İslam sanatı denildiği zaman akla ilk hat sanatı gelir. Sadece bir bölgeye has değil, bütün İslam aleminin sanatı olarak görürüz. Hat sanatı sizin için ne ifade ediyor?
Öncelikle benim hat sanatına merak salmamın sebebi rahmetli babamdır. Rahmetli babam Mehmet Yılmaz, kıymetli hattatlardandı. Hem de çok zorlu imkanlarla hattat olmuştu. Çünkü 9 yaşında yetim kalmış ve maddî olarak ciddi fakirlik çektiği için aç geçirdiği çok geceler yaşamış. Ve bütün bunlara rağmen ruhunda hep bir sanata olan meylinden ve Gaziantep'te de hiç hattat olmadığından dolayı kendi kendini geliştirmiş ve çok iyi bir hattat olmuş. Babam hocasız yetişen hattatlardan. Babamın o kısıtlı imkanlarla kendini iyi bir hattat yapabilmek için vermiş olduğu mücadele benim için çok önemliydi. Yine hat sanatının önemli isimlerinden Hasan Çelebi hocanın, -Allah onun ömrüne bereket versin- kendisinin anlattığı, “Ben güzel harfleri gördüğümde tütün kağıtları bulurdum, bir şekilde kalem veya kömür bulur, yazı yazmaya çalışırdım.” demesi, benim açımdan çok aziz ve önemlidir. Hattatların birçoğunun vermiş olduğu bu mücadele ve kendilerini daha iyi bir hale getirerek dünyada kalıcı bir eser bırakma mücadeleleri benim açımdan çok kıymetli ve değerliydi. Öncelikle babam, sonra Sami Efendi gibi sevdiğim büyük hattatların zorlu mücadeleleri, Hamit Aytaç Efendi'nin -Allah ona rahmet eylesin-, İslam harflerinin unutturulmaya çalışıldığı dönemde açlık pahasına, maddi sıkıntı pahasına vermiş olduğu mücadele çok elzem ve önemliydi. Benim için de hat sanatı hem bir kültürün bir nesilden bir başka nesle taşınması, hem bir sanatın bir nesilden başka bir nesle taşınması ve hem de ruhumun dinginleşmesi için çok kıymetli ve elzemdir. Bu anlamda hat sanatını çok değerli görüyorum, çok kıymetli görüyorum. Sahip çıkılması gereken bir sanat olarak görüyorum ve bu anlamda hat sanatına Osmanlı dönemindeki izzetin, itibarın yeniden kazandırılması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bugün Topkapı Sarayı’nda ve çeşitli tarihi mekanlarda mesela Ünyeli Rakım Efendi'nin ve birçok büyük hattatın meşklerini göreceksiniz. Şimdi o sanatı, o sarayın mimarisinin güzelliği kadar mimarinin üzerine gelen ve sanatı sanatla tamamlayan hat sanatı yazılarının da güzelliğini göreceksiniz. Ve insanların çoğunun ondan anlamasalar da ve hatta okuyamasalar da tesirine kapıldığını, resimlerini çektiklerini, hayran hayran baktıklarını göreceksiniz. Ve bu kaç yüzyıl önce yazılmış olmasına rağmen hala aynı ilk günkü canlılığını ve güzelliğini koruyor olduğunu göreceksiniz. Bütün bunlar neyi gösteriyor? Bu sanatın diğer bütün sanatlara da bir katkısının olduğunu, katkısıyla beraber onları tamamlayan, itmam edici bir güzelliğe sahip olduğunu gösteriyor. O yüzden hat sanatının eski dönemdeki kıymetine yeniden kavuşması gerektiği kanaatindeyim. Ben şu an hat sanatının yani en azından bir 20 yıl, 30 yıl öncesine nazaran çok daha fazla rağbet gördüğünü, daha fazla kıymet gördüğünü, insanların daha fazla üzerine ihtimam göstermeye gayret ettiğini mülahaza ediyorum. Lakin daha fazlasının olması gerektiği kanaatindeyim.
