Muazzez İslâm dini... Üstad Necip Fazıl’ın saray tasviriyle içi bâtında, dışı zâhirde olarak; bâtın boyutunda Mü’min’in derinliğine iç âlem düzeninin inşâı ve zâhir boyutunda genişliğine dış âlem düzeninin inşâı olarak hayatın her sahasına şamil bir vasfa sahiptir. Bundan dolayıdır ki, dünyayı Esfel-i Safilin bilecek insan, aynı dünyayı Eşref-i Mahlûk sıfatına lâyık olacak şekilde her sahada, İslâmî ölçülerin tatbikçisi ve yaşatıcısı olarak zapt etmeyi memuriyet addedecektir. Nitekim İslâm’ın emirlerinin hâkim kılındığı devirlerde, fert-cemiyet-devlet nizâmında yalnız kendi tebaamız değil, herkesin insanca yaşama ve yaşatma arzusu mahyalaşmıştır. Böylesi muhteşem bir nizâmı dışarıdan çökertemeyen düşman kutubları nice defalar içeriden vurmaya kalkışsa da muvaffak olamamıştır.

İslâm’ın aşk ve vecd çığırının sona ermesi ve gitgide İslâm sancaktarlığının düşürülmesiyle ehl-i küffar baş düşmanı bildiği Osmanlı özelinde İslâm’ın kalesini kuşatma fırsatını ele geçirmiştir. Düşmanını iyi tanımlayan göz, bu gâyeye giden yolda yalnız dışardan vurulan darbelerle hedefe ulaşamayacaklarını idrak ederek içimizden devşirdikleri İslâm düşmanlarıyla ittifak etmişlerdir. Nitekim dışarıdan gerçekleştirilen saldırılar ile içerden sağlam olan kalenin surlarını hiçbir zaman yıkamayacağını çok iyi biliyorlardı. İçte devşirdikleri ihanet odakları vesilesiyle kurdukları tuzaklar neticesinde başlayan çözülmeyle kalenin surları korunamayarak, tehlikelere açık hâle gelmiştir.

Açılan bu gediklerden içimize sızan düşman, dünyayı zapt ederek nakış nakış her yeri Ehl-i Sünnet Ve’l Cemaat olan İslâm’ın nuruyla aydınlatıp kadim kültürümüzle kurduğumuz nizamı imhâ etmek yâhut yalnız söylemde bırakılarak mânâsı imhâ edilmek suretiyle hedefe oturtmuştur. Bu veçheden hareketle dinimize ve mukaddesâtımıza düşman kutupları iki ana mihrak nokta olarak belirleyebiliriz. Maddî-manevî her türlü imhâ yolunu planlayarak, her şeyi kendi menfaatlerine döndürücü planlarıyla kıyım yapan “dış kutub” ve dine, vatana ve milletin öz ruhuna büyük bir ihanetle düşman kesilerek düşmandan taraf olmak yolunu seçen “iç kutub”. Dinimizi ve mukaddesatımızı hedef almaları bakımından müşterek kutublar.

Dini İmhaya Memur Dış Kutup

Üstad Necip Fazıl Doğu-Batı ayrımını ilk bizim yapmadığımızı ve mekân ölçüsünden ziyâde mücerred mânâda Doğu’yu izâh ederken, tarih muhasebemizde zaruri olarak Doğu-Batı ayrımını çizdiğini ifade eder. Yahudi’yi ise iç ve dış düşman olarak işaretler. Biz ise Ehl-i Küfür olarak düşmanlıklarını açıkça bildiğimiz mânâsında tamamını “dış kutub” olarak ele alabiliriz.

