Asrımız, İslâm’ın eşya ve hadiselere tatbik edileceği bir dünya görüşüne ihtiyaç asrıdır. İnsan ve toplum meselelerinin çeşitliliği yanında anlayışın tek bir mihrakta toplanacağı, bu meselelere karşı bir sentez dilinin oluşturulması gereği, "bütün fikir"den hareketle bir ideolocya örgüsü ile meselelerin "tüm" olarak kuşanılması şartından dolayı bir dünya görüşüne ihtiyaç vardır. Kumandanımız Salih Mirzabeyoğlu çağımızı "İslama muhatap anlayış devri" olarak tanımlamıştır.
İlaç, hasta ihtiyacına göredir... Her çağın ihtiyacı da değişiktir. Geçmiş çağlarda İslâmî tatbik için uygulanan reçeteler bugün aynen uygulanamaz. Çünkü her çağ, şartları ve ihtiyaçları itibarıyla farklı farklıdır; birbirine benzemez... Çağımızın ihtiyacı ise "İslama muhatap anlayış"tır.
Çağımızın hastalığına-ihtiyacına göre ilaç sözkonusudur... Önce hastalığın teşhisi, sonra da tedavisi gereklidir. Teşhisi yapıldı, hastalığın adını koyuldu ve tedavi için de ortaya her örgüsü tezatsız, muazzam bir diyalektiğe sahip BD-İBDA dünya görüşü zuhur etti; biz ise buna bağlandık...
"İslama muhatap anlayış davasının remz şahsiyeti Üstad Necip Fazıl'dır. Büyük Doğu'nun yürüyen hali olan İBDA, bir ayniyetin birbirinden ayrılmaz iki kanadı halinde "İslama muhatap anlayışın" da yürüyen halidir, yürüyen şuurudur. İBDA, Büyük Doğu demek olduğuna göre, "İslama muhatap anlayış" da İBDA'dır.
İslamcı camiada neden böyle bir dünya görüşüne ihtiyaç olduğu daha bilinmiyor. Yani, hastalığın farkında değiller ki, yaptıkları tedaviye dair olsun. Bu kişiler ne kadar çalışırlarsa çalışsın, gayret gösterirse göstersin bir fayda elde etmesi ortaya bir eylem birikimi koyması sözkonusu değil. Böyle bir İslâmî mücadele içinde bulunanlar kuru bir şekilde İslâmî klişeleri söylemekten ve ortadaki kör döğüşüne katılmaktan başka bir şey yapamaz. Bunun için de devamlı olarak hadiselerin peşinden sürüklenip giderler. Yaptıklarının, dışındakilere yaraması sözkonusudur. Belli bir dünya görüşleri yok ki, hadiselere yön verebilsinler. Bir insan ve toplum projeleri yok ki, iktidara geldiklerinde yapacakları bir şeyleri olsun. "Islama muhatap anlayış davası" anlaşılmadıktan ve gereği yerine getirilmedikten sonra böyleleri iktidara gelse bile "iktidarı ele geçirmiş" olamazlar. "İktidara gelme" ile "İktidarı ele geçirme" farkında olduğu gibi...
İlahi ölçü gereği "eşya ve hadiseleri teshir"le görevlendirilmiş olmamız çağımızda "Îslâma Muhatap Anlayış"ı kuşanmamızı icap ettirir.
Kulun misyonunu iptal edici olarak gördüğümüz "anayasamız Kuran" sloganı dolayısıyle mevzuumuzla alakalı bazı şeyler söylemek istiyoruz.
Kur'anı eline alıp "hadi ülkeyi yönet" demek manasına gelen "Anayasamız Kuran" sözü birçok yanlışı ihtiva eder. Şunu belirtelim ki, Kuran, insandan "eşya ve hadiseleri zapt ve teshir etmesini" ister. Bunu aksiyonumuzla gerçekleştirmemizi işaretler. Bunun için hangi model ve uygulama ile İslâm iktidarını gerçekleştireceğimizi ortaya koymalıyız. Hayatın meselelerine karşı çözümlerimizi serdetmeliyiz. İslâm, zaten bizden bunu istemektedir... İslâmın eşya ve hadiselere tatbiki sözkonusu olan yerde bir tatbik fikri ve İslama muhatap anlayış şartı ortaya çıkmaktadır böylece...