Toplumumuzun ruhunu dinginleştirebilecek, saf, berrak hale getirebilecek hat sanatı gibi ulvi sanatlara ihtiyacı var. Acaba bugünkü ruh dağınıklığımızın sebeplerinden biri de böylesi ulvi sanatlara uzak oluşumuz mu?
Osmanlı döneminde müsteşfa-i şeyda yani aşıklar, deliler için hastane vardı. Bugünkü gibi hastaları tımarhaneye tıkıp toplumdan tecrit etmek yerine onların sanatla tedavilerini gerçekleştiriyorlardı. Mesela yağmur sesiyle veya yağmur sesini andıran bazı su sesleriyle o kişinin zihin frekansını tabiri caizse, bugünün kavramlarıyla söyleyelim, zihin frekansını yakalamaya çalışıp, nihayetinde o frekansı tutturduklarında o kişiyi tedavi etme mücadelesi içerisine girerlermiş. O kişinin keşmekeşliğini, zihnî dağınıklığının ancak sanatla düzelebileceğine inanmışlar ve bu şekilde hareket etmişler. Bunu günümüze uyarlayalım. Şu an her şeyin çok hızlı yaşandığı, bir dakikalık videoların bile artık insanlara çok uzun geldiği, herkesin pişmeden, kestirmeden sonuca ulaşmak istediği, her şeyin kısa açıklamalarla sonuca ulaşılmasının insanlar nezdinde artık makbul olduğu bir dönemde ve hatta yapay zekâ denilen ve insanların hayatını gerçekten yapaylaştıran bir teknolojinin insanların hayatını ciddi anlamda dağıttığı bir atmosferi temaşa ediyoruz. İşte böylesi bir dönemde siz bir hat yapıyorsunuz. İnsanlar o karmaşadan bu sakinliğe geldikleri zaman ister istemez, ruhlarındaki darmadağınıklık düzelip tedavi olmaya başlayacak. Yeter ki kendileri de bu dağınıklıktan kurtulmaya yönelik bir sancı içerisine girsinler. Bunu hayatlarının tüm alanında gerçekleştirmek gerekiyor.
Estetik duygumuzu bu mücerret sanat kadar temsil eden başka bir sanat var mıdır?
Başka bir sanat yok dersek, diğer sanatlara haksızlık etmiş olabiliriz. Naht, tezhip vs. sanatlar da yine hat sanatıyla bir bütündür, ancak ayrı birer sanattırlar. Bunların kendi içerisinde bir bütünlüğü var ve yine aynı şekilde ruhumuzun bir yapı taşını temsil ediyor. Fakat hattın yeri apayrı. Sanki Müslümanın ruhuna cisim verilse o hat sanatı olacakmış gibi. Ruhumuza çok aşina. O yüzden diğer sanatlardan farklıdır, öndedir, öncüdür. Hatta şunu söyleyeyim, kübizm akımının kurucusu olan ve bütün dünya genelinde tanınan Pablo Picasso, çok büyük bir ressam olarak resimde devrim yapmıştır. Kendisi “Çizgilerin en muazzam olduğu ve kemale erdiği sanat, hat sanatıdır” demiştir. Hatta kendisi çizgilerin olgunlaşmasının mümkün olup olmadığı arayışına girdiğini ve resimde bunun mümkün olmadığını ve nihayetinde bir gün bir Müslümanın hat eserini gördüğünde, “Evet, bu sanat artık çizgilerin mükemmelleştiği sanattır, bu sanatın zirvesidir.” dediği aktarılıyor. Yani dünya çapında nam salmış ve herkesin eserlerine hayran olduğu Pablo Picasso, hattatların eserlerine hayran. Bu da demektir ki sadece Müslümanların değil, dünyadaki tüm insanların estetik duygularını temsil makamındadır hat sanatı.
