BM’de en büyük sıkıntı veto meselesi. Vetoyu kaldırdığınız zaman bütün sıkıntı çözülür. Ayrıca hayati kararlar artık Güvenlik Konseyi tarafından değil de Genel Kurul tarafından verilmeli.
Aksa Tufanı operasyonuyla birlikte dünyadaki emperyalist düzenin kurgusu da tamamen ortaya çıkmış oldu. Siz bu hadiseyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dünyanın emperyalist kurgusu başından beri vardı. Delki Aksa Tufanı bir kez daha teyit etti bu durumu. Zira Birleşmiş Milletler'in bu kurgusunu Bosna krizinde, Irak'ta ve Suriye'de, Keşmir meselesinde, Myanmar'da, Arakan'da, Müslümanların yaşadığı hadiselerde gördük. Irak'ın işgali gibi emperyalist yapı kendi lehine olan meselelerde, Birleşmiş Milletler'i hızlı hareket ettirirken, Müslümanlarla ilgili konularda adeta kör ve sağıra dönüşüyorlar. Yani bu kurgu çok eskilere dayanıyor ama bugünün meselesi olarak tekrar bir kez daha bizim hatırlamamızı sağladı. Bu mekanizma başından beri böyleydi. Birleşmiş Milletler mekanizması güçlülerin, özellikle İkinci Dünya Savaşı'nı kazananların mekanizmasıydı. Bu da uluslararası ilişkilerde olağan dışı bir durum değil. Devletlerin doğasına uygun bir şey. Yani kazanan düzeni kurar. Orada bir dünya savaşı vardı ve kazanan ya da kazananlar düzeni kurdu. Şimdi o düzen yavaş yavaş çatırdıyor. Sadece Aksa Tufanı değil, Ukrayna Savaşı da benzer şekilde. Bunlar hepsi Birleşmiş Milletler Sistemi'nin mekanizmasının artık yürümediğini bizlere gösterdi.
Aslında Birlemiş Milletler oldukça iyi bir şey ve bu yüzyılın en büyük başarısı. Ancak içindeki Güvenlik Konseyi denen yapı, ayrı bir kulüp. Yani Birleşmiş Milletler'in içinde bir Birleşmiş Milletler daha var. Birleşmiş Milletler üyeleri ülkelerini yönetiyorsa, onları da yöneten beş ülke var. İşte burada iş karışıyor. Artık mızrak çuvala sığmıyor. Dolayısıyla hiçbir şekilde ne güvenlik ne barış ne istikrar ne toplumsal refah, ne halkların geleceği vs. bunların hiçbirine yönelik bir adım dahi atılamıyor.
Beş ülkenin menfaati dışına çıkılmıyor aslında değil mi?
Bırakın beş ülkeyi, burada sadece Amerika Birleşik Devletleri'nin belirleyici olduğu bir süreç var. “Hepimiz eşitiz” deniyor. Zaten Birleşmiş Milletler Anlaşması'nda da “egemen devletler, bağımsız devletler eşittir” deniyor. Amerika Birleşik Devletleri diyor ki, “evet eşitiz ama eşitler arasında birinciyim.” Böyle bir durum olunca Güvenlik Konseyi’ni de görüyorsunuz; Rusya ve Ukrayna arasında yaşanan savaş malum. Batı ve özellikle Amerika Birleşik Devletleri isteseydi bu savaş çıkmazdı ve bunu diplomasi masasında halledebilirlerdi. Çünkü Rusya tarafı bu noktada adım attı. İkinci olarak zaman zaman Çin, Rusya kendileriyle ilgili problemleri de getirdiklerinde yine Amerika'nın vetosuyla karşılaştılar. 2006'da Beyrut'un bombalanmasında, Birleşmiş Milletler gözlem noktasının vurulmasında Çinli askerler hayatını kaybetti. Çin, Güvenlik Konseyi’ne İsrail'i kınamak için öneri getirdi. Amerika Birleşik Devletleri veto etti. Kendilerine de bir faydası pek kalmadı. Fransa gibi ülkelerin dahi burada Amerika'ya, Çin'e ve Rusya'ya rağmen, bir karar çıkartabileceğini düşünmüyorum. Yani kısır bir döngüye dönüştü bu durum. Mekanizma iyice aşındı. Onun için şimdi reform tartışılıyor. Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan da bunu hep söylüyor, “Dünya beşten büyüktür”, “Daha adil bir dünya kurmak mümkün” diyor. O da ancak reformla olur. Reformun adresi gayet basit, veto gücünü bertaraf edeceksiniz. Çünkü BM’de en büyük sıkıntı veto meselesi. Vetoyu kaldırdığınız zaman bütün sıkıntı çözülür. Ayrıca hayati kararlar artık Güvenlik Konseyi tarafından değil de Genel Kurul tarafından verilmeli. Şimdi Genel Kurulun aldığı kararlar bağlayıcı değil. BM’de 193 devlet var. Şimdi bu kadar devletin aldığı karar bağlanmıyor. Beş tane devletin aldığı karar bağlanıyor. Yine belki oy birliği getirebilirsiniz, çokluk getirebilirsiniz ama esas bağlayıcı yer Genel Kurul olmalı. O zaman bakın Papua Yeni Gine'nin de oyu önemli olacak. O zaman Sudan da önemli olacak. O zaman Tacikistan da Afganistan da önemli olacak. Şimdi böyle olduğu zaman sadece beş ülke önemli.
