Türkiye’de bir genel seçim daha oldu ve yine Erdoğan kazandı. Yeni bir Erdoğan klasiği daha mı seyrettik sizce? Yoksa 1950 ve 2002 seçimleri gibi sandıkta ihtilâl mi oldu? Yoksa hepsinin de ötesinde bir şey mi? Yani Başkan Erdoğan’ın dediği gibi Türkiye Yüzyılı’nın başlangıcı mı?
En başta söyleyelim, bu seçim zaferi 1950 ve 2002 seçimlerindeki gibi bir halk ihtilali olmakla beraber, yıllarca iradesi ve hırsı türlü imtihanlarla denenmiş Müslüman Anadolu tarafından İslam İnkılabı talebinin ilanıdır.
Erdoğan’ın 2002 yılında kazandığı ilk seçime dönelim. 1999 yılında MHP’ye kredi açan millet, ondan umduğunu bulamayınca 2002 seçimlerinde Erdoğan’a kredi açıp Ecevit’i siyasetten silmişti. Ekonominin son derece kötü olmasının bunda etkisi olsa da bu sadece Ecevit’in gidişindeki etkenlerdendir, Erdoğan’ın gelişini açıklamaz. Bu millet Erdoğan’a onda gördüğü yeşil renkten dolayı oy vermişti, o kadar.
Erbakan’da olmayan cesareti ve atılganlığı Erdoğan’dan uman millet bundan mahcup olmadı. Kimileri o dönemde FETÖ ve arkasındaki Amerika sayesinde ekonominin düzelmiş olduğunu iddia ederek Erdoğan’ın iktidarının devam ettiğini söylese de 15 Temmuz saldırısı karşısında Müslüman milletin şahane karşı taarruzu işin aslının öyle olmadığını gösterdi. Belli ki bu millet Erdoğan’ı ekonomik refah için değil, onu kendisi gibi yeşil renkte gördüğü için yani İslam tarafında gördüğü için iktidarda tutuyordu. Nihayet 28 Mayıs seçiminde görüldü ki, dünyanın her yerinde yaşanan alt üst oluşlar ve kanımızı emen işbirlikçi hainlerin her türlü piyasa spekülasyonları sonucu ekonomimizin berbat oluşuna, yozlaşmış ve yabancılaşmış kesimlerin her türlü kara propagandasına ve bizzat iktidar partisinde yuvalanmış seküler ucubelerin ve açgözlü haramilerin sebep olduğu tiksintiye rağmen Müslüman Anadolu “ille de Tayyip” diyor. Bu milletin niçin Erdoğan’a oy verdiğini daha sormaya gerek var mı?! Bunca yıldır etrafını saran onca münafığın içinde siyasetini yürütmeye çalışan Erdoğan’a milletin rağbetini bir tarafa yazarken, Erdoğan’ı terk edenlere milletin çektiği resti de teraziye koyarsak şüphe kalmaz.
Seçimden önce Erdoğan, Türkiye’nin tarihî bir yol ayrımında olduğunu söylemişti. Müslüman Anadolu bu yol ayrımında doğru istikameti tuttu çok şükür. Ama bir de madalyonun diğer yüzü var. Gerçekten bu vatanın istikbali bir seçimle kararabilirdi. Bizim kimliklerimizle aramızda yaşayan sözde vatandaşımız, ama aslında Anadolu’yu Bizans’a ait gören ve bize olan düşmanlıklarını kusmadan rahat edemeyen bu güruhun seçim kazanarak devlet aygıtını ele geçirmesi durumunda çıkabilecek kargaşa hakkında daha önce başka vesilelerle ikazda bulunmuştuk. Bir ülkede bir seçimle her şeyin alt üst olması ne demek? Ya halkın, ya devletin, ya da her ikisinin ne kadar çürük olduğunu gösterir bu. Görüyoruz ki halkta da devlette de umut var. Ama diğer tarafta şahsî kaygılarından ve keyfinden başka şey düşünmeyen insanların çoğaldığını görerek endişeye kapılıyoruz. Türkiye’nin ve dünyanın nereye gittiğini görmek için arif olmaya gerek yok. Buna rağmen her türlü yıkıcı unsurlarla iş birliği yapan ve arkasına emperyalistlerin açık desteğini alan bir başkan adayına, hem de kaset komplosuyla bir partinin başına getirilmiş olmak dışında hiçbir başarısı olmamasına rağmen o kazansın diye var gücüyle oy vermeye koşan milyonların varlığına şahit oluyoruz. Vatanının istikbalini gözeten herkes bundan endişe duyar. Ve en başta Erdoğan ve devlet bundan korkmalıdır. Emlak ve market zulmüyle ezilip gözü kararmış belli bir kesimi bunun dışında tutsak bile, sadece “Erdoğan gitsin de ne olursa olsun” diye hareket edenler sayıca bunlardan daha fazla ve Erdoğan onlara ne kadar hizmet ederse etsin asla ondan razı olmayacaklar. Erdoğan bunların geçmişte görmedikleri her türlü hizmeti ettiği halde sanki alacaklılarmış gibi “yapacak tabii” diyen, kendi adamları İzmir’i batırdığı