Endülüs’te, Buhara’da Semerkant’ta, Bağdat’ta değerlerimize, müktesebatımıza, kimliğimize ve hafızamıza ne yapıldıysa Türkiye’de de aynısı yapıldı.
Batılılaşmak uğruna bu milletin dilini değiştiren Kemalizm, hafızası tekrar geri gelmesin diye binlerce kadim eseri de yok etmişti. 28 Şubat döneminde de aynı rejimin İslam düşmanları binlerce kıymetli eseri yok etti.
İstanbul Üniversitesi kütüphanelerindeki binlerce kitap kayboldu. Üzerlerinde Darülfünun ve İstanbul Üniversitesi mühürleri bulunan Fransızca, İngilizce, Arapça, Osmanlıca, Almanca, Farsça, Ermenice, Latince bu çok kıymetli kitaplar önce hurdacılara sonra da sahaflara ulaştı. Bu kitapları büyük ölçüde kendi çaba ve takipleri sayesinde yeniden kütüphanelere kazandıran Prof. Dr. Hüseyin Hatemi, Prof. Dr. Fethi Gedikli ve Atatürk Kitaplığı’nın eski müdürlerinden Ramazan Minder yaşadıklarını Yeni Şafak Kitap’a anlattı.
Yeni Şafak Kitap’ın haberi şöyle:
İlk dikkatimi çeken 1980’lerde Cem Yayınları’ndan çıkan Boğaziçi ve Saltanat Kayıkları oldu. Bu kitap kütüphanenin niteliğine dair ümidimi artırdı. İbn Sina’nın El-Kanun’unun Esin Kâhya tercümesinin birinci cildi, Bursalı Tahir’in Osmanlı Müellifleri’nin ikinci cildi, Kenize Murad’ın Saraydan Sürgüne romanı, Abdülbaki Gölpınarlı’nın Mesnevi ve Şerhi’nin ikinci cildi, E. L. James’in Fifty Shades Freed’i, Sadık Albayrak’ın Son Devir Osmanlı Uleması’nın ikinci cildi, Murat Belge’nin İstanbul Gezi Rehberi, Turkish Review’ler… Karışık ama bu türden bir kütüphane için vasıflı sayılabilecek kitaplar çoğunlukta.
Derken üst rafta biri ince biri kalın eski ciltli iki kitaba gözüm kaydı. Önce ince olana elimi attım, ilk sayfadaki mühür tanıdıktı: İstanbul Üniversitesi Kütüphane ve Dökümantasyon Daire Başkanlığı’nın mührü. Nouveau Traite de Coupe adlı kitabın iç kapak sayfasının sağ tarafındaki mühürde eski harflerle İstanbul Darülfünunu Hukuk Fakültesi Kütüphanesi’nin adı var. Sol tarafında yine eski harflerle kütüphane demirbaş kaydı mevcut. “Avant-propos”tan hemen önce yine eski harfler “Darülfünun Kütüphanesi” kaydı okunuyor.
Diğeri kalın kitaba gelince, iç kapağını okuyorum: Report of The Comissioner of Education for The Year 1883-’84. Washington’da, 1885 yılında basılmış. İç kapağında okuyacaklarımız bununla bitmiyor: Sağda İstanbul Darülfünunu Edebiyat Medresesi Kütüphanesi’nin mührünü solda demirbaş kaydının yer aldığı mührü okuyoruz.
Hukuk ve Edebiyat fakültesinin kütüphanelerine ait bu iki kitap buraya kadar nasıl geldi?
Türkiye’nin en yeni ve zengin kitap birikimi buradaydı
Hukuk ve Edebiyat, Darülfünun’un en eski fakültelerinden. Dolayısıyla kütüphaneleri de çok zengin. Mesela İsmayıl Hakkı [Baltacıoğlu] Bey Darülfünun Emini seçilmesinin hemen ardından İleri gazetesi muhabiriyle yaptığı söyleşide (5 Aralık 1923) Darülfünun’da bulunan kütüphanelerin genel durumları itibariyle Türkiye’nin en yeni ve zengin kitap birikimini oluşturduğunu, bunlardan Edebiyat Medresesi’nde 20.833 cilt, Hukuk Medresesi Kütüphanesi’nde 15.102 cilt kitabın bulunduğunu ve bu durumun kütüphanecilik açısından örnek olduğunu söylüyordu.