Amerika tek başına bıraksa belki bir gün dayanamayacak bir ülke olan İsrail, dünyaya meydan okuyor, başkaldırıyor. 1945'ten bu tarafa kurulu olan Birleşmiş Milletler düzenine meydan okudu. Adeta hem anlaşmasını hem teşkilatını çöpe attı. Yani Genel Sekteri ağza alınmayacak hakaretlerde bulunuyor, ateşkes çağrısına karşı çıkıyor, insani mola diye kararı değiştiriyor. Bunların hepsi ABD’nin açık desteğiyle oldu. Joe Biden 2024 seçimlerine oynamak için tehlikeli bir süreci başlattı. Birleşmiş Milletler Teşkilatı'nı İsrail'e çiğnetti. Ama bilmiyor ki Amerika, bundan sonraki süreçte Birleşmiş Milletler'in artık hiçbir etkisi olmayacak. Yani dünyada başka ülkeler başka meselelerde de adım atarken benzer şekilde Birleşmiş Milletler'i çiğneyip geçecek. Bugün siz İsrail'in arkasında durdunuz. Yarın Rusya bir ülkenin arkasında duracak, Çin başka bir ülkenin arkasında duracak, Fransa başka bir ülkenin arkasında duracak. İngiltere başka bir ülkenin arkasında duracak. Ve onların vetosuna rağmen siz operasyon yapamayacaksınız. Bakın Husi’lere karşı Kızıldeniz'de bir koalisyon gücü kurdu Amerika. Bu güce Avrupalılar katılıyorlar ama diyorlar ki “Komutan kendimizde olacak”. Rusya, Çin zaten katılmıyor. Şimdi bu gücü kurdu ama bu güce niye Avrupa ülkeleri katılmıyor? Mesela İspanya “Tek taraflı kurulan güçlere katılmıyor” dedi. Mesela Türkiye katılmadı. Bunun ana nedeni bu tip güçlerin güvenlik konseyi kararıyla katılması lazım. Güvenlik Konseyi’nde böyle bir koalisyon gücü kuramaz Amerika. Çünkü Çin ve Rusya veto eder. Bunu bildiği için ABD, Birleşmiş Milletler'in 51. maddesi gereğince o gemilerin bayraktar ülkeleriyle ama öncelikle İsrail’le, meşru müdafaa hakkını birlikte sağlayacağız şeklinde hukuki bir zemin oluşturdu. Tıpkı Rusya'nın 2015 yılında Suriye'ye gelip Suriye'yi Esad'la birlikte savunması gibi. Şimdi buradaki mesele de aynı. Amerika, Kızıldeniz'i “Ben İsrail'le birlikte yanımıza dostlarımızı da alarak İsrail'e yönelik saldırıları savuşturacağım” diyor. Bu da hukuki bir zemin oluşturdu. Ancak küresel anlamda devletler de diyor ki “Biz buna girmeyiz, bu tek taraflı”. Mesela İspanya ne dedi? “NATO veya AB olursa ben gelirim ama Amerika'nın tek taraflı kurduğu şeyde yer almayacağım.” Fransa, “Ben gemi veririm ama kendim komuta edeceğim. Amerika'nın komutasına vermeyeceğim” dedi. Ama Birleşmiş Milletler bunu kurarsa bunun içinde tabii Türkiye'ye de dahil olmak üzere ülkeler tercihlerini gösterebilir. Onun için Amerika Birleşik Devletleri bundan sonra Güvenlik Konseyi’nden sürekli kaçacak. Bu kararları almamakta direnecek. Sen daha geçen yıl “Uluslararası kurallara dayalı uluslararası düzene Çin meydan okuyor” diye tüm dünya ülkelerini Çin'e karşı birlik olmaları için çağırıyordun. Uluslararası kurallara dayalı uluslararası düzen denen şey, Birleşmiş Milletler düzeni. Yani bunu sen kurdun İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ve sen kendi kurduğun şeyi İsrail uğruna çiğneyip geçtikten sonra bir anlamı kalmadı. Yarın bir gün hangi ülkeyi demokrasi, insan hakları, şu bu diye ikna edip kandırabileceksin veya “Birleşmiş Milletler'in ruhuna uygun hareket edin” diyeceksin. Bunun nasıl Ukrayna Savaşı temelinde Rusya'ya karşı uygulayacaksın? Batı’da Rusya'ya karşı bütün argümanları da çöktü. Ukrayna psikolojik olarak savaşı kaybetti. Cephede zaten kaybetti de psikolojik olarak da kaybetti. Psikolojik üstünlük Rusya'ya geçti. Rusya bir masaya oturup Ukrayna'da bir miktar daha toprak alıp Kırım'ı da artık kendi toprağı olarak kabul ettirip köşesine çekilecek. Bu noktada kaybeden Ukrayna oldu. Avrupa'yı daha zayıflattı bu durum. Bundan sonra Avrupa da kendi yoluna bakacak. Kendi dış politika ve askeri savunma kimliğini biraz daha artıracak Avrupa. Çünkü Amerika Birleşik Devletleri'ne ve İsrail’e güvenerek geleceğini ipotek altına aldı. İsrail'in şu anda yaptığı somut bir şey de yok. Eline geçen hiçbir şey yok. “Hamas” dedi, Hamas'ı bitiremedi, yok edemedi. Ele geçirdiği kimse yok. Bir düzine insanı çırçıplak soyup ellerine zorla silah verip “Bunlar Hamas militanları” diye bir tiyatro oynadı, o da tutmadı. Şu anda İsrail Hükümeti'nde çatlak var. Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanı hepsi birbirine düşmüş durumda. Dolayısıyla Netanyahu kendisi de biliyor, artık işin son noktasında. Bundan sonra ne olursa olsun çok da önemli değil. Kendi itibarını kurtarabilirse kurtaracak. Esas mesele ne kadar zarar verebilirse o kadar vermeye çalışacak.
“ABD Hükümeti, Meclisi ve Medyası, İsrail’in Kontrolünde”
Amerika'nın hesabı da tutmadı. Bekliyordu ki Netanyahu işi hızlandırsın, daha çabuk bitirsin, sular durulsun diye ama evdeki hesap çarşıya uymadı.
Uymaz, uymayacağı belliydi. Şimdi Netanyahu'ya sert çıktıkça Biden’ın oğluyla ilgili haberler bir anda Amerikan basınında tekrar paylaşılmaya başlandı. Oğluyla ilgili dava açıldı. 7 Ekim'den önce böyle bir şey yoktu. 7 Ekim'den sonra da yoktu. Ne zaman ki Biden biraz rahatsız olmaya başladı, hemen Amerikan medyasına oğlunu düşürdüler. Zaten oğluyla şantaj yapıyorlar. Malum, ana akım medya Amerika'da, Yahudi sermayesinin kontrolünde. Baktılar olmuyor mu? Bu sebeple Temsilciler Meclisinde Biden'a azil soruşturması açıldı. Bundan bir şey çıkmaz fakat Biden'ın seçim öncesi prestijini zedelediler. Biden şu anda etkisiz bir adam oldu piyasada. Bir tarafta oğlunun işlediği suçlar var, kanunları çiğnemiş. Bir tarafta kendisiyle yine oğluyla bağlantılı bir azil soruşturması açılmış. Ukrayna ve İsrail’e yardım paketlerini gönderemiyor, geçiremiyor. Dolayısıyla Biden artık bitti. Biden’ın kazanamayacağını artık anketler gösteriyor. Trump gündemde olduğu için muhtemelen Başkan, Trump olacak. Burada artık Biden ve demokratları kazanma ihtimali yok.
