Esselâmü aleyküm.
Nasılsınız? (Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, Carlos'a nasıl olduğunu soruyor.)
İyiyim. Başkan Chavez için açılan taziye defterini imzalamak üzere İstanbul'daki Venezüella Konsolosluğu'na veya Ankara'daki Venezüella Büyükelçiliği'ne gittiniz, değil mi? Siz ve diğer gönüldaşların gidip bu taziye defterlerini imzalamanız ve Başkan'ın hatırası için orada duygularınızı kaleme almanız çok mühim. (Av. Yılmaz, Av. Ali Rıza Yaman'ın Pazartesi günü Ankara'daki büyükelçiliğe gideceğini söylüyor.)
Peki Kumandan Mirzabeyoğlu nasıl? (Av. Yılmaz, kendisinin iyi olduğunu söylüyor.)
Bana gelince, bugünlerde biraz üzgünüm hâliyle. (Av. Yılmaz, "hepimiz üzgünüz" diyor.)
Bana soracağınız herhangi bir soru var mı? (Av. Yılmaz, sorusu olmadığını, ancak Chavez'le ilgili olarak konuşabileceklerini söylüyor.)
Olur.
Geçen Salı günü [5 Mart 2013], Venezüella saatine göre Salı günü öğleden sonra, Başkan Chavez, Başkan Hugo Rafael Chávez Frías vefat etti. 
Venezüella'nın Batı ovalarından, Barinas eyaletinden Venezüellalı bir ailede doğdu Chavez. Anne ve babası öğretmendiler, öğretmenler, hâlâ yaşıyorlar. Yaşadıkları bölgede, siyasî bakımdan, sosyalist olarak büyük kabul gören insanlardı anne babası.
Chavez, orada okula gitti. Asıl düşüncesi, bir beyzbol oyuncusu olarak "profesyonel" bir sporcu olmaktı. Bu gerçekleşmeyince, liseden sonra askerî akademiye devam etti.
Askerî okula girince, siyasî düşüncelerinden dolayı, daha ilk gününden itibaren öne çıktı; lider bir şahsiyet profili çiziyordu. Milliyetçiydi ve Güney Amerika'yı hürriyetine kavuşturan Simon Bolivar'ın düşüncelerini savunuyordu. Okul hayatında başarılı, aynı zamanda sportmen bir subaydı. Bir çeşit "özel kuvvet" olarak, Venezüella ordusunun paraşüt birliğini de o kurdu.
Bu süreçte, hep aktif bir siyasî şahsiyet oldu. Fakat konuşmayı ve şakalaşmayı seven coşkun karakteri sebebiyle, istihbarat ve güvenlik servisleri çok da ciddiye almadı onu. Bolivarcı görüşler çerçevesinde Chavez'in bir takım siyasî çalışmalar yaptığını biliyorlardı ancak onu çılgın bir insan gördükleri için, o derece ciddiye almadılar. 
Oysa çok ama çok ciddi bir insandı Chavez. Zaten sonuçta teşkilâtını kurdu, özellikle albay seviyesindeki subaylarla birlikte, yozlaşmış Carlos Andrés Pérez idaresine karşı askerî bir darbe teşebbüsünde bulundu [4 Şubat 1992]. Sözkonusu devlet başkanı, 1960'ların başında açıklanan ve içinde tüm dünyadan -bazıları çok önemli- politikacılar bulunan "CIA muhbirleri listesi" içinde ismi geçen biriydi. CIA'den her ay birkaç bin dolar alıyordu.
Evet, böyle bir adama karşı askerî bir darbe teşebbüsünde bulundu Chavez. Bu darbeye, 1989'da yaşanan ve Carlos Andrés Pérez tarafından sert biçimde bastırılan bir halk isyanı sebeb olmuştu [27 Şubat 1989, Caracazo isyanı]. 
O dönem, ülkede büyük bir ekonomik kriz yaşanıyordu. Doların fiyatı, benzinin fiyatı, birçok şeyin fiyatı aşırı mikyasta fırlamış; böyle olunca, başkent Caracas'taki halk ayaklanmış; ne var ki bu isyan şiddetle bastırılmıştı. Bu isyan sırasında tam olarak kaç kişinin öldürüldüğünü hâlâ bilmiyoruz. Öldürülenlerin çoğunun cesedi güvenlik güçleri tarafından ortadan kaldırıldı ve kaybedildi. Binden fazla insan katledildi orada. Binaların, araçların, eşyaların ateşe verildiği bu isyanın güvenlik güçleri tarafından çok kanlı biçimde bastırılmasına tepki olarak, isyandan üç sene sonra 1992'de, Chavez liderliğindeki askerî birlikler sözkonusu askerî darbeye teşebbüs etti.
