Yeni Akit yazarı Ali Osman Aydın'ın yazısı, günümüz toplumunda yaygınlaşan ahlaksızlık, şiddet ve popüler kültür bağımlılığını ele alıyor. Yazar, örnek olarak bir kuryeyi azarlayan ve bu anı sosyal medyada paylaşan bir anne ile silahla oynayarak canlı yayın yapan bir gencin ölümünü ele alıyor. Bu örnekler, toplumda ferdî kontrol mekanizmalarının zayıfladığını, insanların şok edici içeriklere ilgi duyduğunu ve gerçek hayattan kopuk bir şekilde dijital dünyada yaşadığını gösteriyor.
Yazar, bu durumu "Tanrı Amerika'yı Korusun" filmini örnek göstererek açıklıyor. Filmde, toplumun popüler kültür ve şov programları tarafından nasıl manipüle edildiği, insanlar arasındaki iletişimin nasıl zedelendiği ve insanların öfkeye nasıl kapıldığı anlatılıyor. Yazar, filmin olaylarının Türkiye'de de yaşandığını belirterek, toplumun kültürel direnç noktalarını güçlendirmek için sivil toplum ve kamu kurumlarına çağrıda bulunuyor.
İşte o yazı:
Küçük bir kız, evlerine yemek getiren bir kuryeyi azarlıyor., Annesi kızının tepkilerinden o kadar hoşnut ki kızı kızdıkça o daha da fazla gülüyor. Kız kuryenin post cihazının fişini çekip saçıyor. Kurye tepki göstermeden açılan fişleri toplamaya çalışıyor. Anne gülmeye devam ediyor. Video kaydetmeye de…
Muhtemelen videoyu çeken de bu züppe anne. Kızı kuryeyi azarlayarak, küçük düşürerek takdir edilesi bir şey yapmış gibi, videoyu sosyal medyada paylaşıyor. Kızını paylamak, onu insanlarla nasıl konuşması gerektiği konusunda tedip etmesi gereken anne, kızının terbiyesizliğini insanlıkla paylaşmayı tercih ediyor, övünerek.
Terbiyesizliğin iftihar vesilesi kabul edildiği bir zamanda yaşıyoruz.
****
Ankara’da silah meraklısı biri sosyal medyada açtığı canlı yayında silahıyla oynuyor. Silahıyla oynarken racon kesiyor, ayar veriyor, kim oldukları belli olmayan takipçilerine adeta rehberlik ediyor. Raconlar ortamı coşturdukça takipçiler destek yorumları atıyor…
Az sonra kafasına dayadığı silahın tetiğine basan Youtuber’ın silahı sandığı gibi boş çıkmıyor. Ve silah patlıyor! Namluyla kafası arasında boşluk olmadığından, mermi kafasına giriyor. Kan oluk oluk akarak etrafa saçılırken, ekranda bir adet cesedin bulunduğu canlı yayın devam ediyor ve takipçiler bu ölüm gösterisi ile ilgili yorumlarını yazıyorlar.
****
Popüler kültürün, yaygın sosyal medya bağımlılığının, dijital dünyada yaşamanın bir sonucu olarak bireysel kontrol mekanizmaları inanılmaz zayıfladı. Artık daha denetimsiz, daha saldırgan, ötekini etkilemeye dönük daha güçlü arzuları olan bir profile sahibiz toplum olarak.
Takipçilerini otuz saniyelik kısa videoda daha fazla şaşırtmak için yüksek bir binanın tepesine çıkıp, videoyu çekerken düşüp ölen fenomen haberi şaşırtmıyor artık izleyicileri. Tıpkı Ankara’lı silah severin kendini öldürdüğü videosu gibi.
Sadece duygu ve hisleri şoka uğratacak kriz anlarının kaydedildiği videolarla dikkati çekilebilen, sadece büyük krizlere sarfı nazar eden bir toplum kalp masajıyla hayata döndürülmeye çalışılan bir insan gibi görünüyor gözüme. Ölüm ile yaşam arasındaki sınırda, göğsündeki şok edici aletlerle var olan, yarı ölü, yarı diri bir insan…
****
“Tanrı Amerika’yı Korusun” bana ait bir dua değil elbette. Bu, tam da üzerinde düşündüğümüz şu konular etrafında dönüp duran ve kendince çözümler bulmaya çalışan bir Amerikan filmi.
2011 yılında yapılmış.
Bana kalırsa “Küçük Amerika” olarak bizler, büyük ve gerçek Amerika’yı kültürel anlamda çoğunlukla 10-20 yıl geriden takip ediyoruz.
Filmde, yan komşunun her akşam çıkardığı gürültüden dolayı bir türlü uyuyamayan Frank, içinde yaşadığı çevrenin insanlarını “başkalarının hayatına verdikleri rahatsızlığı umursamayan; terbiyesiz, utanmaz ve düşüncesizler” diye niteler.
