Büyük Doğu Mimarı’nın “Dünya Bir İnkılap Bekliyor!” tesbit ve teşhisinin kendisini çok çetin hissettirdiği bir dönemden geçiyoruz. Zira Batı adamı, hâkimiyet kurduğu insanlığı kendisiyle birlikte batağa çekiyor ve maddî-manevî tüm müesseselerde iflas ettiği için bu bataktan kurtuluşunun da çözümünü bilmiyor. İbda Hikemiyatı’ndan öğrendiğimiz “Kâinat boşluk kabul etmez” esprisinden hareketle, Batı’nın bu çöküşünü sahte ruhçu Uzak Doğu’yla telafi etme niyetinde “dünyanın efendileri”. Burada şu hususu da belirtmeden geçmeyelim: İnsanlığın aradığı deva, bugün Uzak Doğu’nun temsil ettiği Nihilizm-Taoculuk-Hiççilik gibi felsefe ve inanışlardan mülhem sahte ruhçu çözümler değil, İslâm ve ona muhatap anlayışın düzenidir. Yoksa bu felsefe ve inanışlar da insanlığı başka türlü bir buhrana sevk edecektir. Bahsettiğimiz Uzak Doğu’nun temsilcisi ise siyasî, iktisadî, müspet ilimler ve birçok sahada önde olan Çin…

Teknolojideki gelişmeler ve politik konjonktür değişse de, Soğuk Savaş dönemindeki kadar olmamak kaydıyla, bugün halâ Uzay yarışları önemini korumakta. Çin bu alanda ABD’nin öncülüğünü sarsacak nitelikte, daha önce kimsenin ayak basmadığı Ay’ın karanlık yüzüne gitmek gibi bir dizi uzay programını başlatmış ve uzay teknolojilerinde büyük bir ilerleme kaydetmiştir. Bu durumun Batı adamı için ne ifade ettiği Amerikalı bir düşünce kuruluşu yöneticisinin şu ifadesi açıklıyor: “Çin Ay’a bizden önce gidecek. Bir diğer gök cisminin üstünde yürüyen adamları olacak, bizimse olmayacak.” Çin sahip olduğu Uzay teknolojilerini yalnızca Uzay yarışları için değil, Venezuela, Pakistan gibi ülkelerle de paylaşarak kendisine siyasi anlamda hareket alanı açıyor.

Son 30 yıl içerisinde 20 kat büyüyen Çin, bugün dünyanın en büyük ikinci ekonomisi ve 10-15 yıl gibi bir zaman diliminde ABD’yi eleyerek en büyük ekonomi olacağı tahmin ediliyor. Shangai (Şangay) beşlisine adını veren Shangai şehri ise birçok Batılı firmaya ve dünyanın farklı ülkelerinden insanlara yer vermesiyle hem iktisadi hem de kültürel zenginlik açısından parlayan bir yıldız konumunda ve dünyanın merkezi olmaya aday gösteriliyor. Bence Çin’i iktisadî olarak ön plana çıkaran husus, limitlerine dayanmış kapitalist sistemi onarabileceğinin düşünülmesidir. Bu yüzden Çin sistemi mercek altına alınmış durumda. Son zamanlarda Batılı ülkelerden, içinde sanatçısından aktörüne, siyasetçisinden iktisatçısına kadar birçok kişiden oluşan heyetler Çin’e bu minvalde seyahat ve geziler düzenliyorlar. Bu arada Batı boyunduruğundan kurtulmuş Hindistan’ı ve teknoloji devi Japonya gibi ülkelerin de Uzak Doğu’nun ön plana çıkışında pay sahibi olduğunu da belirtelim.