Çok kez şahit olmuşumdur, mesela İstanbul'da birçok yerde turistlerin en çok ziyaret ettikleri ve hayran kaldıkları şey, hat sanatıdır.
Hat sanatı sadece yazıdan mı ibarettir? Onun bütün ahengi, hendesesi, vezni, rengi başka manalar da ihtiva ediyor mu?
Hattatlar, hattın her şeyine özen göstermişlerdir. Uçlarını açtıkları hat kamışlarının kalanlarını biriktirir, o biriktirdikleri kamış ucuyla vefat ettikleri zaman yıkanacakları suyun altındaki ateşin harlanmasına kullanırlardı. Ki kendisiyle Allah yazılan, M........ yazılan kalemin ucu dahi olsa edepsizlik görmesin, saygısızlık görmesin. O kadar ince, güzel düşünceli insanların yaptıkları şey sadece yazıdan ibaret değil. Onlar aslında ortaya bir ruh koyuyorlar, bir ruh çiziyorlar. Yani hattatlar sadece elif, be, te şeklinde harfler yazmıyor. Aynı zamanda ruhun resmini oraya çiziyorlar. Hattaki güzellikleri ortaya çıkararak yeni bir göz, bakış kazandırıyorlar. “Edeb yahu” yazısını edepsiz birisi yazamaz. Veya yazsa bile tesir olmaz. Yazanın hayatında edep olmalı ki yazdıkları da tesir etsin. “Edeb yahu” yazdığında yazısının estetiğiyle birlikte yazısının ruhu da insanlara tesir etsin. Ve kendisi yaşamayan, kendisi söylemeyen, kendisi hissedemeyen kişinin nasıl ki sözleri tesir etmezse, aynı şekilde sanatı da tesir etmez. Kısa bir hikâye anlatayım. Bir beldeye çok ciddi anlamda zorba birisi giriyor. O zorbaya insanlar bağırıyor, “Allah'tan kork, yeter artık, bıktık eziyetinden!” diye. Fakat zorba kimseyi dinlemiyor. Kırıyor, geçiyor. Uzaktan heybetle izzetli bir alim geliyor. O adamın atının önünde duruyor. O alim zorbayı yakasından tutup eğiyor, kulağına bir şey söylüyor. Adam atın üstünden yere düşüyor. Ruhunu Rahman'a teslim ediyor. Ve insanlar diyor ki, “Sen ne söyledin bu adama da bu hale geldi?”, alim, “Bir şey söylemedim. Sadece Allah'tan kork dedim.” diyor. Ve dönüyor, gidiyor. Oradakiler, “Herkes Allah'tan kork dedi, nasıl oldu da bu kişinin dediğini dinledi?” Diyor ki, “Allah'tan korkmayanlar ona Allah'tan kork demişti. Ama gerçekten Allah'tan korkan birisi ona Allah'tan kork dediğinde, o Allah'tan korkan kişinin sözünün tesiriyle gerçekten Allah'tan korktu ve can, ruhu tamamen artık kendine bir yük gördü ve teslim etti.” Burada hat sanatında da benzer bir durum var. Büyük hattatlara yani Sami Efendi'ye, Hamit Aytaç'a, Rakım Efendi'ye, Halim Efendi'ye, Necmeddin Okyay'a, Hasan Çelebi’ye, Hüseyin Kutlu’ya bakalım; gerçekten duruşları, oturuşları farklı. Gerçekten hayatlarında çok farklı bir İslami olgunluk olduğunu, çok farklı bir edep ve haya olduğunu mülahaza edeceksiniz. Kim hat sanatıyla iştigal ediyorsa, hattın güzelliği hayatlarına da aksediyor.