Bu mevzuuda şunu da belirtelim ki, Kur’an anayasa kitabı değildir. Kur'an, Allah tarafından gönderilen doğru yolu gösteren bir kitaptır.
Eleştirdiğimiz bu sloganı, "Anayasamız Kuran değil, Anayasamız Kur'an'dandır" şeklinde düzeltebiliriz.
Kur’an’ın anayasa kitabı olmadığı gerçeği bize, insan düşüncesinin ve İslama muhatap anlayış davasının gerekliliğini işaretler. Kendinden zuhur hikmetinin de... Asrımız, İslama muhatap anlayışa ihtiyaç dönemi olarak işaretlenmiştir. Kendinden zuhur da bunun aksiyon zeminidir. Kendinden zuhur, İslama muhatap anlayışla gerçekleşir.
İslâma muhatap anlayış davasının önemli sualini burada aktaralım: "İslâmî ölçüler yerli yerinde. Ya ona bakan göz nerede?"
Ölçüleri, ölçülerin istediği şekilde anlamak davası... Ölçülere bakan göz meselesi... "Kitap bir aynadır, ona bir maymun bakarsa bir havarinin görüntüsünü vermez" hikmeti...
Herkesin kendi gözlüğüne göre İslâmî yorumladığı birbirinden farklı birçok örnek meydanda. "Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak; biri hidayette 72'si dalalettedir." Hadis-i Şerifi de malum…
"İslama muhatap anlayış"ın şuur süzgecini kuşanmadan meselelere sarkan güya yazar-çizer kafası, "İslâm sınıfsız toplumdur" veya her yeni şeye "İslâm dışı" damgasını vurmaktan, örtünmeye Freudçü bir gözle bakmaya kadar, "İslâm akıl dinidir" küfürlerini zırvalamaya kadar varmaktadır.
Neden böyle oluyor ve böyle olmaması için çare nedir? Bu soruların cevabı bizi, "Îslâma muhatap anlayış davası” zaruretine çıkarır.
Bir proje olmadan inşa edilen yapı sağlam olamaz, yıkılır. Proje de sadece bu ismi kullanmakla proje olmaz; muhtevasının, ismine uygun olması gerek. Yani, o yapının gerektirdiği şartları taşıması lâzım. Ulvî Islâm sarayını inşa edecek mimar namzetlerinin elinde gecekondu projesi olamaz. Davanın islediği çapı kuşanabilecek bir plan-proje, bir dünya görüşü ve diyalektik gerek... İslâm binası gecekondu şeklinde kalamaz; karşı dünya görüşlerinden üstün, onların muhasebe ve murakebesini yapmış; her bakımdan kendi davasını temellendirmiş, ipekten örgü bir diyalektik gerekir... Bütün bunlardan İBDA'yı tarif ettiğimi söylememe bilmem gerek var mı?
İBDA, bir dünya görüşüne ihtiyaç hastalığının teşhis ve tedavi çilelerini çekmiş ve bunun sonucunda ortaya tedavi yöntemini koymuştur. Bunu ucuz reçete verenler gibi yapmamış, 150 ciltlik bir kütüphane ortaya koyarak ve 50 senedir aksiyonunu nakşederek gerçekleştirmiştir. Kuru kuruya, çilesi çekilmemiş bir söz ve eda yoktur İBDA fikriyatı ve aksiyonunda... Kuru odun keyfiyetlilerle IBDA'mn farkı her hareket ve tavırda kendini belli eder.
"İslama muhatap anlayış", yani İBDA... Ya bu saflara katılacaksın, yahut karşı oluyorsan karşı oluşunu temellendireceksin. Eğer BD-İBDA fikriyatı ve onun çözümleri karşısında söyleyecek bir şeyin yok ise, birlikte bu davanın istediği çapa ermeye bakalım...
Taraf Dergisi 28. Sayı 1 Haziran 1993