Chavez'in darbesi başarısız oldu, çünkü devlet başkanı Carlos Andrés Pérez, küçücük bir gecikmeden dolayı kaçmayı başarmıştı. CIA'in organize ettiği bir operasyonla, bir motosiklet sürücüsünün arkasında, başkent Caracas civarındaki bir yeraltı tüneline kaçmayı başarmıştı.
Devlet başkanı kaçınca, hükümeti ve tüm bir sistemi kontrol etmek zor olacaktı hâliyle. Devlet başkanının ele geçirilemediği bir durumda iktidara gelemeyeceğini düşünen Chavez, darbeyi durdurmaya karar verdi. Çoğu askerlerden olmak üzere birçok kişi ölmüştü zaten.
Chavez'in askerî darbeyi yarıda kesmesi, kendi safındaki bazı subaylarla da arasının açılmasına yol açtı. Sözkonusu subaylar, savaşmaya devam etmek istiyorlar ve Chavez'in yeterince cesur davranmadığını düşünüyorlardı.
Chavez'in, askerî darbenin ikinci adamı olan subayla da arası açılmıştı. Bu adam, sağ görüşlü, milliyetçi, Franco temayülleri olan Katolik biriydi [Francisco Arias Cárdenas?]. Chavez ise sadece Katolik bir dindardı, o kadar. Kilise taraftarı değildi. Kilisenin dikte ettiği tarzda bir dinin taraftarı da değildi. Kaldı ki bu kilise, halkın değil, Venezüella üst tabakasının hizmetinde olmuştu hep. Bağımsızlık mücadelesi sırasında bile, Venezüella halkının değil, İspanyol sömürgecilerinin safındaydı. Ülkemdeki Katolik Kilisesi'nin tarihi böyle.
Neticede, hapishâneye gönderildi Chavez ve iki yıl kadar orada kaldı. Cezaevi hayatında da birçok problem yaşadı. Darbeyi sürdürüp savaşma taraftarı olan eski subay arkadaşlarıyla ihtilafları oldu ve birbirleriyle konuşmadılar bu süreçte. 
Diğer mahpuslardan ayrı bir hücreye konulan Chavez'e sadık ve onu koruyan genç bir subay vardı: Diosdado Cabello [şu ânki Venezüella Millet Meclisi Başkanı]. Chavez'in konulduğu hücre koridorun sonundaydı ve hemen bitişiğinde de Cabello'nunki bulunuyordu. Cabello, kimsenin Hugo Chavez'in hücresine yaklaşmasına ve onu rahatsız etmesine izin vermedi. Gönüllü olarak yaptı bunu.
Hapishânede geçen iki yılın sonunda yeni bir devlet başkanı seçildi ve Rafael Caldera'nın ilân ettiği afla serbest bırakıldı Chavez ve arkadaşları [Mart 1994]. 
Rafael Caldera, annemin kuzeniydi. Falanjistti. İspanya İç Savaşı sırasında Franco taraftarı olmuştu. Katolik Hıristiyandı ama Falanjist temayüllere sahibti. Sosyal Hıristiyan Parti'yi kurdu ve bu parti safında siyasî mücadele verdi. Daha önce de bir dönem devlet başkanlığı yapmıştı [1969-1974] ve bu ikinci dönemiydi. Caracas Başpiskoposu olan kardinalin yardımıyla, komünist gerillalarla barış yapılmasını başarmıştı. Sadece gerilla tarafında 15 bin kişinin öldüğü bu çatışmayı sonlandırdıktan sonra, yıllardır hapiste yatan birçok kişi de serbest bırakılmıştı o dönem. 
Caldera, ilk dönem devlet başkanlığından sonra da hep sağ kanattan bir insan olarak kalmasına rağmen, hernekadar ideolojik ve politik bakımdan düşman olsalar da, sol kesimle bağlarını, irtibatını, bir çeşit güven ilişkisini hep muhafaza etti. 
1994 yılında Caldera tek başına devlet başkanlığı seçimlerinde aday olduğunda -kendi partisi aday olarak onu desteklemiyordu-, şahsından dolayı bazı destekçileri bulunsa da, seçilmesi için bu yeterli değildi. Peki ne oldu sonuçta? Herkes onu destekledi. Kitleler gözünde popüler olan Chavez de, hapishâneden onu destekleyip oyunu ona verdi. Komünist Partisi bile! 