Batı’nın kurduğu maddî tahakküm bir tarafa, fert fert inancımızın memuriyetini yerine getirememekle başlayan çözülüşle beraber Yahudilerin de kuşatmasıyla kıskaca alındık. Bu kıskaca alma giderek bünyeyi sarma ve hayatı kuşatma hâline gelmiştir. Ve bu üç ayaklı problem sebebiyle dinimizi, kültürümüzü, fikir ve aksiyon dünyamızı kirletmeye ve ifsad etmeye başladık. Elbette bunda en büyük amil Batı ve Yahudi idi. Lâkin kendi liyakatsizliğimiz, bünyemizi saran tembellik ve gaflet hâli, hatta ve hatta ham yobaz kaba softa tavrı göz ardı edilemez. Bu kısa anekdotla birlikte dini imhaya memur dış kutub bahsine devam edecek olursak:

Dinimizi ifsad etme hususunda Yahudi-Hristiyan kutubların kendi vesikalarından... Patrik Grigoryios Rus Çarına yazdığı mektupta şöyle demektedir: “Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak gayr-ı mümkündür. Çünkü Türkler çok sabırlı ve mukavemetli insanlardır. Gayet mağrurdurlar ve izzet-i nefis sahibidirler. Bu hasletleri de dinlerine bağlılıklarından ve kadere rıza göstermelerinden, an’anelerinin kuvvetinden padişahlarına, kumandanlarına, büyüklerine olan itaatlerinden gelmektedir. Türklerde evvelâ itaat duygusunu kırmak ve mânevi rabıtalarını kesretmek, din metanetlerini zaafa uğratmak icab eder. Bunun da en kısa yönü an’anat-ı milliye ve mâneviyelerine uymayan harici fikirler ve hareketlere onları alıştırmaktır.” (Ahmet Gürkan, İslam Kültürünün Garbi Medenileştirilmesi, s.333)

Hasmını tanıyan göz, hedefine, dinimizin memuriyetiyle kurduğumuz nizamı yerleştirmiştir. Nitekim İslâmiyet, Mü’min’in ferdî ve içtimaî hayatını kuşatıcıdır. Kültürümüzde inancımıza mutabık olarak şekillenmiştir. Lisanımız, giyim-kuşamımız, mimarimiz, kanunumuzdan devlet nizâmına kadar her sahada ölçülerimiz belirleyici olmuştur. Eşyaya bakışımızın bu ölçüsü ki, bizi büyük bir intizamla dünyaya hâkim kılmışken, yine çözülüşümüzdeki saik de bu bakışın yerine oturtulan haricî fikirlerle olmuştur. Hayatımızın mânâsını kuşatmış inancımızı kalplerden söküp almak imkansız iken ona bağlı şekillenen hayatımızın direklerini yıkmak, onu da sarsmak olacaktır. Bu gayeye matuf planı Siyonist-Mason teşkilatının maddelerinden ibretlik vesikalık halinde incelememiz ve kendi zaviyemizden muhasebe yapmamız gerekir. Bunlardan bir kaçını mesele konuşabilmek için madde madde sıralayarak açacak olursak:

– Genç nesilleri ahlâka mugayir telkinlerle ifsad etmeli: “Fikrin içindeki işletici sıfat olan ahlâk” her mevzuda fikirle bütünleşerek hareket etmelidir. Ümit ve hedeflerin kendisine bağlı olduğu gençlik ‘fikir’ olarak düşünülürse güzel ahlâkı billurlaştırarak dünyaya nizam vermiş-verecek gençliğin önü kesilmek istenmiştir. Bir milletin yapı taşı olan gençliği ifsad etmek, o gençlikle beraber gelecek nesilleri de ifsad edebilme mânâsını taşır. Gençliği ifsad etmekse onu din, ahlâk, fikir olarak besleyen etkenlerin de ifsad edilmesini gerektirir. Maddelerden birinde; “Milletlerin mukadderatını tahsil ve terbiyeden mahrum kimselerin ellerine tevdi ettirmeli.” sözünü genç nesillerin ve tabii olarak geleceğin mukadderatıyla düşünüp gençliğin nasıl kuşatılmak istendiğini idrak edebiliriz.

– Aile hayatını yıkmalı: Sağlam yuvadan hayata kanatlarını açan fert cemiyeti de o yönde istikametlendirir. Sağlam aile yapısı kadın-erkek-evlad şeklinde hepsinin sağlam olabilmesiyle mümkündür. İçtimâi hayata sağlam adım atılabilmesi aile müessesinden başlar. Aile hayatını yıkmak bir nevi içtimâi hayatı da ifsad etmek demektir. Bundan dolayıdır ki ailenin merkezinde bulunan kadın üzerinden birçok oyun kurularak aile müessesesi temelinden sarsılmıştır. Tabiî olarak kadının hâli aile ferdlerine sirayet etmiş ve düşman kutubların isteği doğrultusundaki cemiyete istikamet vermiştir.

