Hakkında konuşulması gereken çok şey var gerçi ama bugün Kıbrıs hakkında konuşmak istiyorum biraz. Zira başlatılan ve sürdürülen bir takım görüşmeler var şu sıra. Kaldı ki, sonlandırılması gereken absürd bir durum söz konusu orada.

Kıbrıs, iki değil, farklı unsurlardan oluşan bir nüfusa sahib tek bir ülkedir en başta. Tarihî bakımdan böyledir.

Diğer yandan, insanların unuttuğu bir şey de şudur:

Kıbrıs, aslen ne bir Yunan ne de bir Türk beldesidir, çünkü bir Suriye beldesidir esasında orası. Ne var ki, Suriyeli nüfus günden güne azalmış, derken birkaç bin kişiye kadar düşmüştür ki bu da hiç mesabesindedir kuşkusuz. Artık her şey değişmiş ve gelişmiştir ama tarihî açıdan durum benim söylediğim çerçevededir.

Kıbrıs’ın bugünkü nüfusunu oluşturan unsurlara baktığımızda, buraya ilk olarak Yunanlıların geldiğini ve nüfusun çoğunluğunu oluşturduğunu, peşinden de Türklerin Kıbrıs’a geldiğini görüyoruz. Türkler orada bir azınlıktır, ancak onlar da Kıbrıslıdır, Kıbrıslı Türklerdir.

Kıbrıs, devam eden İngiliz işgaline rağmen, bağımsızlığını kazanmayı başarmıştır sonunda. İngilizlerin ise, CIA ve İsrail istihbaratı tarafından da kullanılan önemli üsleri vardır hâlâ bu adada. Kıbrıslı otoritelerin kontrolü dışında faaliyet göstermektedir söz konusu üsler.

Eskiden, yardımcısı bir Türk ancak kendisi daima Yunanlı olan bir devlet başkanı olurdu Kıbrıs’ta. Bu süreçte, Kıbrıs Ortodoks Kilisesinin de başı olan bir adam [III. Makarios] devlet başkanı oldu Kıbrıs’a. Filistin meselesine yaklaşımı ile Suriye ve Lübnan’ın –siyonistler başta olmak üzere- yabancı saldırganlıklardan korunması bakımından iyi yaklaşımları olan bir adamdı. Müslüman Türklere falan da bir düşmanlığı yoktu.

Ne var ki, Yunan albaylar tarafından Yunanistan’da gerçekleştirilen o meşhur askerî darbenin peşinden, Kıbrıs’ta da küçük bir faşist grub darbe gerçekleştirildi ve hem Kıbrıs devlet başkanı hem Kıbrıs Ortodoks Kilisesinin başı olan o kutsal adamı bile öldürmek istedi. Bereket kaçmayı başardı ve yurtdışında mülteci olarak yaşadı bir süre.

Kıbrıs’taki demokratik sistemi deviren böyle bir darbe yaşanınca, Türk hükümeti müdahale edip –gayet anlaşılır gerekçelerle- ordusunu gönderdi oraya ve söz konusu darbeci faşist hükümetin önünü kesmek, oradaki Türkleri korumak istedi. Kıbrıs’ın anayasal olarak meşru, üstelik Kıbrıs Ortodoks Kilisesinin de başı olan devlet başkanını öldürmek isteyenlerin, oradaki Müslüman Türklere saldıracağı âşikardı zira. Tabiî, bu süreçte, her iki tarafça da bir etnik temizlik yürütüldü. Sonuçta adanın bir kısmı Yunanlılarda, bir kısmı Türklerde kalmak üzere, bugünkü bölünme ve karmaşaya gelindi.

Bu meseleyi çözmek üzere bazı görüşmeler yürütülüyor şimdi. Benim fikrim şudur ki, bir araya gelmeli ve birleşmelidirler, yeniden bağımsız bir Kıbrıs Cumhuriyeti olmalıdırlar.

Böyle bir Kıbrıs Cumhuriyeti, sadece “bağımsız” olmakla kalmamalı, başka ülkelerle ilişkileri bakımından da “tarafsız” olmalıdır.

Filistin meselesi ile de dayanışma içerisinde olmalıdırlar, çünkü hem ortodoks hem Müslüman unsurlar barındıran bir nüfusları vardır. Böyle olunca, mukaddes Filistin topraklarının kurtarılmasını nüfuslarının çoğunluğu diliyor olmalıdır.