Komünist Parti demişken; yaklaşık on sene öncesine kadar Komünist Parti, "ateist" olarak görülürdü Venezüella'da. Ne var ki, on sene önceki bir kongrede benden taleb edilen bir değerlendirme yazısı üzerine, yâni benim sayemde, Komünist Parti şunu kabul etti: 
- "Venezüellalı bir komünist, Hıristiyan veya Müslüman olabilir."
Hâlbuki Venezüella'daki Müslüman sayısı çok azdır (Carlos gülüyor.)
İşte bu Komünist Partisi de Caldera'yı destekledi; sağcı, Franco taraftarı, Katolik bir devlet başkanı adayını. Fiilî olarak, sol kanadın çoğu destekledi Caldera'yı. 
Nihayet başkan seçildi Caldera ve cumhurbaşkanı olduktan sonra da bir kararname yayınlayarak, hapishânedeki tüm subay ve askerleri bir afla serbest bıraktı. Chavez de vardı aralarında.
1994'te serbest bırakıldıktan 5 sene kadar sonra, 1998 yılında devlet başkanı seçildi Chavez. Marjinal bir adaydı ve kimse onun seçilmesini beklemiyordu. Ben de desteğimi verdim ona. Hattâ Caracas'ta beni destekleyenlerden oluşan ve kendilerini "Carlos'un Dostları" olarak adlandırıp, Caracas'ın batısındaki çok yüksek binaların, dolayısıyla o sıralar en yoğun yerleşimin bulunduğu bölgeyi kontrol eden insanlar, Chavez için yüzbinden fazla oy toplamayı başardı. Aynı şekilde, Komünist Parti de Chavez'e desteğini sundu. Milliyetçi sağdan ve hür masonlar da dahil başka birçok kesimden de oy desteği gelince, başlangıçta pek kimsenin şans tanımadığı Chavez, birden devlet başkanı seçildi. Böylece iktidara geldi.
O zamandan beri hep şunu düşündü bazı insanlar: "Biz, spontane ve popüler bir tarzda, üstelik gereğinden fazla konuşan, sürekli şaka yapan, biraz aptal ve ciddiyetten uzak bu adamı kullanabiliriz." Oysa Chavez, ne onların zannettiği gibi aptal, ne de onların düşündüğü gibi ciddiyetsizdi. Sadece şaka yapmayı seven, hâdiselere mizah duygusuyla yaklaşmayı seven tipik bir Venezüellalıydı. Ben de böyleyimdir bazen. Ciddiyizdir ama hâdiseleri ele alırken ciddi değil de mizahî yaklaşırız.
Chavez iktidara geldiğinde, hâliyle etrafını oportünistler, fırsatçılar da sardı. Bir kısmı onu terketti, bir kısmı ona isyan etti, bir kısmı ona ihanet etti, bir kısmı askerî darbe yapıp onu öldürmeye teşebbüs etti. Vesaire...
Sonuç olarak, Chavez iktidara geldi ve "zehirlendiği" için geçen Salı günü vefat edene kadar da hep iktidarda kaldı. 
Chavez'in düşman tarafından radyasyona maruz bırakıldığından eminim. Düşman, Amerika Birleşik Devletleri ve onların güvenlik servislerinin ajanlarıdır.
Başkan Maduro da zaten Başkan Chavez'in vefatının ardından yaptığı ilk konuşmada bunu "böyle" ilân etmiştir. Bu konuşmada, önce Başkan Chavez'in vefat ettiğini söylemiş, ikinci cümlesindeyse, Başkan Chavez'in ölümünden ABD emperyalizminin sorumlu olduğunu vurgulayarak ABD'yi suçlamıştır. Daha fazla detay vermemiştir. 
Daha önce de sözünü ettiğim bir hâdise hakkında konuşmak istiyorum bilvesile.
Söylediklerimde haklı çıkmaktan, söylediklerimin daha sonra gerçekleşmesinden dolayı çok sık olarak üzülüyorum. Bu benim peygamber veya dehâ olmamdan kaynaklanmıyor, sahib olduğum tecrübeden dolayı böyle.
Hayatım boyunca, çok genç yaşımdan itibaren, birçok ülkeden tarihî bir takım şahsiyetlerle tanışmak, onları dinlemek, onlarla konuşmak ve görüş alışverişinde bulunmak gibi bir şansım oldu. Tanınmış bir fedai kumandanı olduktan sonra, elbette devlet başkanları da dahil olmak üzere böylesi insanlar benimle görüştü. Zaten anne ve babamdan ötürü, çok küçükken bile bu seviyede insanlarla görüşme imkânı bulmuştum. Tüm bunlar, bana birçok şeyi öğrenme fırsatı sundu.