halde “gene ona oy vereceğiz, biz Gavur İzmir’iz” diye höyküren güruh soğan pahalandı diye mi Erdoğan’a oy vermedi? Nitekim depremde yıkılan Hatay’ın Defne ilçesinde Erdoğan’a çok az oy çıkmıştı hem de oraya hızla hastane yapılmasına rağmen. Demek ki bunların hiç birinin derdi ekonominin kötü olması veya refah seviyesinin yüksek olması değil. Mesele şu: Tayyip Erdoğan’da gördükleri yeşil rengi sevmiyorlar. Hadise bu kadar basit ve nettir. Güya şikâyet ettikleri her ne varsa fazlasıyla kendi adamlarında olduğu halde onu dert etmeyip Erdoğan’ın her yaptığını karalayan bu güruh açıkça “İslam’a düşmanız” diyemedikleri için kıvranıyor. Zaman zaman içlerindeki kini tutamayıp kusanlar da bunun göstergesidir. Hiçbir dünya görüşüne sahip olmayıp sadece İslam düşmanlığıyla varlık bulan Kemalizm ve onun ürünü olan kof yığınların ortak profili bundan ibaret. Avrupalı turistlerin her türlü ahlaksızlığından, Rus ve Ukraynalı akınından hiç rahatsız olmayıp sürekli Afgan ve Suriyeli tantanasını yapmaları bile nereye ait olduklarının ve neye düşman olduklarının göstergesidir. İslam düşmanıdırlar ve Batılı emperyalistlerin kuyrukçularıdırlar. İçlerinde “Amerika gelsin bizi kurtarsın” diyecek kadar ileri gidenlerin varlığını da hesaba katarsak neyle karşı karşıya olduğumuzun biraz daha farkına varırız.
Her devlet, arkasını yasladığı halk sayesinde ayaktadır. Eğer o devlet kozmopolit bir toplum üzerinde kuruluysa ya değerleriyle toplumu bir arada tutuyordur ya da o toplum içinden bir kesime yaslanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti ise güya sınıfsız ve homojen bir toplum iddiasındadır ama başından beri Müslüman milleti Batılılaşma operasyonuna tabi tutarak dininden uzaklaştırmaya çalıştığı için halkı kendi elleriyle bölmüştür. Bir tarafta Kemalizmin ürünü olan Batı kuyrukçusu ve nisbeten azınlıkta olan kesim, diğer tarafta da her türlü baskı ve zulme rağmen Müslüman kalmakta ısrar eden Anadolu. Zenginleri “beyaz Türk”, fakirleri de “ezik” olan Batıcıların ortak özelliği, kendi vatanından ve kendi insanından utanmaları ve Batıya karşı ayran budalası gibi hayranlık duymalarıdır. Laiklik sayesinde zaten dine karşı oldukları gibi, utançlarının getirdiği öfkeyle dindar insanların varlığından son derece rahatsız olurlar. Amerikalı ve Avrupalı bir burjuva gibi yaşamayı hayal ederler ve hayatta bundan başka hayalleri ve ulaşılacak emelleri yoktur. O yüzden hiç kimse ve hiç bir şey için fedakârlık yapmazlar. Yapmaları da mümkün değildir. Bunlardan devletin ordusunda amirallik yapmış emekli şu kadar adam “Erdoğan yüzünden ABD bizi dövecek” diye bu devleti tehdit etmişti hatırlarsınız. Bağımsızlık falan filan diye içi boş Kemalist teraneleri sayıklayan bu adamların bir taraftan bu ülkenin ordusunu Amerika adına tehdit etmesi bunların ne biçim vatansever (!) olduğunu gösterir. Öte yandan bu kesimin ve Kemalist rejimin hep ezdiği Müslüman Anadolu insanı her türlü cefaya katlanarak devleti ayakta tutuyor. 15 Temmuz’da pek Kemalist, Batıcı, laik, okumuş, aydın, vs., vs., rejim ürünü yabancılaşmış adamlar market ve atm kuyruğundayken, Müslüman millet tekbirlerle tankları durdurup vatanı ve devleti kurtarıyordu. Bu seçimde de benzer bir manzara oldu ve 15 Temmuz’da markete koşanlar “soğan” diye diye üfürükten teyyare bir liderin ardına düşerken, tankları durduranlar vatanın istikbali için Erdoğan’a oy verdi. Ne garip tecellî, çocukken hor gördüğü yetimin bakımına muhtaç üvey baba gibi bu devlet de ezanını ve Kur’an’ını yasakladığı, seçimle getirdiği başbakanını astırdığı, ötekini postmodern darbeyle alaşağı ettiği, amelelik, hademelik ve bekçilikten başka bir şeye layık görmediği milletin can suyuna muhtaç yaşıyor. İşte tam da Türkiye’ye yakışan çelişkinin resmidir bu. Ürettiği Batı hayranı yabancılaşmış kitleler sayesinde beka sorunu yaşayan, ezdiği Müslüman halk sayesinde ayakta duran ucube rejim.