1933-43 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde görev yapan Prof. Ernst E. Hirsch anılarının bir bölümünü kütüphaneye ayırır. Güzel ciltlenmiş, koca formalı kalın kitapların, dizi dizi ciltlerin “münhasıran Osmanlı İmparatorluğu’nun eski hukukuna ilişkin” olduğunu ancak “on yıldan beridir bu imparatorluğun yerini, tüm yeni temel yasalarıyla birlikte, Türkiye Cumhuriyeti aldığını, bu yüzden de bu kitaplar “hurda kâğıt değerinde”ydi ve bu kütüphanede yeri yoktu. Hirsch, Darülfünun hakkında incelemelerde bulunmak üzere çağrılan İsviçreli Prof. Dr. Albert Malche’ın raporunda Hukuk Fakültesi’nde gerçekten zengin bir kütüphane gördüğünü yazmasını da bu açıdan eleştiriyordu (Hakkını teslim edelim: Prof. Hirsch kütüphanenin kurulması ve düzenlenmesi işini gönüllü olarak üstlenmiş ve yeni Türk kanunlarına temel oluşturan Avrupa hukukuna ilişkin çok sayıda kitabın 1935 baharında gelmesini sağlamıştı).
O yıllarda Hirsch’in yapmak isteyip de yap(a)madığı yarım asır sonra gerçekleşecek, “hurda kâğıt değerindeki” kitaplar asıl olması gereken yere, hurdaya gidecekti.
Saraydan üniversiteye
Bağdat Üniversitesi’nde Ortaçağ tarihi dersleri veren bir profesör, 2003’te Amerika’nın Irak’ı işgali sırasında kütüphanesindeki tüm kitapları yağmalanan üniversite binasının çıkışında şunları söylemişti: “Belliğimiz artık yok. Uygarlığın, yazının, hukukun beşiği yandı. Geriye yalnızca küller kaldı.”
İstanbul Üniversitesi’nin kütüphaneleri de İmparatorluk’tan Cumhuriyet’e Türkiye’nin belleği. Eski nazırların, şeyhülislamların, paşaların, müderrislerin bağışlarıyla büyüyen Darülfünun Kütüphanesi’ne en büyük katkı 1924 yılında çıkan bir kararname ile Yıldız’daki kütüphanenin buraya getirilmesiyle oldu. Sultan II. Abdülhamid’in saltanatı boyunca basılan bütün kitaplarla muhtelif devletlerden saraya hediye gelen nadir ve paha biçilmez eserleri bir arada bulunduran Yıldız Sarayı Kütüphanesi’nin Darülfünun Kütüphanesi’ne devri buraya ayrı bir kıymet katmıştır. Ayrıca Maarif Nezareti, bazı umumi ve vakıf kütüphanelerinden çok sayıda kitap ve evrakı yine buraya dahil etmiştir. Şahsi bağışlarla da hesap edildiğinde 20. yüzyılın başında Darülfünun Kütüphanesi’nde bulunan eser sayısı 100.000 cilde ulaşmış ve adedi bakımından İstanbul’un en zengin kütüphanesi konumuna yükselmiştir. Avrupa’dan satın alınan kitapların da dahil edilmesi ile kütüphane her yıl biraz daha gelişme göstermiştir.
Kolilere dolduruldu mahzenlere atıldı
Defalarca yazıldı, çizildi, manşet oldu bu kütüphanenin külleri: Hem 28 Şubat döneminde hem de sonrasında bu işin neredeyse tek başına takipçisi olan Murat Bardakçı Moğolların 1258’de Bağdat’ı işgalleri sırasında bile yaşanmadığını” söylediği bu kültür katliamını ve sonrasında yaşananları şöyle anlatıyor:
“Üniversite Kütüphanesi’nde bir şeyler yaşanmak üzere olduğu işitiliyordu… Bir gün, fakültelerin yine gayet kıymetli eserlerin bulunduğu ve on binlerce cildi barındıran seminer kitaplıkları ‘yer sıkıntısı’ gerekçesi ve rektörün talimatı ile kapatıldı, kitaplar kolilere doldurulup mahzenlere atıldı. Derken 1999 depremi geldi, Bayezid’den Süleymaniye’ye uzanan yolun üzerinde bulunan ve Üniversite Kütüphanesi’nin Nadir Eserler Bölümü olan bina hasar gördü, buradaki kitaplar da boşaltıldı, bina restorasyona alındı ve senelerce kapalı kaldı. Bina daha sonra tekrar hizmete açıldı, Alemdaroğlu’nun ardından seminer kitaplıklarındaki eserlerden kalanlar da yeniden eski yerlerine taşındı ama binlerce cilt maalesef kayıptı!”
