"Necip Fazıl, AKP, Sanat ve Şeriat", "Necip Fazıl Kısakürek ya da Bir Mürşit Uydurmak", "Necip Fazıl'ın Başyücelik Devleti: İslâmî Bir Biyo-politik Ütopya" "Para ve Cinnet Buhranları İçinde Çırpınan Hâdi Çirkeften Efsaneye", "Çile Şâiri", "Anti-komünizmden Yabancı Düşmanlığına, Tarih Yazımından Aksiyoner Gericiliğe Üstad'tan İnciler" başlıklı yazılarla Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in sanat ve fikir hayatından tutalım, şahsi hayatına kadar bütün yönleriyle ele almaya çalışmışlar. Tabiî bunu yaparken de, kendi dünya görüşlerine nisbetle ele almışlar.
Aslında, ilk tepki olarak "perinçek’çi, aydınlıkçı kafası, ne olacak işte!" denilebilir… Evet, gerçekten de öyle… Tıpkı "kitaplar aynaya benzer, bir maymun bakarsa havari görüntüsü vermez" sözündeki gibi; "Bilim ve Ütopya" dergisinin Necip Fazıl hakkında yazan yazarları, bir altın madenine bakıp kendi tenekeden dünyalarını seyretmişler. Bu durum işin bir tarafı…
Şimdi ise asıl bizim söylemek istediğimiz tarafına geçelim.
Her ne olursa olsun, bizim dünya görüşümüz hakikatli davranmayı ister; hakikat tarafından bakabilmeyi ve eksiklik kendi fikrinde de olsa, bunu görmeyi, ele almayı, onu aşmayı, düzeltmeyi ve bütün bunlardan sonra kendi zıddına karşı hamle yapmayı bizden ister. "Hakikat"li tarafta olan her fikir adamı, her politikacı, her devlet adamı ve bütün bu saydıklarımızın mensupları, inananları da böyle olmak zorundadır.
Böyle olunca da, yazımızda ele aldığımız bu mevzuya bir de şu taraftan bakalım dedik: Beğenmediğimiz elin "evrimcileri" Üstad Necip Fazıl gibi bir fikir, sanat, aksiyon, dava ve mücadele adamını incelerken (her ne kadar birçok mevzuda hakikatli taraftan bakamasalar da) onun şiirinden Sorbonne Üniversitesindeki öğrenimine, kaç yıl, hangi sene, nerede hapis yattığından talebelerine, Nakşibendîliğinden MTTB Aydınlar Ocağı ağına; sanat, edebiyat, mahfillerindeki etkisinden cinnet buhranlarına, Abdülhâkîm Arvâsî Hazretleriyle tanışmasından onun düşman anlayışına, müzik anlayışından Abdülhamid meselesine; onun "toplum düşüncesi"nden aksiyonerliğine, "Başyücelik Devleti" teklifine kadar bütün yönleriyle inceleyerek, incelemeye çalışarak ele almış hiç olmazsa…
Oysa "İslâmcı camia"ya baktığımızda gördüğümüz manzara o kadar tuhaf ve absürt ki, Bilim ve Ütopya yazarlarını, bu tenekeden kahramancılık hareketini bile mazur görebiliyor insan.
Bakın nasıl; hangi "İslâmcı" yazarın "İdeolocya Örgüsü" eserini ele alarak "Başyücelik Devleti"ni, "Yüceler Kurultayı"nı, "Başyüce"yi, "İslâm İnkılâbında Aile"yi, "Bu İnkılâbın Kadınları"nı, "Yönetim ve Ekonomi"sini yazdığını gördük? Üstad'ın "İdeolocya Örgüsü" eseri bittiğinde "Şu ânda ölsek, gözümüz arkada kalmaz." dediği eserini İBDA MİMARI Salih Mirzabeyoğlu "Başyücelik Devleti" olarak kitaplaştırıp sistemleştirmeseydi, Necip Fazıl'ı "Şairlerden bir şair!" olarak toprağa gömmek ne kadar da kolay olacaktı; sözümüz yanlış anlaşılmasın, o ölmez mânâ kahramanlarını diri diri toprağa gömme davranışı bilfiil olabildiği gibi, görmezden gelinerek, yükünü sırtlanmayarak, yokmuş gibi varsayarak da yapılır. Maalesef yapıldı da! Bugün gelinen noktaya bakarak şunu söyleyebiliriz ki, Necip Fazıl'ın ardından bu türlü davranışların her şeklinin en şen'i biçimde yapılmaya çalışıldığını, ama İBDA MİMARI'nın buna müsaade etmediğini ve etmeyeceğini en iyi düşmanları, sevmeyenleri biliyor.