Bizim [Filistin Halk Kurtuluş Cebhesi] Dış Operasyonlar Şefimiz, tarihî şahsiyet Dr. Vedî Haddad da zehirlenmişti. Kendisi bir Anglikandı. Bunda ısrar ediyorum. Ortodoks olduğu lanse ediliyor fakat Anglikandı. İngiliz Kilisesi'ne bağlı olması kimilerinin işine gelmiyor, bu yüzden Ortodoks olduğu iddia ediliyordu. Anglikan Kilisesi'nin başı İngilitere Kralıdır, şu ânki durumdaysa İngiltere Kraliçesi. 
Dr. Vedî Haddad, dünyadaki tüm silâhlı devrimcileri ve milliyetçileri eğitiyor; bu çerçevede, dünyanın her köşesindeki siyonist çıkarlara saldırmak üzere, tüm dünyadan gelen benim gibi gönüllüleri değerlendiriyordu. 
İşte bu insan da radyasyona maruz bırakılmış ve zehirlenmiş, sonuçta Doğu Almanya'da vefat etmişti. "Tabiî bir ölüm" olduğu söylenmişti ancak neyin ne olduğuna dair ailesi tarafından bize bilgi verilmişti. Neden öldüğünü ve hangi ilaçların kullanıldığını biliyoruz. Fakat Doğu Alman güvenlik servisleri bunun bu şekilde yansıtılmasını istemedi. Neticede karşı tarafın güvenlik servisleriyle yüzyüze geliyorlardı ki, bu şekilde ifşâ edilmesini kendileri için mahzurlu buldular. Çünkü herkes karşılıklı olarak bir takım özel operasyonlar düzenliyor ve karşı taraftan insanları öldürüyordu.
Daha önce de birkaç kez ifâde ettiğim gibi, Dr. Vedî Haddad'ı Cezayir Genel Güvenlik Servisi Şefi olan homoseksüel Albay Ahmed (Raaya) radyasyonla zehirlemişti. Bundan emindik.
Albay Ahmed (Raaya) bana da ihanet etmişti. Benim durumumda radyasyon falan yoktu ama beni Batılı güvenlik servislerine teslim etmeyi plânlıyordu. Ne var ki Yugoslavya Devlet Başkanı Mareşal Tito, benim korunmam için emir verdi ve öylece kurtuldum. Olağanüstü bir hâdise oldu bu benim için. Hâlâ sağ kalmamı ona borçluyum. Gerçi Mareşal Tito'yla tanışma fırsatı bulamadım hiçbir zaman. Ruhu şâdolsun. Büyük adamdı.
Dr. Vedî Haddad, birkaç ay süren bir hastalık döneminden sonra, 1978 Mart ayında öldü. Ondan üç beş ay sonra, 1978 Aralık ayında da, Sovyetler'in müttefiği olan Cezayir Devlet Başkanı Huari Bumedyen, yine radyasyona maruz bırakıldığı için hayatını kaybetti. Ruslar, Bumedyen'i kurtarmak için ellerinden gelenin en iyisini yaptı ama hiçbir sonuç alamadılar.
Bumedyen bir komünist değildi, Müslüman bir adamdı. İçki de içmezdi. Tek kullandığı şey Küba purosuydu ki, puro da yasaklanmış birşey değil tabiî Kur'an'da (kendisi de puroyu çok seven Carlos gülüyor). Bu adam, jeopolitik mülâhazalar sebebiyle Sovyetler Birliği'nin stratejik bir müttefiğiydi. Sonuç olarak, Ruslar onu kurtaramadı ve kendisine -bu söylediklerim dedikodu değil kesin bilgidir- "seni kurtaramayacağız, öleceksiniz, radyasyona maruz bırakılmışsınız, yapabileceğimiz hiçbir şey yok" dedi. Cezayir'e geri döndü ve bir müddet sonra da öldü.
Bu zikrettiklerim, bizi de yakından ilgilendiren, iki radyasyona maruz bırakma hâdisesiydi. Örgütümüzü ilgilendiren, bizi ilgilendiren iki hâdise, iki tecrübe...