– Hudutsuz bir lüks, baş döndürücü modalar icad etmeli, çılgınca sarfiyata teşvik eylemeli: Kurdukları maddî hâkimiyetle istediğini üreten ve bunu en güzel biçimde sergileyen düşman kutubları, üretmeden tüketen, daima tüketmek isteyen, tüketmenin sarhoşluğunda boğulan bir insanlık meydana getirmek istemişlerdir. Tabii ki aracını da bulup faiz eliyle bataklığa sürüklenilmek istenilse de bu maddeyle yalnız para değil birçok bataklık düşünülmelidir. Bin bir çeşit âlet ve araçla hudutsuz isteklerinde boğulan, parayı amacından çıkartmış, düşünemeyen, üretemeyen, zamanını heba eden insanlık...

Vitruvius'un üç prensibi Vitruvius'un üç prensibi

Dini İmhaya Memur İç Kutub

İçerden sağlam kalenin dışardan vurulup heba edilmesinden daha vahim neticeyi gerçekleştirici bu kutbu, küfür ehlinin hedefledikleriyle birlikte düşünmek ve bu mânâda içli dışlı anlamak gerekir. Hayatına İslâm’la nizam veren insanımıza “Batılı yaşayış ve düşünce” teklif edilmiş ve son raddede devlet eliyle dayatılmak suretiyle geçirilmiştir. Bir ifade edilişe göre “Oyun Tanzimat ile başlar, İkinci Meşrutiyet ile devam eder ve Cumhuriyet ile son perde kapanır.” Bir diğer ifadede ise “Modernleşme karşısında önce dinî müesseseler, sonra dinî pratikler ve en sonunda da dinî şuur sosyal anlamını kaybedecekti.” İlk aşamada cemiyete nüfuz edemeyen köksüz hareket daha sonra aşamalı olarak dinî ve içtimaî hayatı ifsada sürüklemiştir. Gazete, dergi, radyo, televizyon gibi yüksek telkin gücü olan araçlar kadının aileden kopmasını, açılmasını özendirirken; balolar, tiyatrolar kadınlı-erkekli türlü gayr-i ahlakî sunumları cemiyete kanıksatmıştır. Yüzünü batıya çevirmişlerin idareyi ele almasından sonra ki devleti ele geçiren iktidarların eliyle bu gidiş temelleşmiş ve dinin nüfuzu kırılarak onunla şekillenen her sahaya harici fikirlerin yerleştirilmesi sağlanmıştır.

Ehl-i Sünnet dışı sapkın fikirlerin yeni ve modern diye sunulması ise ayrı bir faciadır. Bugün ekranları saran mezhebi, meşrebi bozuk nice hoca kılıklı sahtekârlar, yayın dünyasında neredeyse her yana nüfus etmiş Teymiyye kafalı vehhabilik, İbn-i Sebe yetiştirmesi Şiicilik, yeniden diriltilmek istenen Mutezilecilik ve “Kur’an Müslümanlığı” başlığı altında “peygambersiz din” oluşturma gayreti içinde olanların hepsi dini içten yıkmaya memur “iç kutub”dandır.

Netice Olarak

Bilinmeli ki düşman kutbu kendi zaviyesinden hedefi için yol almaktadır. Bu suretle kendi nefs muhasebesini yapması gereken kutub olarak ihyaya mecburuz. İhya ise hedefe oturtulan dinimizin ölçülerini ve memuriyetini tekrar kuşanarak çağımıza hâkim kılmaktan geçer. Yani İslam’a sımsıkı bağlı Ehl-i Sünnet Vel’Cemaat ölçülerini değişmez kabul edip “İslam’a Muhatap Anlayış” zaviyesinden ele alınan bir dünya görüşüyle hareket etmek. Bu mânâda çağımıza sunulan “Büyük Doğu-İbda” bu gâye için teklif edilen yegâne fikir sistemidir.  İnancımıza mutabık her sahada ihya için muhtaç olduğumuz da budur.

Şule Parmak, Aylık Dergisi 154. Sayı Temmuz 2017