Hattatlar mesela bir hocanın dizinin dibinde eğitim almak istedikleri zaman ona hocası sorarmış. “Hat bilir misin?” diye. Onlar ekseriyetle şu cevabı verirler. “Hat bilmem ama had bilirim.” Haddini bildikleri için, hattı da biliyorlar. Rahmetli babam üzerinden bir hatıra anlatayım. Babam çok kıymetli bir Müslümandı. Hayatını İslam için yaşadı. Abdestini tazelemiş, yüzünü kıbleye dönmüş halde secdedeyken ruhunu Rahman’a teslim etti. Antep'te o zamanlar hiç hattat yok. Çok uzun yıllar uğraştı, gayret etti, kendini geliştirmeye çalıştı babam. Belli bir mertebeye ulaştı. Babam aynı zamanda reklam işleri yaptığı için duvara çok muntazam yazılar yazardı. O dönemde önceden insanlar tabela yerine duvarlara yazı yazdırdı. “Foto Bilal”, “Foto Ahmet”, “Bakkal Mehmet” gibi. Babam bunları fırçayla yapardı. Şimdi bir kişinin hem hattat hem de fırça kullanması o kadar da kolay olmuyor. Babam bir de bunun üstüne dünyanın en güçlü bilek şampiyonlarındandı. Ve kendisi hem Türkiye'de hem Avrupa'da Türkiye ve Avrupa şampiyonluğuyla birlikte ülkesini temsil etmiş ve aynı zamanda da Türkiye'ye, yüzden fazla Avrupa ve dünya şampiyonu yetiştirmiş biriydi. Normalde hattatlar ellerinin dengesi bozulmasın diye 2 kilo veya 3 kilonun üzerinde ağırlık taşımazlarken babam 60 kiloyla antrenman yapardı. Babam her zaman “Müslüman kuvvetli olmalıdır, Müslüman her şeyiyle temsil makamındadır, bedenen kuvvetli, ruhen naif olmalıdır, haddini bilmelidir.” derdi. Hat sanatında belli bir seviyeye gelmişti. Geçimini dahi onunla sağlıyordu. Bir gün Suriye savaşı çıktığında dükkâna Suriyeli yaşlı bir amca geldi. Amca “İsmim Muhyiddin Necip Bedinçki. Ben hattatım ve 45 yıllık hattatım. Şu an maddi olarak o kadar zor duruma düştük ki sanatımı icra edemiyorum ve geçimimi de temin edemiyorum. İnsanlara herhangi bir şekilde sanatımı duyuramıyorum. Bana burada yerleri falan süpüreceğim bir iş verir misiniz? Siz burada hat satıyorsunuz. En azından halden anlarsınız.” dedi. Babam yutkunamadı. Ben o anı hatırlıyorum. Yutkunamadı. Düşünün, 45 yıllık hattat ve açlıktan perişan olmuş, bizim dükkânda yer süpürmek istiyor. Babamın da o dönemde maddi durumu pek iyi değildi. Ben o sırada İstanbul'da okuyordum. Babamın bulunduğu dükkânın konumu dar bir yerde, ara sokaktaydı. Yani öyle gelen giden çok olmazdı. Buna rağmen babam dedi ki “Siz benim hat hocam olsanız ben sizin talebeniz olsam ve sizden eğitim alsam eğer layık görürseniz de icazet alsam olur mu?” Adam dahil hepimiz mutlu olduk. Çünkü hem babam bir hocanın dizinin dibine oturmuş olmanın mutluluğunu yaşayacak, bir hocanın dizinin dibinde hat sanatını daha iyi öğrenecekti, hem bir hoca o temsil ettiği sanatını icra edecekti. Öyle de oldu. Muhyiddin hocayla çok uzun bir dönem babam ders yaptı. Ve babam belli bir seviyeye ulaştı. Babam, Muhyiddin Necip Bedinçki'den dört hat stilinde de icazet aldı. Muhyiddin hoca Gaziantep çevresinde belli bir tanınırlığa ulaştı. İnsanlar ondan artık hat talep etmeye başladı. Hem babam o kişinin izzeti keremini korudu hem kendisi bu anlamda harflerini ikmal etti ve hatta icazet aldı. Ve hem de İstanbul'a geldiği zaman ne olursa olsun sürekli Muhyiddin hocayı aradı. Onunla hasbihal etti, ilgilendi. Antep'ten kim ne hat sorarsa sorsun hemen Muhyiddin hocaya yönlendirdi. Muhyiddin hoca da babam da bu anlamda hat ile terbiye gördü. Çok güzel yoldaş oldular. Muhyiddin Hoca Türkçe bilmediği için aralarındaki iletişimi ben sağlıyordum. Fakat birbirlerinin ne demek istediklerini kelimesiz, sözsüz anlarlardı. Çünkü birbirlerinin gönüllerini okurlardı, gönülden iletişim kurarlardı. Babam vefat ettiğinde Muhyiddin Hoca da 70 yaşlarındaydı. O kadar ağladı ki ben teselli etmek zorunda kalmıştım. Babamın Güven isimli bir talebesi de onun isim ve soy ismini hat sanatıyla yazdı.