Başkan Chavez, Ekvador ve Gabon'un OPEC'ten ayrıldığı, OPEC'in neredeyse çökmek üzere olduğu bir demde OPEC'e güç vermek için, bazı OPEC ülkelerini ziyaret etmiş ve devlet başkanlarıyla görüşmüştü yıllar önce [2001]. Bu çerçevede Cezayir'e de gidip, yeni iktidara gelen Cezayir devlet başkanı Bouteflika'yla görüşmüştü. Chavez'i şaşırtan bir konuşma geçmişti Başkan Bouteflika'yla aralarında. İlk tanışma faslından sonra oturup konuşmaya başladıklarında, Başkan Bouteflika'nın Başkan Chavez'e söylediği ilk şey, "Carlos için birşeyler yapmalıyız!" olmuştu. Bouteflika İspanyolca, Chavez de Fransızca bilmediği için, bir tercüman aracılığıyla söylemişti bunları Başkan Bouteflika. Bu hâdise, oldum olası çok duygulandırmıştır beni. Hiç unutamadığım bir hâdisedir. Bu dayanışma tezahürünün bendeki hatırası derindir. Kaldı ki, şayet bir Cezayir vatandaşı olsaydım, şu ân hapishânede de olmazdım. 
Evet, Chavez, bu şekilde ülke ziyaretlerine devam etti. Fakat daha bu ziyaretler başlamadan önce ben çok endişelenmiştim. Bu yüzden de ona bir mektub göndermiştim. 
Bu mektub, tamamen güvendiğim bir insan tarafından, kendisine Paris'te "elden" teslim edildi. Kim olduğunu söylemeyeceğim; kendisi hâlen sağdır. Bu hanım, mektubu "elden" Başkan Chavez'e teslim ederken, "bu mektub Carlos'tan" demiş, Chavez de hemen meseleyi anlayıp, etrafta insanlar olduğu için mektubu derhal cebine sokmuş ve "tamamdır, teşekkür ediyorum, sizi hatırlıyorum" şeklinde mukabele etmiştir. 
Her neyse... Chavez sözkonusu geziyi tamamladı ve Venezüella'ya geri döndü. 
Hattâ bu gezi sırasında İran'a da gitti ve bir helikopterle Irak sınırına vardıktan sonra, arabayla sınırı geçti (Carlos gülüyor). Sınır kapalıydı. Irak'la bilfiil savaşmıyorlardı o dönem ama bir savaş durumu da vardı aralarında, bir nevî ateşkes sözkonusuydu. Oradan Bağdat'a geçti ve Saddam'la da görüştü Chavez.
Nihayet gezisini tamamlayan Chavez, Caracas'a geri dönüyor ve orada bir toplantı düzenliyor. Bu toplantı esnâsında, benim ona yazdığım mektubu eline alıp gösteriyor ve şöyle diyor:
- "Bu mektub bana Carlos'tan geliyor ve beni yaptığım gezide başıma gelebilecek tehlikelerden ötürü uyarıyor."
Çünkü o mektubta şöyle yazmıştım kendisine: 
- "Sağlığınız için korkuyorum, çünkü bu bakımdan bazı tecrübelerimiz var. Resmî seyahatleriniz sırasında sizi bekleyen tehlikeler olabilir. Bu süreçte kalacağınız resmî ikametgâhlarda, saraylarda vs., sizin ne olduğunu farkedemeyeceğiniz şekilde sizi kolayca zehirleyebilirler. Zeminlerden, duvarlardan, tavanlardan bile sizi radyasyona maruz bırakabilirler."
Sözkonusu toplantıda bunlardan bahsetti Chavez ve ben de çok duygulandım hâliyle. Derken, birkaç yıl sonra, bu sefer mektubu göstermeden, bir başka toplantıda yine aynı mektubtan söz etti Başkan. Ben tabiî yine çok duygulandım ve gurur duydum. Ancak bu süreçte ben kendisine başka mesajlar, başka mektublar da göndermiş olmama rağmen onlardan bahsetmiyor, hep bu mektubtan bahsediyordu. Üstelik bu tarihten sonra da, her yıl en az bir kere bu mektubtan bahsetti Başkan Chavez. Ben de "niçin acaba?" diye merak ediyordum. Evet, niçin?..
Bir şey daha: Sürekli Küba'ya gidiyordu Başkan. Elbette, başka ülkelere de gidiyordu. Latin Amerika'ya, Avrupa'ya, Asya'ya gidip çeşitli ülkelerde görüşmeler yapıyordu ama nedense her yurtdışı ziyaretinin sonunda soluğu birkaç günlüğüne Küba'da alıyordu. Ama her seferinde böyle. Tamam, Fidel Castro'yu seviyordu. Fidel Castro bizim ustamız. Yaşayan en büyük devrimci. Chavez dahil, hepimiz için bir örnek. Ancak ben bunu da merak ediyordum, her seferinde bu Küba'ya gidişler niçindi?..