Çin aynı zamanda bugün ABD’yle iktisadi olarak karşılıklı bağımlılığa dayanan diyalektik bir ilişki içerisinde… Bugün ABD döviz rezervlerinde Çin büyük bir paya sahib ve ABD bu sayede faiz oranlarını belli bir seviyede tutabiliyor. Aynı zamanda ABD Çin’in en büyük ithalatçısı… Yalnız burada Çin dalkavukluğu yapmıyoruz; bazı tesbitler yapmaya çalışıyoruz. Yoksa Çin zulmüne uğrayan Doğu Türkistanlı ve farklı coğrafyalardaki kardeşlerimizin kini taze ve küfre karşı intikam hissimiz daim!

Uzak Doğu’yu ön plana çıkartan en önemli husus ise, Batının Rönesans ve Aydınlanma sonrası Seküler-Materyalist zemin üzerinde temellendirdiği müsbet ilimler ve makine inkişafından kaynaklı buhrana çare olarak görülmesidir. Müsbet ilimler ve makine alanındaki inkişafın sebeb olduğu surete ait “mânâ-ruh”un kaybı ve buna bağlı oluşan buhran artık gizlenemez raddededir. “Hiçlik menşeinden-hiçlik birliğinden(!) uzaklaşmadan hep Tao’yu, X’i düşünmek. Madde hâkimi Batı’ya ne bakımdan hitab ettiği meselesi de açık oldu sanırım: Maddeci mânâ(!)... (...)  Batı için ise, kendi mitolojilerine bakıştaki zevk gözü, büyüsü, en önemlisi de tasarrufuna alabilmesi bakımından ilginçtir!..” (Salih Mirzabeyoğlu, Sefine, sh.119) Öyle ki, kendileri için devrimci bir hüviyete sahip, müsbet ve sosyal ilimlerde kaybedilen “bütünlüğün” sağlanması adına umut verici Hologram Teorisi, determinist paradigmayı yerle bir eden Kuantum Fiziği, Kaos, Sicim gibi fiziği metafiziğe doğru kaydıran teorilerin köken ve ipuçlarını Batılılar, Uzak Doğu mistisizminde bulduklarını zannetmiştir. Bu alanlarda çalışan önemli bilim adamları Uzak Doğu’ya gitmiş ve burada çalışmalarına katkı sağlaması için uzun süre kalarak Budizm, Hinduizm, Taoizm gibi dinleri incelemişlerdir. Parapsikoloji alanındaki şuur ve şuuraltına dair vakıaların bilimsel açıdan izahını yapamamış, nihayetinde bu vakıaları Uzak Doğu dinlerindeki birtakım istidraç uygulamalarına bağlayabilmişlerdir. Müsbet ilimler alanında bahsedilen bu durum aynı zamanda kabul edilen bu hiççi ve mistik inanış ve felsefelerin, peşin fikir olarak kabul edilip, bu peşin fikirden hareketle birtakım sonuçlara ulaşma veya bulunanın aranması şeklinde bu peşin fikrin ispatı için çalışmalar yürütülmesi demek oluyor. Bu ise menfi kutub eliyle Mutlak Fikrin Gerekliliği davasının isbat edilmesi demek!

Netice olarak Uzak Doğu, Batıya gereken ruhu ona Büyük Doğu Mimarı’nın Asyacılık davasında tespit ettiği gibi veriyor. Aslında bizim yapmamız gerekeni sahte tarafından Uzak Doğu yapıyor. Bununla birlikte –yine asıl bizim yapmamız gereken- Batı karşısına Uzak Doğu olarak şahsiyet plânında çıkıyor. Oysa Asyacılık davamız gereği; Batının maddi keşifleri ile Doğu ruhunu Büyük Simyacının eliyle terkib etmeli, bunları İslâm’ın ana ölçülerinin süzgecinden geçirip, Büyük Doğu şahsiyetiyle Uzak Doğu’ya örneklik teşkil etmeliydik. Uzak Doğu’yu teşkilatlandırıp Batının karşısına dikilmesini sağlamalıydık. Anlaşılan yalnızca Türkiye ve İslâm âleminin şartları değil, Uzak Doğu’nun şartları da Türkiye’yi tarihi misyonunu üstlenmeye zorluyor!


Baran Dergisi 525. Sayı