Şimdi diyorlar ki, “Biden'ın yerine bir genç demokrat bir aday getirelim.” Bence getirselerdi, demokratlar alamayacak bu seçimi. Çünkü hem Ukrayna hem de İsrail’e yardım konusunda iki tane önemli başarısızlık Biden'ın dış politikasına eksi yazdı. Bir de bunun üzerine şunu ekleyelim: Afganistan'dan çekilme de başarısızlık olarak kabul ediliyor. Mesela Trump diyor ki “Bunu ben başlattım ama Afganistan'dan böyle çekilmeyecektim. Bagram üssünü elimizde tutacaktık biz. Orada yine büyük bir askeri üs bulunduracaktık. Bunlar tamamıyla çıktı buradan.” Dolayısıyla onunla da ilgili soruşturma var. Bir ara fark açıldı Biden'la. Biden bunların hepsinin hesabını verecek. Her şeyden ötürü bir de sağlık sorunu ve yaş sorunu var. Artık bu işi götüremeyeceği ortada. Dolayısıyla Amerikalı seçmenler bunu görüyor. Ve tarihinin en düşük desteğini şu anda almış durumda.
Netanyahu’nun yargılanmasından bahsediliyor. Böyle bir olasılık var mı?
Zaman zaman “Netanyahu yargılanacak” deniliyor. Buna da Milosevic'in yargılanması gösteriliyor. Milosevic'in kulağından tutup oraya getiren bir ülke var: ABD. Etrafındaki bir sürü insana özel operasyon düzenledi, onu sürüye sürüye Belgrad'dan aldı, geldi. Peki Netanyahu'ya kim yapacak bunu? Amerika tekrar Netanyahu'yu tutup götürecek mi? Orada bir Amerika vardı. Burada Amerika kim? Onun için Netanyahu'nun da yargılanması hususunda şüpheliyim. Çünkü benzer şekilde Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin arkasında büyük güçler olmadığı sürece hiçbir işe yaramamıştır. UCM’nin başsavcısı Karim Khan geldi, İsrailleri dinledi. Bu savcı bir de Müslüman. Filistin yönetiminin ziyaretine bile gitmedi. Gazze'nin derdini bile dinlemeden, çekti gitti tek taraflı olarak. Şimdi bu savcı mı açacak davayı, ki o da ancak 7-8 yıl sonra olur. Bu sebepten zannetmiyorum yargılatacaklarını. Ancak statüsünü değiştirirler. Ceza mahkemesini değiştirirler ama yine yargılatmazlar. Ömer Elbeşir yargılandı mı? Yargılanmadı. Eğer Milosevic yargılanmasaydı Sırbistan bugün de problem olacaktı Avrupa'ya. Bir emsal olarak Avrupa onun yargılanmasını istedi. Amerika Birleşik Devletleri getirdi, yargılattı. Adam orada da öldü. Ama Netanyahu'yu yargılayabilecek veya yargı yolunu açabilecek bir Amerikan yönetimi yok. Biden, Kamala Harris ve ABD’nin basın sözcüsü dışında o yönetimde herkes Yahudi kökenli.
F-16 meselesinde de Biden'a çok güvenmememiz gerekiyor. Çünkü Biden'ın kongrede hiçbir etkisi yok. Biden kongrede hiçbir şey geçiremiyor şu anda. Kendisine demokratlar bile destek vermiyor. Dolayısıyla yani bizim F-16'lar üzerinde kongrede kimi ikna edebilir? Temsilcilerin meclisi kesinlikle ikna edemez. Oradan geçmeyen bir şey zaten senatoya gelmez. Şu anda Yahudi lobisi de Türkiye karşıtı ayrı bir blok şeklinde duruyor. Dolayısıyla bizim F-16 işi, İsveç'e onay versek bile yönetimden geçmeyecek. Yahudi lobisi tamamen Türkiye karşıtı bir duruş aldı. Daha önce biliyorsunuz Ermeni ve Rum lobileri karşı çıkıyordu F-16'ya. Şimdi bunlara biz Yahudi lobisini de ekledik.
Salih Mirzabeyoğlu 1995'te “Güvenlik Konseyinin ‘veto hakkı’ olan daimi üyeleri arasında niçin bir tane bile halkı Müslüman ülke yok?.. Rejimi İslâmî olmadığı hâlde bile, halkı Müslüman olan ülkelerin yeri pabuçluk!..” demişti.
Şimdi güvenlik konseyine yine Müslüman almazlar. Adamların tavsiye ettikleri Japonya, Hindistan, Almanya. Zaman zaman söylüyorum, biz bu kadar bağırıyoruz, çağırıyoruz da, zannediyor musunuz ki Türkiye'yi güvenlik konseyine alacaklar. Adam gider Kazakistan’ı alır seni gene almaz.
Birleşmiş Milletler'e alternatif olabilecek yeni bir sistem düşünebilir miyiz peki?