Aynı şekilde, yabancı askerî üsler de gitmelidir bu adadan. Türk askerleri de gitmelidir elbette ama benim kasdım tüm yabancı askerlerin gitmesi, tüm yabancı askerî üslerin faaliyetine son vermesidir.

Yunan ve Türk Kıbrıslılar o vakitten itibaren birlikte yaşamalı, birleşmiş böyle bir Kıbrıs Cumhuriyeti’nin rejiminde de –benim fikrim bu istikamette- 1974’den önceki anayasayı aynen kopyalamak ve devlet başkanının daima Yunan, yardımcısının daima Türk olması yerine, bir iyileştirme ve ilerleme sağlanarak, tüm nüfus tarafından bir referandumla kabul edilmiş yeni anayasada biri mutlaka Yunan, diğeri mutlaka Türk olacak bir devlet başkanı ve yardımcısı statüsü ortaya konulmalı; ancak bu sefer, seçimle gelmek üzere devlet başkanının Türk, yardımcısının ise Yunan olmasının yolu açılmalıdır. Bir deyişle, Türkleri ille de ikinci plâna atıcı bir statü ortaya konmamalıdır. Çoğunlukla yine Yunan bir devlet başkanı olacaktır belki ama esas fikir, bu iki topluluğu tek bir toplum olarak bir araya getirmek olmalıdır.

Kaldı ki, Yunanlılar ve Türkler yüzyıllar boyunca birlikte yaşamışlardır Osmanlı İmparatorluğu idaresi altında. Ülkeyi mahveden o faşist darbeye kadar da bu birliktelik şu veya bu derecede ama hep devam edegelmiştir.

Dediğim gibi, devlet başkanı Yunan ise yardımcısı Türk, devlet başkanı Türk ise yardımcısı Yunan olmalı, fakat her ikisi de Yunan yahut her ikisi de Türk olmamalıdır.

Tarihî bakımdan, Kıbrıs’taki esas politik hareket, komünistler olmuştur. Bunlar, öyle şiddet yanlısı olmayan ama Sovyet taraftarı olan komünistlerdi. İyi insanlardı bunlar ve gençliğimden de bilirim kendilerini. Bugüne kadar da Moskova’yla iyi ilişkileri devam etmiştir. Unutmayınız ki, ortodoksların –Stalin zamanında bile- başşehridir Moskova.

Bu vesileyle -bir not olarak- eklemem gerekirse, Kıbrıs kanunlarının esnekliğinden dolayı burada banka hesabları açıp düşük vergilerden yararlanma yoluna gitmiştir birçok insan ve şirket. Her neyse…

Kıbrıs’ın birleşik bir ülke olmasını ve bu istikamette gelişmesini dileyelim; komünistlerin siyasette önemli roller üstlendiği ve tüm yabancı üslerin de İngiliziyle, CIA’sıyla, Mossad’ıyla, NATO’suyla defedildiği bir ülke olmasını temenni edelim. Öyle fazla teferruata girmeme gerek yok ama zamanında sorguladığım Güney Afrikalı general Henri Bona’dan aldığımız çok isim ve adres olmuştu Kıbrıs’taki yabancı üsler ve gizli kapaklı faaliyetleri bakımından. İyi bildiğim şeylerden bahsediyorum kısacası.

Partilerin kendi programlarını hazırlamış olarak seçime gitmelerini; Kıbrıs’ta demokratik, temsiliyetçi, katılımcı, antisiyonist, tarafsız bir ülke inşâ etmek üzere yeni bir safhaya geçilmesini; ilk devlet başkanının ise bir Türk olmasını dilerim. Yunan çoğunluğun Türk devlet başkanını ve Yunan başkan yardımcısını seçtiği bir ülke… Böyle bir gelişme, farklı dinî ve etnik unsurları tek bir toplum hâlinde birbiriyle kaynaştıracak bu küçük adanın muhteşem halkının demokrasi ve özgürlük içerisinde daha iyi bir gelecek için, daha iyi bir hayat için ve hem kendilerinin yararı hem de şiddete yenik düşmüş tüm bir Akdeniz coğrafyasındaki insanlara barış örneği olarak birleşmesinin en büyük sembolü ve zaferi olacaktır. İnşallah başarırlar ve Gönüldaş Erdoğan da bu istikametteki gelişmelerin yardımcısı olur, Kıbrıslı komünistler de buna öncülük ederler yine.

Tüm gönüldaşlara çok selâm benden.

Allahü Ekber.
 
14 Ocak 2017
 

Baran Dergisi 523. Sayı