Bu incelikler ve güzellikler hat sanatının vermiş olduğu güzellikler. Baktığımızda bir insanın bir insana gösterdiği sevgi, saygı, ihtiram, kat kat fazlasıyla geri geliyor.
Çalışmalarınızı incelediğimizde sülüs, talik, divani mevcut. Sizin hat serüveniniz nasıl oldu?
Ben en çok sülüs meşk etmekten hoşlanıyorum. Bana en çok bu usul hitap ediyor. Hem istifin gözüme güzel görünmesi hem harflerin intizamı beni etkiliyor. Evet rikanın, nesihin, divaninin, talikin de kendi içerisinde bir intizamı var ama sülüs bana biraz daha farklı geliyor. Kufi hat sanatları içerisinde gönlüme en çok sevimli gelen bu. Bu sebepten en çok sülüs yazıyorum. Talikte zorlanırım, çünkü talikte harflerin ince tarafları kalemin ucuyla, kalın tarafları ise bütünüyle yapılıyor ve bu dengeyi sağlamak o kadar zor ki gerçekten bunu yapmak çok ciddi bir mücadele gerektiriyor. Çok kıymetli hocalar tanıyorum mesela. Bir sanatta çok iyiyken bir başka sanatta icazetlerinin olmadığını söylüyorlar. Mesela, Hakan Özsağaç Hoca, “Sülüste falanca hocadan icazetimi aldım, belli bir yere geldik. Talikte de Tahsin Kurt hocamızdan icazet alacağım.” demişti. O kadar muazzam sülüs harfler yapıyor ki bu harfleri yapan birinin talik yapamaması mümkün değil. Ama o farklı bir sanat. Öbürü farklı bir sanat olduğu için harflerinin tek tek meşk edilmesi gerekiyor. Bir sanatı velev ki kolay olduğunu düşünseniz bile gerçekten tam detaylı bir şekilde çalışmadan ikmal edemiyorsunuz. Burada hocanın fonksiyonu çok önemli. Dizi dibinde eğitim şart. Mürekkebin ölçüsünden kalemin ayarına kadar her şeyi öğreniyorsunuz ve hepsi sebat isteyen işler. Ben de kendi gayretlerimle harmanlamaya çalışıyorum. Yani sülüs, divani ve talikin celi ve normallerini yapmaya çalışıyorum.
Benim nasipsizliğim babamdan eğitim alamamak oldu. Ortada kalmıştım. Evlilik vesilesiyle Ünye’ye taşındım. Hatlarımı yazıp yazıp Muhyiddin Necip Bedinçki hocaya göndermeye gayret ettim. O divanide, talikte ve rikada muazzam iyi. Sülüste Türk hattatların çok daha ötesinde.
Sizin talik çalışmalarınızı da inceledim. Harflerin ince geçişleri çok başarılı. Yani ders almış olduğunuz hocanın da büyük bir etkisi var burada. Peki, hat sanatı dışında ilgilendiğiniz bir mecra var mı?
