Geçtiğimiz hafta Cuma günü TÜRDEB başkanı Asım Gültekin’in davetlisi olarak 20 dergi temsilcisi, Kültür Bakanı Sayın Numan Kurtulmuş’la bir toplantı gerçekleştirdik. Toplantıda dergicilikte yaşanan problemler, yeni projeler ve organizasyonlar üzerine konuşuldu. Bunun yanında bizim Akademya Dergisi’ni temsilen davet edilmemizin sebebi olan, 28 Şubat Darbecilerinin verdiği kararlar sebebiyle Akademya genel yayın yönetmeni Hayreddin Soykan’ın tutukluluk durumu çevresinde 28 Şubat darbesinin mağdurları da konuşuldu. Aynı şekilde, Furkan Dergisi’nden Ümit Elönü, bazı cezaevlerine dergilerin, yayınların, kitapların alınmaması problemini anlattı.

Numan Kurtulmuş, bir siyasetçi olarak değil de, gerçekten dertlerimizle dertlenen bir dava insanı portresi çiziyordu toplantıda. Gerek Hayreddin Soykan’ın durumu ile gerekse cezaevlerinde yatmakta olan gönüldaşlarımızın durumu ile yakından ilgilendi ve bilgi aldı. Dergicilerin dile getirdiği projeler ve problemler hakkında da çözüm odaklı yaklaştı, hatta bazılarını hemen masa başında çözüme ulaştırdı. Bakanlık olarak her türlü görüş ve düşünceye açık olduklarının işaretlerini verdi ve Cumhurbaşkanı’nın altını çizdiği “kültürel iktidar” probleminin altını çizdi. Kültür Bakanı’nın bu problemi dile getirmesi, Salih Mirzabeyoğlu’nun “Adalet Mutlak’a” konferansında söylediği şu sözleri hatırlatıyor:

“Bugün üniversitelerde şu kadar branş var; bir şey konuşurken, tıb, fizik, kimya, matematik filân gibi beylik dalları sayıyoruz. Hâlbuki uzmanlığa doğru gidiliyor, daha ara branşlar çıkıyor, daha bir sürü branşlar var… Şunu demek istiyorum; bunların toplumda bir pratiğini, realitesini görmediğimiz zaman, diyorum ki; “yâ bu kadar bölüm niye var üniversitelerde?” Ve meselâ dış dünyaya bir gezi oluyor, onlarla ticarî mevzular… Zaten başka bir şey konuşamıyorsun, “aldık, verdik”, hemen ticaret mevzuuna bağlıyorsun işi… Bir başka memleketle alâka kurmak demek ille ticarî olmaz ki. “Ha, tabiî, doğru, haklısın, kültür bakımından da kurmak lâzım”… Aklına geliyor; dört tane zıplayan adam, iki tane gıy gıy… Bu da “kültür değiş tokuşu” oluyor. Böyle bir şey olabilir mi? Bizim insanımız şu kadar zaman Batı’dan gelen kitabları gördü, değil mi? Bizim onlara göndereceğimiz kitablar yerine de o kitablar oraya gitti… İsmini söylemeyeyim, bir politikacı da “merak etmeyin” diyor Avrupa’ya –ben “Avrupa’ya” diyorum da bilen biliyor zaten, burada politika yapmadığım için söylüyorum-, “bizim Orta Asya’ya açılmamızdan çekinmeyin, sizin viskinizi de götüreceğiz” diyor. Anlatabiliyor muyum? Bu kadar perişanlık olmaz! Bu anlattıklarımdan şöyle bir hâdise çıkıyor; aydınların, aydın tabaka olarak belirmesi lâzım… Aydın tabaka, insanların kendisinden örnek aldığı tabakadır; insanların benzemeye çalışacağı tabaka, aydın tabaka olmalıdır. Bizdeki “Aydınlar Aristokrasisi”, imtiyazlıdır. İmtiyaz deyince de aklına hemen para pul gelen takım değil; aydınlık, herkesin kendi çapında katılacağı bir şeydir…”

Kültürden “anladığımız nedir” ve “anlaşılması gereken nedir” arasında değerlendirilmek üzere, yukarıda İbda Mimarı’nın altını çizdiği “aydın tabaka”nın tezahürünün zorunluluğu sanırım anlaşılmıştır. Mehter, konser ve halk oyunları organizasyonları ile kültür alışverişinin gerçekleşmeyeceği ortada.

Diğer yandan Kültür-sanat organizasyonlarında, bizim daha önce dile getirdiğimiz kültür ve sanattaki “tröstleşme” bir şekilde kırılmalıdır. Organizasyon “biçimleri” üzerinde “yeni” öneriler ve teklifler değerlendirilmeli, sanatçılardan kendi köşelerinde, bir yandan yan işler yapmak zorunda kalıp (geçinmek için) bir yandan da sanat eseri vermeleri beklenmemeli, desteklenmelidir. Sinemada son yıllarda verilen desteklerin ne kadar güzel işlerin ortaya çıkmasına vesile olduğu Semih Kaplanoğlu örneği üzerinden görülüyor. Bu desteğin resim, tiyatro, İslâm sanatları alanlarına da yaymanın elzem olduğu ortada.