Bugün "Bilim ve Ütopya" dergisinin "Gericiliğin Üstadı Necip Fazıl" manşetine bakarak, kuru-sıkı karşı oluşta olanlar, onun en yakını olan ve Büyük Doğu davasını İBDA fikriyatıyla ve meydanda aksiyonuyla yürüten Salih Mirzabeyoğlu'nu senelerce görmezden gelerek, aslında kendi altından kalkamadıkları mesuliyetlerini görmezden gelmişlerdir. Gelinen noktada ise, "elin gavuru" sendeki madeni her yönü ile kurcalarken, başkasının çamurunda debelenenlerin bunaklıkları her mahfilde dedikodu mevzuu…
Üstad Necip Fazıl'ın 1939 senesinde "Çerçeve 1" isimli eserinde geçen şu cümle hâlâ ne kadar da taze:
"Bazı dostlarım bana demişti ki:
-Yazılarını kolaylıkla anlayamıyoruz. Bazı cümlelerini birkaç kere okumak lazım... Biraz daha hafif yazamaz mısın?
-Bazı düşmanlarımda şöyle buyurmuştur:
-Ne dediği anlaşılmayan adam! Muvaffâkiyetini anlaşılmamakta arayan, zikzaklı, dolambaçlı, çetrefil cümlelerde kıymet vehmeden yazıcı!
Demek ki, bazı dostlarımla bazı düşmanlarım arasında yalnız nezaket farkı var…"
Buraya iki not düşmek istiyoruz. Birincisi (dışımızdaki camia için) "Bilim ve Ütopya" dergisi için;
Üstad Necip Fazıl'ı o kadar inceleyip sık dokuyarak araştırmışsınız ki, yazılarınızda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'den, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a kadar herkese nasıl tesir ettiğinin altını çizerek anlatmışsınız; hani "adam büyük ressam, ama ufak bir ayrıntı var resim yapmayı bilmiyor" esprisindeki gibi, büyük araştırma yapmışsınız ama ufak bir ayrıntı var, Salih Mirzabeyoğlu gözünüzde o kadar büyümüş ki görememişsiniz…
İkinci notumuz ise "İslamcı" camia adına;
Binbir tonu içinde bütün kinlerini içinde saklayıp, dış yüzden Necip Fazıl hayranlığının maskesi altında cehaletini örtbas edenler, İslam davasını, "İslamiyetin Emir Subaylığı" Büyük Doğu'yu, Yürüyen Büyük Doğu İBDA'yı hazmedemeyenler dönüp baksınlar ki, hadis-i şerifte belirtilen kıskançlığın içlerinde açtığı oyuk mu daha büyük, yahut cehaletlerini gizlemeye çalıştıkları sahte hayranlık balonları mı?
"İslamcı” camia, İBDA MİMARI Salih Mirzabeyoğlu'nun şu sözlerini tekrar okumalı ve üzerine örtülü cehalet toprağını savurmalı:
"Dik bir yokuş karşısında dizlerimizin, ağır bir hindi dolması önünde midemizin, çıkacağı kapıyı bulamayan şaşkınlar arasında sinirlerimizin yorgunluk hakkını kim teslim etmez? Fakat fikrin yorduğu insanları ister istemez mazur görürken için için ağlıyorum.
Bu zavallılara bütün bir kâinattan mahrum oldukları söylense acaba anlaşılır mı?"
Yararlanılan Kaynaklar:
1.Necip Fazıl Kısakürek, Çerçeve 1, Büyük Doğu Yayınları, 3. Baskı / S. 177
2.Salih Mirzabeyoğlu, Damlaya damlaya "Yılanlı Kuyudan Notlar", İBDA Yayınları, 2. Basım
Baran Dergisi 322. Sayı