Tabiî, artık anladım. Bu insan zehirlenmiş, radyasyona maruz bırakılmıştı. Birkaç sene öncesine kadar durumu sakladılar, ancak bu vakitten itibaren, artık "resmî" olarak da tedavi için Küba'ya gitmeye başladı Chavez. Resmî olarak Küba'ya gitmezden önce, ayda en az bir kere Küba'ya gidiyordu Chavez. 
Küba, dünyada tıbbî hizmetin ciddi ve en iyi olduğu ülkedir. Elbette bedelini öderseniz, size dünyanın en iyi tıb uzmanlarını getirtebilirler. Herhangi bir hastalık için, Fransa'dan, Türkiye'den, Rusya'dan, ABD'den vs. sizin için profesörler getirtebilirler. Mükemmel doktorlar kadar, en iyi güvenlik ve gizlilik şartlarına sahibtirler.
Chavez'in, 2000'li yılların başında kendisine gönderdiğim bu hissî dille yazılmış mektub eline geçtikten sonra, neredeyse 10 yıl boyunca her yıl bir kez bunu hatırlatması demek ki bundanmış. Demek zehirlenmiş, demek hastaymış ve Küba'ya gitmesi de bundanmış. Ve yine demek ki Küba, kendisine en iyi tedaviyi uygulamış ve şu kadar sene onu sağ tutmayı başarmış.
Söylemekten dolayı üzgün olduğum husus, kendisini uyardığım hâdisenin sonuçta gerçekleşmiş olmasıdır. Zaten Chavez'in vefatından sonra, eski devlet başkan yardımcısı ve artık geçici devlet başkanı olarak bu ölümü duyuran Nicolas Maduro'nun ikinci cümlesi de, Başkan'ın ölümünden ABD'yi sorumlu tutarak suçlaması olmuştur. Bu cesareti göstermiştir Maduro.
Şimdi... Herşeyi kendime, kendi küçük şahsıma, 7 milyar insan içerisinde sadece bir kişiye bağlamak istemiyorum. Fakat, Venezüella'daki birçok kişinin neden benim Venezüella'ya dönüşümü sabote etmek istediğini, Chavez'in Fransa'dan Venezüella'ya dönüşüm için verdiği emirlere neden uyulmadığını da çok merak ediyorum. Oysa beni hapishâneden çıkartabilirlerdi. Üstelik, birçok yoldaşım bile, başka herhangi bir operasyon yapmaksızın, benim normal yollarla hapishâneden çıkıp Venezüella'ya dönmemi bekledi hep.
Böyle böyle artık daha iyi farketmeye başladım ki, Başkan'ın yakın çevresinde bir düşman ajanı var. Bu ajan, ne Nicolas Maduro, ne Diosdado Cabello, ne de Elias Jaua'dır, yâni Başkan Chavez'in çok yakın ve iktidara gelmezden önceki sadık yoldaşları arasından değildir. Ancak "belli bir seviyede" olmalıdır bu muhbir.
Aynı şekilde, bazen düşündüğüm bir şey de şu ki, Başkan'ın yakın çevresinden olan insanlar onun hasta olduğunu, zehirlendiğini biliyordu. Muhtemelen, Chavez benim ismimi her andığında, onun çok yakınındaki sadık insanlar değil ama, sözünü ettiğim fırsatçı güruh içindeki -en az bir- Amerikan ajanları bu uyarımdan dolayı tedirgin oluyordu. "CIA'yı ve irtibatlarını zamanında tanımış bu adam şayet buraya gelirse problem çıkarır; bu yüzden Carlos Venezüella'ya dönmemeli ve daima hapishânede kalmalı!" diye düşünüyor olmalıydılar. Dönüşümü engelleyen sabotajın sebebi, sanıyorum, buydu.
Acaba Başkan'a böyle bir uyarı mesajı göndermeseydim ne olurdu? Sonuçta, bu uyarımın da faydası olmadı ve Başkan radyasyona maruz bırakıldı, zehirlendi ve düştü.
Diyeceğim o ki, Başkan Chavez'e yaptığım sözkonusu uyarının bedelini ödüyorum ben de şu ân. Chavez'in yaşadığı trajedinin bir kurbanı da belli ki benim.
Şimdi, Chavez'in tarihî mirasına, Bolivarcı Devrim ve Cumhuriyetin devamına, ortaya konulan örneğe ve Chavez'in imajına dair önemli birkaç noktayla beraber, mevcut politik atmosfere temas edeceğim.