İnsaniyet Mektebi Yayınları kurdum babam sayesinde. Yine bu isimde bir dernek kurdum. Babam, “Güzel bir Müslüman yetiştirmek istiyorsan önce bir İnsaniyet Mektebi kur. Hem yetiş hem de insan yetiştir. O zaten güzel Müslüman olur.” demişti. Bu mektep sayesinde Afrika'ya gidip ihtiyaç sahiplerine ulaşıyoruz, ihtiyaçlarını gideriyoruz. Mescit, su kuyusu, yetimhane hizmetinde bulunuyoruz. Yakın bir zamanda bir proje yaptık. Tanzanya'da 12 kişiye para vermek yerine dükkân açtık. Oradan elde edecekleri kar ile başka dükkanlar açılmasına da vesile olacağız.
İnsaniyet Mektebi olarak Türkiye'de de hizmetler yapıyoruz. Burada kirasını ödeyemeyen insanlara destek oluyoruz, evi yanan birinin eşyalarını tamamlıyoruz. Mesela deprem bölgesinde bir ay boyunca sabahladık, destek verdik. Fakat yardımlarımız Afrika'da veya zor şartlar altında yaşayan beldelere daha ağırlıklı. Çünkü buralarda insanlar hep aç ve zor durumda. Mesela, Afrika'da yaşadığım bir sıkıntıyı anlatayım size. Kurbanları kendim kesip kendim dağıtmaya gayret ediyorum ki en azından insanların kalbinde hiçbir sıkıntı kalmasın. Bir amcanın evine et götürdüm. Baktım yüzüme dokunup beni tanımlamaya çalışırken, “Keşke seni görseydim. Üç gündür açtım, artık dördüncü güne gireceğiz. Ben ölümü bekliyordum, sen çıktın geldin. Bana şu an yemek veriyorsun. Allah senden razı olsun.” dedi. Bu hadise çok dokunmuştu bana. Bir sonraki sene gittiğimde vefat etmişti.
Yardımla birlikte çeşitli sahalarda da olmaya gayret ediyoruz. Mesela spor faaliyetleri de yapıyoruz. Babam sporcuydu ve ondan öğrendiklerimi öğretmeye gayret ediyorum. Yine Rabbim nasip etti, dört adet kitap yazdım. Yazdığım o dört adet kitabı mümkün mertebe insanların istifadesine sunmaya çalışıyorum. İlk kitabımız “İslam Değil, Yeniden İslam”. Orada hadis-i şerif müdafaası ve modern İslam düşüncesinin veya modern İslam algısının bugün geçerliliği olmayacak basit bir fikir olduğunu, bizim yeni bir İslam'a değil, yeniden sahabe dönemindeki İslam'a ihtiyaç duyduğumuzu anlatmaya gayret ettik. İkinci kitap, “Beşikten Mezara İslam”. Onu da tabiri caizse bir Müslümanın hayatı beşikten başlıyor, mezarda bitiyor gibi bir algının yanlış olduğunu, bizim beşikten öncemizin de olduğunu, mezardan sonramızın da olduğunu anlatmaya ve Müslümanca bir hayatın nasıl intizam içerisinde yaşanacağını anlatmaya gayret ettik. Üçüncü ve dördüncü kitabımız da şiir kitabı. İslam'a hizmetimizi sanatla yaparken sadece hat sanatıyla iletmek yerine diğer sanat dallarını da bir şekilde kullanmaya gayret ettik. Allah nasip ederse beşinci ve altıncı kitap da bitti elhamdülillah. Beşinci ve altıncı kitabımız da “İslami Bakış”, “Nebevi Otorite”. Nebevi Otorite tamamen sünnet müdafaasına yönelik. Bu şekilde İslami anlamda dernek olarak hizmet etmeye gayret ediyoruz.
Allah istifade etmeyi nasip etsin, teşekkür ederiz.
Âmin, ben teşekkür ederim.
Aylık Baran Dergisi 25. Sayı, Mart 2024