Alternatif olursa bu tamamen çatışma getirir. Şimdi bu biz Milletler Cemiyeti, Cemiyeti Akvam ve Birleşmiş Milletleri niye kurduk? Bir daha dünya savaşları çıkmasın, ülkeler aralarındaki meseleleri barış, diyalog ve diplomasi içerisinde çözsün diye. Milletler Cemiyeti'ni Amerika kurdurdu. Başkan Wilson'ın hayaliydi. Amerika kendisi katılmadı. O öylece gitti. Ama şimdi Birleşmiş Milletler İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanyalar, Japonyalar, İtalyanlar çıkmasın diye kuruldu. Gerçekten de başarılı oldu bence. Ama burada kazananlar için ayrı bir kulüp olunca iş orada bozuldu. Birleşmiş Milletler şu anda dünya için yeterli, sadece iç reform şart!
İşin çıkılmaz tarafı şu ki, ne Rusya ne Çin haklarından feragat etmek istiyor. Çin, Birleşmiş Milletler reformdan bahsediyor fakat Çin de Rusya da veto gücünün kaldırılmasından yana olmuyor. Beş yerine on olalım ama veto gücü olsun diyorlar. Yani veto gücünün kaldırılmasına yönelik bir argümanları yok reform isteyenlerin.
Batı'nın kendi çıkarları için diğer ülkelere çizdiği evrensel değerler, insan hakları, savaş hukuku vs. gibi kavramları da artık bir aldatmacadan ibaret olduğu tüm dünyaca anlaşılmış oldu.
Bu saydığınız “değerler” artık bitti. Yıllardan beri onları pazarlıyordu. İnsan hakları, ifade özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, demokrasi… Bunlara yakınsanız demokratsanız, uzaksanız diktatörsünüz diye anlatıyordular. Bunlar da bitti. Şimdi hangi insan haklarından bahsediyorsun? Filistin temsilcisi, İslam İşbirliği Teşkilatı'nı temsil eden heyetle birlikte Amerika'ya gidiyor. Filistin temsilcisi de vize verirken bir şart koyuyorlar. Hiçbir şekilde toplantılarda görüş dile getirmeyeceksin. Adama toplantıda gazeteciler soru soruyor, cevap vermiyor. Sebebini de yanındaki diğer diplomatlar açıklıyor. Bu giden insan diplomat. Hani ifade özgürlüğü vardı, hani düşünce özgürlüğü vardı Amerika'da? Adam New York'ta konuşamadı. Dolayısıyla bunlar medyaya yansıdı. Demek ki artık Amerika da miadını doldurdu. Onların insan haklarından anladığı, kendi kafalarındaki insanlık, kendi etraflarındakilerdir. Tekrar ediyorum, Çin ve Rusya'nın da Amerikalılar için taş kadar değeri yok. Ne Çinlilerin değeri var ne Rusların değeri var. ABD, İngiltere’yi kısmen de Fransa’yı, eğer uyarsa kendine denk görüyor. Onun dışında böyle konseyin içinde dahi o üstüncülük bakışı devam ediyor. E şimdi dolayısıyla efendim bir tarafta adam darbe yapmış, Mısır’a diktatör gelmiş. Sen bunu uluslararası demokrasi konferansına bir demokrat olarak çağırıyorsun. Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı halkın oyuyla seçilmiş, yıllardır seçiliyor. Sandıktan gelmiş. İran'ın Cumhurbaşkanı sandıktan seçilmiş gelmiş halk oyuyla. Sen bu adamları da “otoriter liderler” diye çağırmıyorsun. Fakat Mısır'daki adam darbeyle geliyor onu çağırıyorsun. İran’ı çağırmadı tamam anladık ama Türkiye senin yıllarca müttefikin. Demokrasi dediğin şey Türkiye'de yaşanıyor. Şimdi sen bu lideri çağırmıyorsun. Onun yerine Sisi’yi çağırıyorsun. Amerika'nın demokrasi dediği şey kendi çifte standartı.
Bu düzenin artık sonuna geldik, mızrak çuvala sığmıyor. Yani şu söylüyorum, bakın Ukrayna Savaşı'yla başladı, İsrail'le devam ediyor. Önümüzdeki günlerde bir krizle, Asya Pasifik'te patlarsa artık Amerika bu işin içinden çıkamaz!
Teşekkür ederim hocam.
Ben teşekkür ederim.
Aylık Baran Dergisi 23. Sayı, Ocak 2024