Uzun yıllar İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde hocalık yapan Osmanlı tarihçisi Prof. Dr. Mehmet İpşirli de o dönemin şahitlerinden:
“Alemdaroğlu zamanında bu kitaplar, seminer kütüphanesine gerek yok diyerek depolara kaldırıldı. Depolara kaldırılması sırasında birçok kitap bir tabir vardır tebahhur etti yani ‘buharlaştı’!”
Prof. Dr. İlber Ortaylı da o dönemde yapılanlara şu satırlarıyla karşı çıkmıştı:
“İstanbul Üniversitesi zengin merkezî kitaplığını bile ilme tam anlamıyla arz edebilmiş değildir. Bodrumdaki kutularla bir fakülte nasıl çalışır? Seminer kitaplığı olmayan bir klasik diller bölümü, Türkoloji bölümünü düşünmek bile abestir. İstanbul Üniversitesi’nde ne öğrenim gördüm ne de öğrettim… Ama her Türk gibi orası da benim üniversitem. Okuduğum ve büyüdüğüm Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi gibi Edebiyat Fakültesi’nin de haline ağlıyorum.”
Bu tasfiyenin ardından gelen süreci de Prof. Dr. İsmail Kara’nın hem bir ilim adamı hem de bir kitap dostu olarak sahaflar ekseninde yazdığı şu satırları da okuyalım:
“Yıllardır İstanbul Üniversitesi kütüphanelerinden, depolarından önce hurdacılara sonra sahaflara kitap ve evrak dökülüyor. Onlarca, yüzlerce. Üzerlerinde eski harfli Darülfünun ve yeni harfli İstanbul Hukuk Fakültesi mühürleri başta olmak üzere fakülteye kayıtlı olanlar da onlarca, yüzlerce, hem eski hem yeni harfli. Sıradan kitaplar zannetmeyin. Fransızca, İngilizce, Arapça, Osmanlıca, Almanca, Farsça, Ermenice, Latince… çok kıymetli kitaplar bunlar. Bazılarının cildi hususiyet arz ediyor. İmzalıları var.”
Bu yazılanların ardından Darülfünun Kütüphanesi’nin bir üniversite kütüphanesine dönüşmesi için büyük çaba harcayan, Paris’te bir yıl kütüphanecilik kursuna katılıp dönüşte buranın başına getirilen, bütün ömrünü buranın tasnifine adayan Fehmi Ethem Karatay’ın 1926 yılında kaleme aldığı 50 maddelik Darülfünun Kütüphanesi Talimatnamesi’ndeki şu cümlesini okuyalım: “Kitaplar dikkatli bir şekilde kullanılacak, cilt ve kâğıtları örselenmeyecek, sayfalarına açıklamalar, notlar yazılmayacak, cildi arkaya çevrilmeyecek, mürekkep damlatılmayacaktır.” Nereden nereye…
Dağılan kütüphaneyi yeniden kurmak
Olan olmuştu. Ah u vah etmek yerine yaşananlardan ders almak gerekiyor. Hatta dağılan kütüphaneyi mümkün olduğunda tekrar yeniden kurmak. Bu o kadar da zor bir şey olmasa gerek: Kuşatma altında her gün ölüm tehlikesiyle yüz yüze olan insanların, Suriye’nin Darayya kentinde bir grup gencin bombalanmış binalardan kurtardıkları kitaplardan bir kütüphane kurduklarını söylesem size. İngiliz savaş muhabiri Mike Thomson Syria’s Secret Library adlı kitabında bu olağanüstü hikâyeyi anlatıyor. Kütüphane ekibinin çok dikkatli olması gerekiyordu zira hem moloz yığınlarının üzerinden tırmanmaları hem de keskin nişancıların hedefi olmamaları gerekiyordu. Battaniyelere sardıkları kitapları, bombardımanda öldürülme riskini göze alarak, yıkık bir binanın geniş bodrum katında muhafaza ediyorlardı. Pekala İstanbul Üniversitesi kütüphanelerinden atılan kitapların tamamı olmasa da en azından bir kısmı bu şekilde yuvasına geri dönebilirdi.