Geçen dönemde Chavez'in yanında, Elias Jaua diye Arab kökenli bir Devlet Başkan Yardımcısı vardı. Bolivarcı teşkilâtın en üst seviye liderliği içindeki en radikal, en devrimci insandı bu. Chavez bu kişiyi devlet başkan yardımcılığı görevinden alıp, niçin Dışişleri Bakanı yaptı acaba?..
Diğer yandan, Nicolas Maduro da geçen dönemin Dışişleri Bakanı idi. Ne var ki, kangrenleşmiş ve tam bir karmaşa içerisindeki dışişleri bakanlığını kendi döneminde temizlemeyi başaramamıştı. Dışişleri Bakanlığı teşkilâtını, yabancıların ajanlarından, hükümete açıkça ihanet eden ve karşı çıkan ama yine de mevkiini koruyan hain büyükelçi ve diplomatlardan -sadece Paris'teki Fransız ajanı Venezüella büyükelçisinden bahsetmiyorum, profesyonel diplomatlardan bahsediyorum- temizleyememişti Maduro. 
Fakat, belli bir kalite sahibi, kendisine tamamen sadık, orta-alt sınıf kökenli, Caracas'taki otobüs şöförlerinin sendika liderliğini yapmış -ki bu önemli bir sendikadır-, sendika yetkilisi olarak yetişmek üzere Chavez'den önceki bir zamanda Küba'ya eğitim almaya gitmiş, Chavez'in mahpus ve yasaklı olduğu dönemde onun avukatlığını yapmış hanımla evli, Bolivarcı ama siyasî çizgisi radikal olmayan yâni hep orta yolu tutan ve muhalefetle çok fazla çatışmayan Maduro'yu Dışişleri Bakanlığı'ndan alıp niçin bu yeni dönemde Başkan Yardımcısı ve halefi yapmıştı acaba Chavez?..
Bunları bir olumsuzluk ifâdesi olarak değil, objektif bir politik tesbit olarak söylüyorum.
Bir diğer ifâdeyle Chavez, Elias Jaua'yı devlet başkan yardımcılığından alıp dışişleri bakanı yaparken, Nicolas Maduro'yu da dışişleri bakanlığından alıp devlet başkan yardımcısı yapmıştı, yâni ikisi arasında bir görev değiş tokuşu gerçekleştirmişti.
Mesele şudur: Jaua'nın devlet başkan yardımcılığından alınıp dışişleri bakanı yapılması, bir rütbe düşürme hâdisesi değildir. Şöyle ki, Venezüella Dışişleri Bakanı'nın çok önemli bir rolü vardır. Çünkü Venezüella'nın çok aktif ve hücuma dayalı anti-emperyalist bir dış politikası mevcuttur. Şayet Venezüella diplomasisindeki sözkonusu bürokratik yozlaşmayı temizleyemezlerse, hükümetin gerçekleştirmeyi istediği amaçlara ulaşılamayacaktır. Devlet başkanının ve dışişleri bakanının seyahatlarini organize edecek ve gereken altyapıyı sağlayacak olan da yine bu profesyonel diplomatlardır ki, bu bakımdan çok önemlidir. Mesele sadece büyükelçilerden ibaret değil ayrıca.
Yetmiyormuş gibi, Venezüella Dışişleri Bakanlığı bir sürü homoseksüelle doludur. Bu kirlilik âşikardır, yeni de değildir, Chavez'den önceki dönemden bu yana sürmektedir, yâni ben icad ediyor değilim.
Kısacası, Dışişleri Bakanının rolü, önemli bir stratejik roldür. Anlaşılan o ki, Elias Jaua, Başkan Chavez'in işinin dünyaya yönelik kısmını devralacaktır. Çünkü Maduro, tüm zamanını Chavez gibi tüm dünyaya seyahat düzenlemekle geçiremez. Venezüella'da bulunmak zorunda kalacaktır çoğu. Sonuç olarak, zamanında Chavez'in icrâ ettiği bu görevi, radikal bir Bolivarcı olarak Jaua devralacaktır artık. 
İşin özü, idare kademesindeki tüm bu değişimler, bir "işbölümü"dür sadece.
Aynı çerçevede, bir de Diosdado Cabello var. Sadakatini her vesileyle isbatlamış ve en zor zamanlarında Chavez'in korumalığını ve yaverliğini yapmış bu eski subay da şimdi Venezüella Millet Meclisi Başkanıdır. Millet Meclisi, Venezüella'da esasî bir rol oynar. Çünkü kanunların geçtiği, yine bir devlet başkanının otoritesini ve olağanüstü zamanlardaki selâhiyetini sağlayan kararnamelerin işlerliğini sağlayacak mercî Millet Meclisi olduğu için, burayı da mutlaka kontrol etmek zorundasınız.