Frank’in içinde yaşadığı toplumda çocuklar aileleri yöneten şımarık birer diktatöre dönüşmüştür. Babalar görevlerini “küçük diktatörleri mutlu etmek” olarak tanımlarlar. Frank’in kızı annesine: “Babamı istemiyorum, İphone istiyorum” diye bağırır.
Toplumda herkes magazin ve yarışma programları hakkında konuşmaktadır. Milyonlarca insan yarışma finallerinde oy kullanmaktadır. Sıradan bir yeteneğe bile sahip olmayan insanlar, ekranlara çıkarılarak, haysiyetleri ile milyonların önünde oynanmaktadır. Haber ve tartışma programları her gün başka bir grubu hedef haline getirerek nefret pompalamaktadır. İnsanların sinir krizleri geçirerek birbirine girdiği, hakaret ve aşağılamalarla dolu televizyon programları reyting rekorları kırmaktadır. Frank, “zayıfların daha fazla reyting için parçalandığı bir programı seyretmek istemiyorum. Bu çok zalimce” der.
Toplum popüler kültür illüzyonu etkisinde bir uçuruma doğru sürüklenmektedir. Bunun farkında olan Frank acı çekmektedir. Bir gün arkadaşına şunu söyler: “Kimse herhangi bir şey ile ilgili konuşmuyor. Sadece televizyonda gördükleri, radyoda dinledikleri, internette seyrettikleri şeyleri konuşuyorlar. En son ne zaman ekrana ya da monitöre bakmayan, seni dinleyen biri ile sohbet ettin? Ya da ünlülerin dedikoduları, spor ya da popüler politika olmayan bir sohbet gerçekleştirdin? Sorvivorda fare ya da kurt yemenin şok edici olduğu zamanları hatırlıyor musun? Şimdi böyle şeyler antika gibi görünüyor!”
Frank o kadar haklıdır ki! Kendisine beyin tümörü ile ilgili üzücü haberi veren doktor, o an çalan telefonuna bakar ve açılır kapanır tavanlı bir araba ile ilgili müşteri temsilcisi ile uzun uzun konuşur...
Toplum o kadar şirazesinden çıkmıştır, ciddiyet öylesine zedelenmiştir ki, insanların katledildiği bir olayı anlatan belgesele bile sinema seyircileri tarafından kahkahalarla gülünmektedir.
Kimsenin kimseyi gerçekten dinlemediği, ekran bağımlılığının arttığı, öfkenin salgın bir hastalık gibi herkesi etkisi altına aldığı, herkesin diğerine rol yaptığı, insanların ünlülerin birer kopyasına dönüştüğü, kimsenin kimseye saygı göstermediği bir toplum, bütün silahlarıyla bireyin üzerine üzerine gelmekte ve ona çıldırmaktan başka bir seçenek bırakmamaktadır.
Filmin ironisi de işte buradadır. Frank de toplumun bu çıldırtma politikasına silahlanarak karşılık verir. Frank şov programlarının ünlüleri başta olmak üzere, toplum huzurunu bozduğunu düşündüğü kişilere karşı korkunç eylemlere girişir. Film yavaş yavaş cinnetin uçurumlarına yaklaşan karakteri ile Martin Scorsese’nin yönettiği Taksi Şoförü filmini anımsatır.
Bu filmin ironisidir, dediğimiz gibi. Frank çektiği acıda haklı, ama uyguladığı şiddet dolu yöntemde haksızdır. Fakat filmin tespitleri tamamen doğrudur.
“Tanrı Amerika’yı Korusun” filminde isimleri değiştirdiğinizde, olaylar ve durumlar Türkiye’de yaşanmakta olanla birebir örtüşüyor. Gösterme - teşhir etme arzusuna cehalet ve görgüsüzlüğün eşlik etmesi kitle iletişim araçlarının meydana getirdiği trajik durumu derinleştiriyor. Mahremiyet ve özgünlük yok oluyor. Konfeksiyon yöntemiyle biçilmiş kişilikler giderek çoğalıyor.
Kültürel direnç noktalarının olmaması, insanları ve de özellikle gençleri, elini değdireni kapıp götüren bu popüler kültür ırmağı karşısında tutamaksız bırakıyor. Akıp giden bu ırmağın yatağını değiştirmek olanaklı olmayabilir. Fakat sivil toplum ve kamu kurumları, popülizm uğruna sığ ve genel geçer olana iltifat etmek yerine, kültürel direnç mecralarını tahkim etmeyi deneyebilirler. Elinde kaynak olanlar ve bu kaynakları popüler sabun köpüğü etkinlikleri finanse etmekte harcayanlar, sözünü ettiğimiz alanda çalışmaz ve üretmezlerse hem insanlar, hem tarih, hem de Allah karşısında mesul olurlar!
Ali Osman Aydın, Yeni Akit