Kütüphaneye dönen kitaplar
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Fethi Gedikli bu güzel işe vesile olan kitapsever hocalardan. Gedikli, bir gün, Beyazıt civarındaki sahaflardan birinde İstanbul Üniversitesi kütüphanelerine ait yüzlerce kitabın satıldığını görür. Devamını kendisinden dinleyelim:
“Bunların Kemal Alemdaroğlu’nun rektörlüğü döneminde deprem tehlikesi söz konusu edilerek, binalara yük bindirerek depreme dayanıklılığını zayıflattığı gerekçesiyle, enstitü, merkez gibi yerlerde bulunan kitapların tasfiyesi sonucu buraya geldiğini tespit ettim. İstanbul Üniversitesi’nin hemen her fakültesine ait kitaplardı bunlar ama içlerinde elbette Hukuk ve Edebiyat fakültelerinden çıkarılmış kitaplarda çoğunluktaydı. Bunun üzerine ne yapabilirim diye düşündüm. Emekli bir asker olan bir öğrencimizin sağladığı katkılarla Hukuk Fakültesi’ne ve emekli hocalarına ait olanlardan bir kısmını tekrar kütüphanemize kazandırdık.”
Prof. Gedikli’nin bu konuda çok önemli bir uyarısı da var: “Milli Kütüphane de dahil bütün kütüphanelerimizin kitap, basılı malzeme, CD vesaireye çok daha titiz bir şekilde sahip çıkmasını sağlamalıyız. Sıklıkla okul kitaplıkları başta olmak üzere pek çok kurumdan değerli belge ve kitaplar tasfiye ediliyor. Derece derece hepimize düşen sorumluluklar var. Hep birlikte kütüphanelerimizi korumayı ve işlevsel olmalarını sağlamayı bilmeliyiz.”
SEKA’ya gidenler
Bu dönemde yapılan kıyımın şahitlerinden biri İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin efsane hocalarından Prof. Dr. Hüseyin Hatemi. Hatemi, Kemal Alemdaroğlu’nun emriyle hocaların odalarından, anabilimdalı ve enstitülerin kütüphanelerinden kitapların işe yaramaz oldukları gerekçesiyle bahçeye yığıldıkları ve sonrasında bu kitapların bir kamyona yüklenip SEKA’ya gittiklerini söylüyor:
“Rektör Alemdaroğlu İstanbul Üniversitesi’nde başörtülü öğrenci ve çalışanlara karşı tutumu, üniversite bahçesindeki kedi ve köpeklere karşı tutumu, Tıp Fakültesi dışındaki fakültelerin kütüphanelerine karşı tutumu, üniversiteyi Avcılar’dan da öteye sürüp merkez kampüste yalnız rektörlüğün kalmasını istemesiyle üniversite tarihine geçti. Sadece kütüphanelere verilen zarardan kısaca bahsedelim. Sosyal Bilimler’e her nedense bir nev’i nefreti vardı ve bu da özellikle Hukuk Fakültesi’ne karşı tutumunda barizdi. 1999 Marmara Depremi’nden sonra merkez binada seminer kütüphanelerinden başladı. Marmara Depremi’nden bir buçuk ay kadar sonra kitaplar toplatılarak SEKA’ya gönderilmek üzere yığılmış. Ben bir cuma günü öğleden sonra haber aldım. Kitapların yarısı kamyona yüklenip SEKA yolunu tutmuştu. Geri kalanların kurtarılması için Hukuk Fakültesi Dekan Vekili de, Kütüphane de yardım istememe karşı hiçbir şey yapamayacaklarını söylediler. Avluya koştum ve ancak 13 kadar önemli kitap kurtarmışken SEKA görevlileri kamyonla geri gelip hışımla kitaplara saldırdılar. Pazartesi günü her