ve kokluyorlar?

Bu, "sevgilimden hatıradır" diyerek -işportacıda bile rahatlıkla bulunacak cinsten- bir dolmakalemi, ömür boyu koynunda taşıyan kişi, "madde düşkünü müdür? Yoksa, hâtıralarına değer veren bir gönül adamı mıdır?

Ben, her şeyi "maddeye irca eden" ve her şeyi "madde ile ölçüp değerlendiren" materyalistleri gerçekten anlamıyorum. Onlar, neden, kendilerini ve içinde yaşadıkları dünyayı hakkı ile tahlil edip kavrayamıyorlar? İnsanlıktan ve insan sevgisinden çok söz eden bu çevrelerin, insanı tanımamaları ne garip? Oysa görünen odur ki, insanın duygu ve özlemleri, dünü ile, bugünü ile, yarını ile bütün bir hayatı içine almaktadır.

S. Ahmet Arvasi, Fikir Sefaletine Örnekler, 1998, s. 91-93

Kaynak: S. Ahmet Arvasi, Fikir Sefaletine Örnekler, 1998, s. 91-93