Diosdado Cabello, sadece bu meclis başkanlığı görevini yerine getirebilecek bir insan değil, Chavez zamanında olduğu gibi, devlet başkanıyla ordu arasındaki koordinasyonu sağlayacak da bir kişidir. Ordunun kilit merkezleriyle derinden irtibatları olan; hem kara kuvvetlerini, hem deniz kuvvetlerini, hem hava kuvvetlerini ve hem de "millî muhafızlar" dediğimiz jandarmayı kontrol edebilecek bir insandır aynı zamanda Cabello.
Chavez'in vefatından önce yapılan bu "rol dağılımı", devrimi korumak ve Bolivarcı devrimci çizginin devamını garanti etmek bakımından oldukça objektiftir.
Yıllar önce dile getirdiğim bir tesbit vardır Başkan Chavez hakkında:
- "Başkan Chavez, devrimin hem gücü, hem de zaafıdır."
Gücüdür, çünkü Simon Bolivar'dan bu yana Chavez gibi bir lider gelmemiştir Venezüella'nın başına. Latin Amerika'nın özgürleştiricisi Simon Bolivar'ın 200 yıl sonraki doğrudan halefidir o.
Fakat aynı zamanda, hiç kimsenin yerini dolduramayacağı bir insandır yine Chavez. Böyle insanların yeri doldurulamaz. Fidel Castro'nun da yeri doldurulamaz meselâ. Raul Castro, mükemmel bir insandır ama efsanevî bir figür olarak Fidel Castro'nun yerini dünyanın zihninde asla dolduramaz. Batılı düşman devlet başkanları bile, kendisiyle görüşmek durumunda kaldıklarında, Fidel Castro önünde küçülürler
Chavez'in "devrimin zaafı" olduğunu söylemiştim ya, şundan: Chavez öldüğünde de hiç kimse onun yerini dolduramayacaktır. İşte tam da bundan dolayı Chavez, tek başına değil, elbette en yakın halkasıyla beraber, böyle bir "görev dağılımı" yapma kararı almıştır. 
Merkezdeki üç sadık insan ve onların da çevresindeki -içlerinde en az bir ABD ajanı olmasına rağmen- geniş devrimci ve sadık halka, artık böyle yaşatacaktır Bolivarcı Devrimi. Çoğunluk itibariyle, kendilerini isbatlamış bir halkadır bu. Daha Chavez iktidara gelmeden önceki dönemden bugüne, temizlikleri, dürüstlükleri, bağlılıkları ve adanmışlıklarıyla; aynı şekilde, Venezüella halkı ve "Üçüncü Dünya"nın emperyalistlerce sömürülmüş milletleri için ölmeye hazır vasıflarıyla kendilerini isbatlamış devrimcilerdir bunlar.
Netice olarak, Chavez'i uyarmıştım ancak bu uyarıma rağmen zehirlendi. Başkan Maduro'nun da -ki kendisi ne söylediğini bilen, öyle boş konuşmayacak bir insandır- ifâde ettiği gibi, sorumlu olarak Amerika Birleşik Devletleri vardır bu suikastin arkasında. Bu sözleriyle, hepimiz adına, tüm  Bolivarcılar adına, tüm Venezüellalı devrimciler adına konuşmaktadır Maduro.
Söylemek istediğim şudur: Venezüella halkı için "birlik" vaktidir şu ân. Zaten iki kamp vardır Venezüella'da. Birincisi, halkın, Bolivarcı Devrimin tesis ettiği cumhuriyetin kampı; diğeriyse, düşman kampı. Bu düşman kampın, sağ veya sol olması hiç farketmiyor. Bolivarcı Venezüella Cumhuriyeti'ni istikrarlı, güçlü ve herkese örnek olacak bir biçimde geleceğe taşımak için, şimdi birlik olmalı, yeni devlet başkanını desteklemeli, kendisini en kısa zamanda seçmeli ve tarihî liderimizin ölümü gibi bir bedeli bize ödettiği ve böyle bir acıyı yaşattığı dikkate alınarak, sert biçimde de olsa bir ülke nasıl idare edilir artık öğrenmeliyiz.
Allahü Ekber.
9 Mart 2013

BARAN DERGİSİ 322. SAYI (14.03.2013)