fakültedeki enstitü kütüphanelerinin tasfiyesi emri verildi Profesör Schwarz’ın kurduğu Mukayeseli Hukuk, Ceza Hukuku, Milletlerarası Hukuk Enstitüsü kütüphaneleri yağma edildi. Hukuk Fakültesi Merkez Kütüphanesi de kabul etmedi. Çünkü 1920’de vefat eden müderris Seydişehirli Mahmud Esad Bey’in burada duran çok değerli yazma ve basma kitaplarının tümünün de tasfiyesi kesin emri verilmişti. Yazma kitapları, yeni kurulduğu için yeri müsaittir diye İlahiyat Fakültesi’ne gönderdim. Maalesef Edebiyat ve İlahiyat Fakülteleri’nin çok değerli kitaplarının çok ucuza sahaflara düştüğünü gördüm. Yazma kitapları ucuza alanlar hem sevinmiş hem de Hukuk Kütüphanesi’ni vatandaşlık görevi olarak sigaya çekmek için Kütüphane’ye gelmişler. Onlar da bizde klasikleşen yönteme başvurup “Hatemi meşgul oluyordu, ona gidin!” demişler. Bir de bu yüzden âsâbım mahvoldu! Ebülulâ Mardin merhumun kitapları da böyle gittim. Ortalık yatıştıktan sonra kütüphaneye iade etmek üzere aldığım kitapları kütüphaneye iade ettim. Edebiyat Fakültesi’nden sahaflara satılan çok değerli, 200 yıllık, büyük boy, 2 ciltlik Latince-Fransızca sözlüğü de satın aldım ve Latince bölümüne telefon ettim. Çok sevinip teşekkür ederek odalarında muhafaza etmek üzere aldılar. Söylenecek çok şey var amma bu özetle yetinelim.”
Abdülhamid’e hediye kitaplar
İstanbul Üniversitesi kütüphanesinden çıkan kitapların bir kısmı da bir başka kütüphanede bugün: Alman imparatoru II. Wilhelm’in Abdülhamid’e hediye ettiği kitapların da içinde olduğu 4 bin 500 civarında eser 2016’da Atatürk Kitaplığı’nın o dönemki müdürü Ramazan Minder sayesinde kurtarıldı.
Bu kıymetli kitaplar bir koleksiyoner tarafından hurdacılardan alınmış. Minder bundan sonraki süreci şöyle anlatıyor: “Bu haber bize ulaştıktan sonra tabii çok heyecanlandık. Kitapların üzerinde İstanbul Üniversitesi ve Darülfünun mühürleri vardı. Bundan dolayı da kitaplarla ilgili hukuki bir başvuru olup olmadığını tahkik ettik. Bir karar olmadığını öğrenince de hemen harekete geçtik. Bu kitapların çoğu Almanca, Fransızca idi. Ayrıca Osmanlıca ve Türkçe eserler de vardı tabii. Tabii Alman İmparatoru İkinci Wilhelm’in Sultan Abdülhamid’e hediye ettiği kitaplar da!” Minder’in konuya ilgisi ve ciddi takibi sayesinde de çöpe atılan bu 4 bin küsur eser şu an da Atatürk Kitaplığı’nda araştırmacılara hizmet vermeye devam ediyor.
Arşivi de kâğıtçılardan çıktı
Yine Prof. Dr. Ali Birinci’nin Türk Tarih Kurumu başkanlığı döneminde Fuad Köprülü, Halide Edip Adıvar, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi İstanbul Üniversitesi mensuplarına ait özlük dosyaları da kâğıtçılardan satın alınarak Türk Tarih Kurumu arşivine kazandırıldı.
Bütün bu örnek olaylardan sonra, üniversite de -son dönemdeki araştırmacı dostu yaklaşımına ilaveten- piyasada halen dolaşımdaki bu kitapların peşine düşer, satın alır ve onların yeniden ait oldukları yere dönmelerini sağlarlar.
Kaynak: YeniŞafak