Nihayet bu seçimle iyice derinleşmiş olan bu çelişki daha fazla devam edemez, ederse çatlar. Kırım Kongo kenesi gibi bu milletin varidâtından sebeplenen bu kadar Batı kuyrukçusu karşısında demokrasi yoluyla galip gelmiş Müslüman milletin talepleri yerine getirilmelidir. Bu millet, Türk’ü Türk yapan İslam sayesinde tarihte var olmuş ve bundan sonra İslamsız sadece yok olacağının farkında ve varlığını korumak için adeta kurtuluş savaşı ruhiyatıyla mücadele ederken, seçimi kazanıp eski düzenle devam etmeye kalkmak ölümcül hata olur. Hele bir de “Türkiye Yüzyılı” diyerek yeni bir çağ açmak iddiası ileri sürülmüşken böyle bir yanlışa asla fırsat verilemez. Küfür yobazlarının iğrençlikleri karşısında devletten ve devlet başkanından gereğinin yapılmasını beklediği için susan bu milletin, pençelerini gömmüş aslan gibi nasıl sabırla beklediğini sokaklardan, mitinglerden ve kutlama için patlattığı silahların sesinden anlıyoruz. Batı dayatması olarak gelen demokrasi üzerinden aradığı hakkını demokratik düzen içinde tescillemiş olan millet, şuur olarak liderinin ve devletinin bile ötesine geçmiştir. Verdiği oyla kendini ve talebini kendisini yönetenlere son kez ihtar eden Müslüman Anadolu eğer istediğini alamazsa kısa zamanda seçimin galibini de götürür. Muhalefetin bile dine sığınarak oy dilendiği bu millet, hiçbir sahte vaat veya temenniyle uyutulamayacak kadar arif olduğunu gösterdiği halde onla aşık atmaya kalkan kendini çöp sepetinde bulur. Buna rağmen laiklikten taviz vermeden, yani din düşmanlığına hürriyet tanımaya devam ederek, biraz daha İslamî soslu, biraz daha millî baharatlı bir Türkiye Yüzyılı, belki belli bir süre daha dış dünya dengeleri açısından makul gibi görünse de, içerde yozlaşmış ve yabancılaşmış insan sayısının kalabalık kitleler halinde artmasından dolayı evdeki bulgurdan olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakabilir bizi, Allah korusun.
Bir şeyleri kökten değiştirmek bazen yekten davranmayı gerektirir, ama bu kesin kaide değildir; bazen de vadeli bir restorasyon programı zarurî olur. Ama her halükârda esas olan, stratejik hedef ve onun projesidir. Türkiye, İbda Mimarı tarafından 1990 yılında ihtar edilen “tarihî misyonunu üstlenme” yoluna girmiştir. Üstelik bu yola istese de istemese de adeta kader tarafından hem kendini hem de dünyayı kurtarmaya mahkûm edilerek girmiştir. Bunun en büyük dayanağı, milyarla şehid ve gazinin torunu aziz Anadolu insanıdır. Seçim zaferinden sonra “kucaklıyorum” hitabının asıl muhatabı olan ve hem kucaklanması hem de eli öpülmesi gereken odur. Gayet demokratik ve gayet yasal şekilde zuhur ederek dirayetini gösteren milletin iradesi Türkiye’deki en büyük siyasî güçtür ve bu milletin isteklerini yerine getirmek Erdoğan’ın ve devletin en önemli vazifesidir. En usta sörfçüyü bile yutacak kadar büyüyüp gelmiş olan bu dalga, sırtındakini daha yükseğe götürebileceği gibi daha derine de düşürebilir. Kaderin sevkiyle tarihî bir dönüm noktasına gelmiş olan Türkiye, şu an dünyanın en inanmış, en sadık ve en yiğit milletini arkasına almışken ve bütün dünya alt üst oluşlar içinde sarsılırken kısa zaman içinde kendini yeni bir Osmanlı haline getirebilir. O halde Müslüman ve emperyal milletimize ve kimliğimize yakışan İslam inkılabını talep ediyoruz, hem de en demokratik şekilde. Vatanın ve devletin bekası için bunun en büyük zaruret olduğunu aziz milletimizle beraber ihtar ediyoruz.
Takipçisiyiz…
İbrahim Tatlı
Aylık Baran Dergisi 16. Sayı, Haziran 2023.