Umarız bu toplantı hem Hayreddin Soykan gibi 28 Şubat gazilerinin kurtuluşuna, hem de kültür politikaları anlamında “yeni” adımların atılmasına vesile olur…

AKADEMYA’NIN YENİ SAYISI
Akademya dergisinin Kış dönemi yeni sayısı geçtiğimiz Cuma günü çıktı. Biraz muhtevasından bahsetmek istiyorum. Bu sayı Dostoyevski özel sayısı gibi oldu. Çünkü iki önemli yazarımız birbirlerinden habersiz olarak Dostoyevski üzerine makaleler gönderdiler. Kadim Akademya yazarı Kenan Durdu, “Anna G. Dostoyevski’nin Hatıratı” başlıklı, daha önce Rusça’dan tercüme ettiği eser hakkında bir makalesi ile Yılmaz Aksu “Dostoyevski’nin Piyano Cıvatası” başlıklı makalesi ile bu sayıda yer aldı.

Yine genç yazarlarımızın çoğunlukta olduğu bu sayıda, ilk makalelerini yazan yazarlarımız da katıldı aramıza. Ekrem Kubilay Karadeniz, “Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı” isimli kitabı tanıttı. Edebiyat öğrencisi Büşranur Yılmaz da “Andre Maurois’in İklimler’i” isimli yazısı ile aramıza katıldı.

Kimya öğrencisi Büşra Gün’ün “Çoklu Evrenler Vesilesiyle Mutlak Fikir Arayışı” başlıklı makalesi, Felsefe üzerine yüksek lisans yapan Elçin Esin’in hiçbir yorum eklemeden incelediği, “İbn Rüşd’ün Tehafüt Et Tehafüt Adlı Eserine Kısa bir Bakış” isimli akademik makalesi, Psikoloji öğrencisi Kadir Özsöz’ün, geçen sayıdan devam eden çalışması “Medeniyet Süreci: Semantik Öykü” başlıklı makalesi derginin dikkat çeken makaleleri arasında. Doktora çalışmasına devam eden yazarımız Melih Oktay yoğunluğu arasında “Deizmin Zulmü: Faiz” isimli bir makale hazırladı dergimiz için…

“Mantık’a Kabaca Bir Bakış” başlıklı makalesiyle Turan Demir, üzerinde çalıştığı “Mantık ve Matematik” mevzuunda bir dizi yazı başlattı. Cem Eker ise hacimli bir makale ile aramıza katıldı: “İbda Külliyatı, Kelimeler ve Ebced’e Dair”…

Ankara’lı yazarlarımız Sedat Bulut, Selim Beyler ve Süleyman Toker birbirinden ilgi çekici makaleleri ile bu sayımızda yer aldılar. Sedat Bulut’un yine iki makalesi var: “Kâmus – Lugat” ve “Üçüncü Dünya Savaşı”… Bilgisayar mühendisi yazarımız Süleyman Toker, “teknoloji” muhtevalı bir dizi yazıya başladı: “Elindeki Oyuncağı Hemen Yere Bırak”… Selim Beyler’in tarih-araştırma yazısının başlığı şöyle: “Tanzimat’tan Sonra Belediyelerin Kuruluşu ve Modern Belediyelerin Kuruluş Nedenleri”…

Kütahya temsilcimiz İlahiyat öğrencisi Rukiye Akkaş’ın çocuk eğitimine dair değerlendirilebilecek “Küçük Ağacın Eğitimi” başlıklı kitap tanıtımı, Tarih öğrencisi Gizem Dik’in tartışma usûlüne dair İmam Gazali’nin “İhya” eserinden yararlanarak hazırladığı makalesi de bu sayımızda yer alıyor. Ali Öztürk’ün de kısa bir hikâyesi var: “Derin Dondurucu Kadınları”…

Yine çok önemli bir iktibasa yer verdik dergimizde: Nabız Haber genel yayın yönetmeni Şükrü Sak’ın Salih Mirzabeyoğlu ile gerçekleştirdiği sohbetin tam metni: “Salih Mirzabeyoğlu İle “Ölüm Odası” Etrafında Temel Meseleler”… Ali Nacar’ın hazırladığı “Parakuta” eserinin fihristi de bu sayımızda yer aldı.

Yönetmen Semih Kaplanoğlu ile gerçekleştirdiğimiz “Buğday” filmi üzerine röportajımız da dergimizin son bölümünde yerini aldı. Arka kapağımızda Rukiye Şenel’in “İslâm Harfleri” serisi devam ediyor. Bu sayımızda “vav” yorumu var.

Baran Dergisi 577. Sayı